Macar besteci-müzikolog Bela Bartok‘un “Topraktan kopuk müzik ölmeye mahkumdur.’’ sözü ile yola çıkarak varlığını sürdüren bir köy, köklerini müzikte bulanların köyü: Müzik Köyü’nden bahsedeceğim.
Farklı etnik kökenlerden gelerek, ortak payda olan müzikte buluşmaktır Müzik Köyü. Avrupa’yı Anadolu’ya, Batı’yı Doğu’ya bağlayan bir köprüdür. Birbirlerinden habersiz yaşayışların kesiştiği nokta, farklı dillerde aynı duyguyu hissetmektir. Kaybolmaya yüz tutmuş müzik geleneklerinin usta-çırak öğretisiyle gün yüzüne çıkmasıdır.
Anadolu Müzik Kültürleri Araştırma ve Yaşatma Derneği (AKAD) tarafından bu sene beşinci yaşını kutlayan, Proje Koordinatörlüğü’nü Aytaç Gökdağ, Genel Sanat Yönetmenliği’ni Mehmet Günay Eser’in üstlendiği Müzik Köyü Fethiye bu sene Fethiye’nin Kargı Köyü’nde hayat buldu.
Güzel oluşumların varlığı çok duyulmaz. Yapılan şey, popüler kültürün ve sistemin dışındaysa hele, onu arayıp bulmak gerekecektir çoğu zaman. Müzik Köyü’nün güzelliği tam da burada başlıyor aslında. Sistemin bize dayattığı çizginin, görünenin dışında, müzikten bir dünya kurularak o eşsiz müzik sofrasında Türkiye’nin ve Dünya’nın farklı köşelerinden çoğu birbirinden daha önce haberdar olmayan 40 yıllık dostlar bir araya geliyor Müzik Köyü’nde. İnsanlar giderek kendisine dayatılan üretim biçimlerini, yaşam şekillerini bir tarafa iterek kendi hikâyesini yazmaya ve bu hikâyede çoğullaşmaya çalıştığı özgün modeller yaratmaya çalışıyor. Bu aslında insanoğlunun çok eskilerden beri kendisine verilenle yetinmeme, kabul etmeme haliyle de çok paralel bir serüven. Şehirlerdeki ofislerinden, plazalardan, unvanlardan ayrılarak toprağa dönen, bunu romantik bir arayışın ötesine götürerek sistemin dışında üretim biçimlerini benimseyen insanların sayısı gün geçtikçe artıyor dünyada olduğu gibi Türkiye’de de.
İşte Müzik Köyü de bu arayışın bir ürünü olarak doğadan beslenerek büyüyen, köklerini topraktan alan, nesli tükenmekte olan bir çiçek misali geleneklerin yeniden yeşerdiği, müzik zeminiyle bir toplumsal değişimin gerçekleşebileceğine inanışın vücut bulmuş şekli. Köye geri dönüşün gitgide hız kazandığı günümüzde köyden hiç kopmamış; aksine yaşadıkları bölgelerden, geleneksel müziğe dair yaptıkları alan araştırmaları sırasında tanıştıkları pek çok ustadan ilham alan bir anlayışın ürünü olarak Müzik Köyü, aynı zamanda farklılıkların ne denli büyük bir zenginlik olduğunu “Müzik” aracılığıyla uygulamalı olarak gösteriyor bize.
“Bugüne kadar en büyük zenginliğimiz bağımsız olmamız” diyerek müziğe dair pek çok şey üreten Müzik Köyü Ekibi, belki de bağımsız olmanın ülkemizdeki bir sonucu olsa gerek çok kısıtlı imkânlarla sürdürülüyor. Hâlâ da değişen bir şey yok ancak bugüne dek sessiz sedasız Dünya’nın dört bir yanından ayakları toprağa basan müzikten yana özlem duyan pek çok insanın bir araya gelmesini sağlamak, Yunanistan, İspanya, Fransa, Makedonya, Almanya, Suriye, ABD, İran, İngiltere gibi ülkelerden çeşitli müzisyenleri ve müzik geleneklerini Anadolu müzik gelenekleriyle bir araya getirebilmek bu serüvenin sürmesi için yapılan mücadelenin yanı sıra entelektüel arka planın da değerini gösteriyor.
