Sahnenin “öteki” kadınlarını araştırmak için yola çıkan Yersiz Kumpanya‘nın ilk oyunu “Unutulan“, Osmanlı’nın önemli Ermeni kadın oyuncularından Mari Nırvat’ın hayatından hareketle unutulmuş olanı, unutmayı ve ötekini anlatıyor. Çalıştıkları kumpanya tarafından borçlarına karşılık bir otelin bodrumuna terk edilen iki Ermeni kantocu Mari ve Nırvat zamanla zamanın akışını anlamayacak duruma gelirler. Unuttukları her şeyi hatırlamak için “Kamelyalı Kadın” provalarına başlayan bu iki kadın kendi hikayeleri ve kökleri ile karşılaşacaktır.
Elif Ongan Tekçe’nin yazdığı Sanem Öge’nin yönettiği iki kişilik oyunun karakterlerini Elif Ongan Tekçe ve Burçak Karaboğa Güney canlandırıyor.
“Unutulan” Yersiz Kumpanya’nın ilk oyunu. Biraz Yersiz Kumpanya’dan bahseder misiniz?
Elif Ongan Tekçe: Her şey 2017 yılında Burçak’la beraber araştırma yapma kararı almamızla birlikte başladı. Osmanlı’daki feminist kadınları araştırdık ve hikayelerinden etkilendik. Birçok akademisyen arkadaşımız ve hocalarımızla sohbetler edip, derslerine girip araştırmalar yaptık. Bilgiler zenginleştikçe üretim yapma zorunluluğu çıktı. O dönemde sahnelerde olan kadınların sonları genellikle trajedi ile bitiyordu. Akıl hastanesine kapatılmak ya da dönemin ahlaki kurallarına uymak gibi… Feminist kadınların hikayelerinde de böyle sonlara rastlamıştık. Hepsinin sonunda bir trajedi vardı. Bilgiler biriktikçe üretim yapma zorunluluğu ve ardından da oyun yapma kararı oluştu. Bu sırada Sanem de Yersiz Kumpanya’ya katıldı.
Burçak Karaboğa Güney: Bu dönemde bizi etkileyen birçok kadın vardı. Yalnızca Mari Nıvart değil tabii ama Mari Nıvart’ın hayatı temsili olarak duruyor.
Mari Nıvart sahnede “Kamelyalı Kadın”ı oynarken ölüyor. Bu bağlamda özellikle ölümü çok sembolik geldi bana.
Burçak Karaboğa Güney: Mari Nıvart, Müslüman bir erkekle yasak bir aşk yaşıyor, hamile kalıyor ve çocuğunu aldırmaya, düşürmeye çalışıyor. Bunun için aldığı bir ilacın etkisi ile ölüyor. Tam da bu arada sahnede Kamelyalı Kadın’ı oynuyor.
Elif Ongan Tekçe: Dönemin erkeklerinin yaklaşımı oyuncu olduğunuz ve sahneye çıktığınız zaman ve özellikle müslüman değilseniz, (Ki Müslüman kadınların sahneye çıkması yasak) kadını objeleştirmek oluyor. Hatta ismini söylemeyeyim ama o dönemin erkek yazarlarından biri İstanbul’un gece hayatı ile ilgili yazdığı bir kitapta bütün kantocu kadınların aslında hafifmeşrep olduklarını ve tek dertlerinin bir yerlerini açmak olduğunu anlatıyor. Ahlakçı bir yaklaşımla yargılıyor. Oyuncu kadınlar kullanılıp atılabilecek şeyler olarak görülüyor. Tıpkı oyundaki Mari ve Nıvart gibi. Bizim oyunumuzda da Mari ve Nıvart yaşlanmaya başlayıp ihtiyaç gideremez hale geldiği zaman kumpanyaları tarafından borçlarına karşılık bu otelde bırakılıyorlar. Orada unutuyorlar çünkü artık bu kadınlar kıymetsiz ve onları geri almak için özel bir çaba harcamaya gerek yok.
Yersiz Kumpanya denince aklıma Virginia Woolf’un sözü geldi: “Bir kadın olarak ülkem yok, bir kadın olarak bütün dünya benim ülkem” diye. Ben direkt bu konseptle bağdaştırdım sanırım. Yersiz olmak sizin için nasıl bir kavram?
Elif Ongan Tekçe: Biz de yersizliği tam da bu bağlamda düşündük. Bizim hakikaten bir yerimiz yok. Yani her yerde prova yapabiliyoruz. Yersizliğin biraz tekinsizlik, aslında yerini bilmeyen, haddini bilmeyen, hadsiz gibi birçok anlamı var zaten. Bir de Deleuze’ün bahsettiği dolaşma kavramı var. Deleuze’e göre toplumda yer etmiş pratikler, düşünceler vs bulundukları yerden koparak dünyayı dolaşırlar. Böylece düşüncenin kendisinin önemi ortaya çıkar. Biz de mümkün olduğu kadar bir yere ait/sabit kalmadan dolaşmaya çalışıyoruz. Elimizden geldiğince şehir dışına gitmeye çalışıyoruz. Başka şehir dışı turneleri yapmaya çalışıyoruz. Baharda iki yurtdışı turnesi düşünüyoruz. Oyunu mümkün olduğunca gezdirmeye çalışıyoruz. Yersiz olma halimiz aslında dekorda da görülüyor. Bir çanta iki bavulla her yere gidebilecek şekilde oyunu tasarlamaya çalıştık. Yönetmenimiz Sanem Öge’ de özellikle ekonomik davranarak yersizliğin altını çizmiş oldu. Kendisi de yaptığı bütün reji çalışmasında yoksunluk üzerine gitti.
