Vatanın bölünmez bütünlüğünü konuşurken hararetimiz bir anda vahamete dönüştü. Ormanlar yandı, sokağa çıkmak yasaklandı. Terörist diye tanımlandı 35 günlük çocuklar. Öldürüldüler. Devlet erki terörü bitiriyor, bir halk özgürleşmeye çalışıyor. Ancak ne terör bitiyor, ne de bir halk özgürleşiyor.
Vatan öyle bir bölündü ki tüm erdemli hisler ile bazı anlamlı fikirler yok oldu, bir anda medeniyet dediğimiz son dişi de çürümüş canavar kiri pası ile çıktı karşımıza. Vatan topraklarında vurulan kız çocuğunun cansız bedenini, çürümesin bozulmasın diye, buzdolabında bekletti annesi. Herkes perişan oldu, ama savaş bitmedi. Şehre bombalar yağdı. Karardı ortalık, sokağa çıkmak yasaklandı.
Sonra, bitti yasak. Halk sokaklara çıktı, cenazelerini defnetmek için. Bazı cenazeler 7 gün beklediler toprağa kavuşmayı. İnsanlar kan kaybından öldü, çünkü bölgeye ambulans giremiyordu, bir veya daha çok (!) sebepten. Birçok kişi başından vuruldu, üstelik siyaseten olayla alakasız. Çoluk çocuk, derin dondurucuda, başında anneleri, komşusunu kurtarmaya çalışırken vurulan, ekmek almaya giderken kurşunlanan iyi yürekli insanlar… Ama onlar terörist veya teröre destek veriyorlar… Hatta 35 günlük bebek de teröristti, değil mi?
Bu noktada devletin yanında eleştirilmesi gereken en büyük organizasyon PKK. T.C. (Türkiye Cumhuriyeti) devleti ile PKK (Partiya Karkerén Kurdistané, Kürdistan İşçi Partisi) ne yazık ki eşzamanlı cinayetlerin ortak sorumlusu. PKK, aynı devletin yaptığı gibi yapıyor: Çocukları kullanıyor, canlıları öldürüyor, sokakları bombalıyor. Aileleri yıkıyor, can alıyor, doğada tahribat yaratıyor.
Tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan… Devlet mi daha kötü PKK mi? Bu soruları sorup suçu birbirine atmak yalnızca vakit kaybı. Baştan beri yalan olan sürecin tıkandığı, canların yandığı ve çıkmaz sokaklara doğru sürüklendiğimiz bu noktada, yapmak gereken artık daha fazla canın yanmasını önlemeye yönelik olmalı. Kan durmalı, rant ve çıkar aşkına her şeyi göze alanlar deşifre edilmeli ve artık kandırılmaya bu denli saf olmaya bir son vermeliyiz.
Halkların kardeşliğine ekolojik bakış açısını da eklediğimizde, bunu içimize sindirdiğimizde dünya muhteşem bir yer olacak. Ne zaman ki, türcü ve ırkçı yaklaşımlarımızı gönül rahatlığıyla terk ederiz, o zaman kurtuluş gerçekleşecek.
“Cizre’deki son olaylarda, halkın yaşayışını, olaylara bakış açısını ve ölülerini onların içinden anlatmak istediğim için Cizre’ye gittim. Orada 4 gün geçirdim ve kendi tanık olduğum olaylar ile Türkiye medyasındaki haberler arasında çok büyük farklar olduğunu anladım” şeklinde durumu özetleyen Kurtuluş, üzüntü dolu ama ne yazık ki yüzleşilmesi gereken gerçeklerin fotoğrafını çekti.
9 günlük yasağın ardından ancak kaldırılabilen cenazelere katılan Kurtuluş, içinde bulunduğu durumu şöyle açıkladı: “Cizre içindeki silahlı gruplar ve asker-polis arasında geçen 9 günlük çatışmanın ardından, 9 gündür bekleyen cenazeler defnedildiği sırada oradaydım. Cenazelere bütün Cizre halkı katıldı. Sokaklara daha önceden döşenen bombalı tuzaklar sebebi ile cenazeler defnedilmeye götürülürken güçlük çekildi. Devletin Cizre’ye düzenlediği operasyonlarda Cizre halkı ve gerilla arasında hiçbir fark gözetmeksizin hareket ettiğini gördüm. Birçok ev ve iş yeri atılan roket mermilerinden dolayı zarar görmüş durumda. Cizre halkı toparlanmaya çalışıyor.”
Cizre’de 9 gün süren sokağa çıkma yasağının ardından bölgeye ulaşan foto muhabir Kurtuluş Arı hem olanları görüntüledi, hem de alışıldık davranışımızdan biraz uzaklaşıp empatinin ötesine geçti. Oradaydı, gözlemledi. Aslında fazla söze gerek yok, bakın fotoğraflar neler anlatıyor, Kurtuluş Arı’nın objektifinden…
Fotoğraflar: © Kurtuluş Arı/Gaia Dergi