İki periyod şeklinde düzenlenen projenin, 17-21 Ağustos 2019 tarihleri arasında yer alan ilk periyoduna katılarak bu müzik ütopyasının içinde yer almak benim için eşsiz bir deneyimdi. İlk periyod çok farklı kültürlerin ve dillerin bir arada olduğu ve bunların zaten birbirinden asla kopuk olmaması gerektiği farkındalığı içerisinde geçen bir dönemdi. Atölyeden atölyeye koşturuyor, bir yandan İran, Azerbaycan ve Hakkâri yöresi eserlerini öğreniyor, ardından Gürcü müziği atölyesinde çoksesli koroda yer alıyor, panduri ve salamurinin büyülü sesleri içinde mest oluyorduk.
Her köşe başında farklı çalgı sesleri geliyordu. Derslerimiz zeytin ağaçlarının, meyve ağaçlarının gölgesinde, yemyeşil kır manzaralı açık hava dersliklerinde yapılıyordu. Müzik ustadan çırağa öğreniliyordu. Darbukasını, bağlamasını, gitarını, erbanesini alan atölyeden atölyeye koşuyordu. Enerjisini alan Teke, Artvin ve Makedon dansları ritmine katılıyordu. Beden müziği ile kendi kendimizi çalıyor; bedenimizle müzik yapıyorduk. Soundpainting ile işaret dili ile müzik yaratma deneyimi yaşıyorduk.
Coşkunluğumuz aşırı müzikten, yorgunluğumuz yine aşırı müzikten oluyordu. Öğle aralarında biraz dinlenip enerji topluyor, sonra yine müzik seslerini duyduğumuz yerlere doğru ilerliyorduk.
Gündüzleri atölyelerde değerli hocalarımızdan eğitimler alıyor, akşamları ustalarımızın konserlerini dinleyip kulaklarımızı daha da şenlendiriyorduk. Sonrası ise herkesin çalgısını alıp toplaşıp çalıp söylediği, ortak şarkılarda, türkülerde buluşulan eşsiz an oluyordu.
Konserler iki traktör römorkundan yapılmış mütevazı bir sahnede gerçekleşiyordu. Bu sahnede Kemal Dinç ve Barış Kadem çarpraz düzen bağlamasıyla, Veka Aler ve Ali Tekbaş büyüleyici sesleriyle, Arslan Hazreti kamançasıyla, Sami Hosseini erbanesiyle, Efren Lopez Sanz HurdyGurdy adlı enstrümanıyla, Mehmet Günay Eser ve Osman Kırca üç tellisiyle, Fahri Çelebi darbukasıyla, İberya Özkan Melaşvili ve Burcu Saral geleneksel panduri ve salamuri enstrümanlarıyla yaptıkları Gürcü müziği ile, Özgü Bulut beden müziği ile, Riste Gjorgjijev Makedon gaydasıyla, Filiz İlkay Karadeniz tulumuyla akşamlarımızı mest ediyorlardı.
Fethiye’ye gelip denize girmeden bir tatil geçirmiştim. Hocalarla birlikte geçirilen vakit, onlardan alınan öğretiler “normal” bir tatil anlayışından daha değerliydi.
Müzik Köyü’ne neden gelmeliyim?
Anadolu coğrafyasının müziği, binlerce yıllık süreçte yaşamış halkların bizlere bıraktığı çok kültürlü ve çok köklü bir mirasıdır. Bu coğrafyada ortaya çıkmış olan ve herkesin kendine mâlettiği ezgiler aslında hepimizindir. Aynı duyguların, benzer acıların, umutların veya mutlulukların coşkusuyla ortaya çıkan eserlerin; ister türkü olsun, ister mahnı veya stran; hangi dilde anlatıldığının ne önemi vardır ki?
Velhasılıkelam, topraklarından koparak şehirlere yerleşen farklı kültürden, farklı yaşamlardan insanları ‘nereli, hangi dinden veya hangi mezhepten’ olduğunun bir önemi olmadan, ortak bir müzik durağında buluşturan yerdir Müzik Köyü. Kendi topraklarına ait müziğe bir keşif yolculuğudur. Bu köyde doğa farklılıklardan besleniyor, çeşitleniyor ve verimlileşiyor, dersem yerinde bir ifade olacaktır.
Müzik Köyü’ne neden mi gelmelisiniz? Yaşadığınız coğrafyanın farklı kültürleriyle yeşermek için; memleketlere geri döndüğünüzde ise bu köyde yaşadığınız anları, anıları çevrenize anlatarak usul usul yeşertmek için gelmelisiniz. Nereli olduğunun bir önemi yok diyordum. O iş öyle değil, katılan herkes artık bir Müzik Köylü…