Burçak Karaboğa Güney: Yersiz kavramı tam olarak bizim istediğimiz şeyi anlatıyor çünkü.
Mari ve Nıvart’ın bekleyişi ve umutsuzluğu bana biraz Vladimir ve Estragon’u anımsattı. Vladimir ve Estragon için Godot bir umuttu. Belki burada da “Kamelyalı Kadın”ı oynamak da Mari ve Nıvart için bir umut. Vladimir ve Estragon biraz da değişen dünyaya ayak uyduramadıkları için “öteki” oluyorlar. Mari ve Nıvart için de aynı şeyi söyleyebilir miyiz?
Elif Ongan Tekçe: Bu çağda yaşayan herkesin bir umudu beklemesi bence çok trajik. Biraz da bu yüzden Beckettyen bir oynama biçimi seçtik. Gerçekçi bir yolla bir trajedi yapabilirdik belki ama ben yazarken bunu yapmak istemedim. Çünkü zaten hikâyenin kendisi oldukça trajik. Zaten trajik olan bir hikâyeyi aynı şekilde yazdığınızda hakikatten uzaklaştığını düşünüyorum. Bu anlamsızlık aslında biraz da gündelik hayat gibi. Birini kaybediyorsun. Ölümle karşı karşıya kalıyorsun. Sonra hayat aynı baskılar ve aynı sıkıntılarla devam ediyor. Mari ve Nıvart’ın hikayesi aslında bir varlık mücadelesi. Var kalmak, orada var olduklarını sürekli kendilerine söyleyebilmek. Bu çok saçma bir durum. Nefes alırken ve her şey varken bunu kimsenin onlara söyleyememesi, söylememesi ve hep böyle yoksun bırakılıp, hep böyle aşağılanıp, hep dövülerek bunun ifade edilmesi.
Tiyatroda ciddi bir kadın hareketi var
Oyunda kadın bedeninin metalaşmasını çok net bir şekilde görüyoruz. Mari ve Nıvart erkek egemen toplum ne kadar izin veriyorsa o kadar özgürler, onlar ne zaman isterse o zaman dışarı çıkabiliyorlar. Bu bağlamda benzer bir durumun kadın oyuncular üzerinde hâlâ geçerli olduğunu söyleyebilir miyiz? Tiyatroda hâlâ erkek egemen bir tutum var mı?
Elif Ongan Tekçe: O eril dünya hep var, her yerde var. Tiyatroda da var. Ama tiyatroda tamamen kadın oyunu yapmak üzerine kurulan, kadınlardan oluşan feminist tiyatrolar da var. Bu bağlamda ben tiyatronun özgürlükçü ve devrimci tarafına güveniyorum. Bence şu an tiyatroda ciddi bir kadın hareketi var. Feminist yazarlar, gruplar, gerçekten çok güçlü sesler var. Ama başka bir tarafta kadın meselesi konuşulma gündeminde eril dille yazılan kadın oyunları da var. Çok çelişik bir yerden kadın hikayeleri yazarken hala erkek dili ve egemenliği sinmiş oyunlar da var. Bu uzun bir konu ama demek istediğim şu, ben tiyatro sayesinde birçok kadın grubunun çıkacağına inanıyorum. Bizim zaten yersizlikle ilgili söylediğimiz şey de o. Birçok yersiz kadına kapımız açık. Konuşmayı çok istiyoruz. Oyundan sonra özellikle iletişim kurmayı çok istiyoruz. Çok yere gidip, farklı kadınlarla konuşup söyleşiler yapmak istiyoruz. Bu bağlamda söyleşiler bize çok faydalı oluyor.
Mari Nıvart nispeten daha eril bir dönemde yaşıyor. Gayrimüslim olduğu için sahneye çıkabiliyor, o da belki çıkabilen 5-10 kadından biri. Mari Nıvart’ın ve Ermeni kadın oyuncuların sahneden yok olmasında Müslüman kadın oyuncuların sahneye çıkmasının etkisi var mı?
Burçak Karaboğa Güney: Tabii. Mesela oyunda anlattığımız hikâyede Nıvart Mari ‘den yaşça büyük. Mari birçok şeyi Nıvart ’tan öğrenmiş. Dönemin popüler oyuncuları sonuçta, hayranları geliyormuş, çiçekler alıyorlarmış, çok beğeniliyorlarmış şeklinde anlatıyoruz. Oyun dışı bilgilerde de Müslüman kadınların sahneye çıkmasıyla birlikte artık Ermeni ya da gayrimüslim oyuncuların sahneye çıkmasına o kadar da gerek kalmadığına dair bilgiler var. Daha çok Türk-Müslüman kadınlar tercih edilmeye başlanmış. Düzgün Türkçe kullanamadıkları için biraz da… Ermeni oyuncular da oynayabilmek için Anadolu’ya turnelere çıkmaya başlıyorlar. Sadece kadınlar değil tüm kumpanya turneye çıkıyor. Böylece İstanbul’da yaşayamıyorlar, var olamıyorlar bir süre sonra. Yavaş yavaş hepsi siliniyor.
Elif Ongan Tekçe: O dönemde Müslüman kadınların sahneye çıkması aslında özgürlükçü bir yaklaşım tabii. Ancak bir tarafta özgürlükçü bir hareket gerçekleşirken öte yandan var olan bir şeyin silinip unutulmaya terk edilmesi, eskimiş olarak bakılması ayrı bir konu. “Unutulan “da bu bağlamda katmanlı bir hikâye yapısından bahsedebiliriz Bir alt başlık olarak kadın hikayesi, bir alt başlık olarak Ermeni hikayesi, bir alt başlık olarak da oyuncu hikayesi.
Mari Nıvart’ın Osmanlı tiyatrosunda önemli bir yeri var. Günümüzde tiyatroda görülen bir kadın mı Mari Nıvart?
Elif Ongan Tekçe: Mari Nıvart’ı temsili olarak merkeze koymamızın da altında bu gerekçeler var tabii ki. Oyunculukla ilgili şöyle bir durum var. Tiyatro tarihine baktığımız zaman yazarların isimlerini biliriz. Oyunculardan çok bahsedilmez. Çok eskilerde hiç bahsedilmez. Sadece yakın tarihteki yaşantı sırasında rastlaştığınız oyuncuları o dönem bilirsiniz. Hele kadın oyuncular bırakın tarihte bilinmeyi hala erkeklerle aynı ücretleri almak için mücadele ediyorlar. Eril aklın içinde akılları ve duruşları ile başka yapılar kurulabileceğini anlatmaya çalışıyorlar.
Mari ne kadar umutluysa, Nıvart o kadar umutsuz. Bu alter ego gibi ya da doppleganger gibi bir durum mu?
Elif Ongan Tekçe: Doppleganger ile ilgili ben daha önce çalışmıştım. Hâlâ da kafa yoruyorum. Psikolojik tarafından değil de daha kortezi başka bir yerinden düşünüyorum ve çalışıyorum. Bunun biraz daha tiyatroda karşılığını yakalamak istiyorum. Alter ego demeyeceğim buna… Hiçbir zaman tam olamamak, tam var olamamanın karşılıkları gibi.
Burçak Karaboğa Güney: Hem seviyorsun hem onsuz olamıyorsun. Bu duygular çok şey karışık.
Zihnin parçalanması sanırım biraz da. Mari ve Nıvart da bu parçalanma üzerinden yaratıldı diyebilir miyiz?
Elif Ongan Tekçe: Mari Nıvart’ı temsili hale getirmek için de bunun oluşması nedenlendi diyebiliriz. Sadece Mari’nin değil tüm kadınların anlatılmasına olanak verdi. Çoğaldı… Bu konu üzerine hala başka hikayeler çalışıyorum.
Çok güzel Ermeni aksanı yapıyorsunuz.
Elif Ongan Tekçe: Teşekkür ederiz.
Burçak Karaboğa Güney: Bercuhi Berberyan’la çalıştık. Kendisine gittik. Çok sağ olsun, bize kapılarını açtı. Bize o öğretti.
Elif Ongan Tekçe: Bercuhi’nin söylediği bir şey vardı. “Kızlar Rum aksanıyla Ermeni aksanı birbirine çok karıştırılır. Buna dikkat edin.” Üstüne basa basa bizi bu konuda uyardı. Çok yardımcı oldu.
Burçak Karaboğa Güney: Arlet de öyle. Arlet Bercuhi’nin öğrencisi. Evlerini açtılar bize, evlerine gittik.
Nıvart Mari’ye göre biraz daha gerçekçi bir karakter. Buradan çıkamayacağız diyen tek kişi Nıvart ve sonunda da ölüyor. Oyunun sonunda bir kurtuluş yok gibi gözüküyor ama sizce kurtuluş var mı?
Elif Ongan Tekçe: Biz umudun olduğunu düşünüyoruz. Biraz boş bir umut bu ama o umudu ve umut aralığını da bırakmak gerekiyor. Ne olursa olsun. Umudun o anda yaşaması o boş da olsa umudun konuşulması, sürekli bir yerde kalması… Orayı kıymetli buluyorum.
Aralık ayı oyun takvimi ve detaylı bilgi için Yersiz Kumpanya Facebook sayfası