Birileri birilerinin sırtını sıvazlıyor. Birileri gerekli yerlere gereken yatırımı götürüyor, birileri de alkışlıyor ve minnet ediyor lütufmuş gibi. İlahlaştırıyor birileri birilerini. Fark etmiyor gücün kendinde olduğunu, anlayamıyorlar kendi seçtikleri insanları yine kendilerinin görevden alabileceklerini.
Kim peki bu birileri? Tabii ki sen değilsin, o da değil. Yan apartmanında oturan komşun da değil, Ermeni olan sınıf arkadaşın da. Hele aynı iş yerinde çalıştığın Alevi hiç değil. Gerçekçi olmamız gerek böyle kaotik zamanlarda ve ülkemiz geleceğine dair korkularımız giderek arttığında. Biliyorsun ve ne yazık ki hepimiz de gayet iyi biliyoruz, Müslüman komşun da o birilerinden, Ermeni de, Kürt de. Neden? İnsanlar korkuyor çünkü. İnsanlar sanıyor ki, bir insan ne kadar güçlüyse o kadar çok hakkı oluyor. Hayır, eğer o insana gücünü sen veriyorsan o güç senin verdiğin kadardır. Eğer sen ona taparcasına bir aşkla bağlanırsan, gözlerini tüm katliamlara kapatırsan, kulakların çocuklarımızın çığlıklarını duymazsa ellerin taptığın insanların elleri gibi kanlara bulanır, bilmiyorsun. Bilsen “Yolsuzluk diz boyu ama Müslümanlar” demezsin çünkü. Yoruldun, biliyorum. Hepimiz yorulduk, herkes bitkin. Fakat tam da bu zaman pes edersek, “bencil” davranırsak hepimiz yorulmayacak mıyız? Yorulmaktan beter olacağız, biliyorsun.
Giderek daha fazla sürecek, psikolojik ve fiziksel şiddetleri. Evlerimize işaret koymaya devam edecekler ve bununla yetinmeyecekler. Geçmişte yaptılar, köylerimizi yaktılar. Sen sustuğun müddetçe bu sürecek. Köylerimizi yaka yaka bize dilimizi konuşacak, yaşayacak hayat bırakmayacaklar. Hayatta kalmak ile yaşamak arasında fark vardır. Şu an kaç tane çocuk dilediğince oyun oynayabiliyor sokaklarda? Kaç tane insan otobüste istediği dilde konuşuyor ve dışlayıcı bakışlara maruz kalmıyor? Kaç tane genç, üniversitelerinde istediği standı açıp istediği gazeteyi yayınlayabiliyor? Fakat demokratik ülkeyiz vesselam.
Yönetim biçimimiz herkesin gurur duyduğu demokrasi. Bunda hemfikiriz. Ancak Kürt olduğu için, Kürtçe konuştuğu için, kendilerine zırhlı araçlardan plastik mermiler yağarken karşılığını taş ile verdiği için, ağaçlar kesilmesin diye Türkiye tarihinin belki de en büyük direnişine destek verdikleri için insanların katledildikleri bir ülkede demokrasi ne kadar mevcuttur? Sadece yöneticileri seçimle getirdiğimiz için bir demokrasiden söz edemeyiz. Hatta layıkıyla yerine getirdiğimiz bir seçimden bile söz edemeyiz. Alenen yapılmamakla birlikte yasak duruma geldi seçme hakkımız da. Diyorlar ki “Siz seçedurun, işimize gelmez ise zaten minareyi çaldık kılıfını hazırlamak kolay.”
Yasaklanıyor yavaşça tüm haklarımız. Valilik izinli yürüyüşler dinsel gerekçelerle iptal ediliyor. Muhalif bir bireyin düşündüğünü söylemesi engelleniyor. Bir gazeteci sırf muhalif diye dilediğini yazınca işine son veriliyor. Okullarda muhalif öğrenciler, şiddete uğruyor ve ötekileştiriliyor. Millet iradesi dediğimiz olgu, burada devreye girmeli. Halk gücünün farkına varmalı ve cesaretini toplamalı. Korkmayın! Öfkelenin fakat öfkenize yenik düşmeyin. Anayasal haklarınızın farkına varın. Mantıklı ve vicdanlı davranın. Vicdan, mantığın yanında yer almadığında yaşananlara tanık olduk çünkü. Çalıyorlar, öldürüyorlar, hak yiyorlar, ötekileştiriyorlar, sürgün ediyorlar ama “Çalışıyorlar” diyen zihniyetin, vicdanına kulak verdiğini söylemek mümkün değil. Vicdan bir insanın kalbini temiz tutar, biliyorsun.
Bu ülkede çocuklar öldürülüyor. Ceylan Önkol‘u hatırlarsınız, hatırlayın da. Hani annesi eteğinde parçalarını toplamıştı. 12 yaşında, arkadaşlarıyla sokakta oynaması gerekirken “terörist” ilan edildiğinden öldürülen Uğur Kaymaz‘ı da hatırlayın. 9 yaşındayken yaşadığı ilçe olan Sur’daki sokağa çıkma yasağını ihlal ettiği için öldürülen Helin’i de hatırlayın. Hatırlayın hepsini ki, vicdanınız rahatsız etsin sizi. İyi olmayın, iyiyim diyemeyin dünyadaki güzellikler giderek kötüleşirken. Çocukların öldürüldüğü bir dünyada iyi olamayız, biliyorsun.
“Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında, bir teneffüs daha yaşasaydı tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür. Devlet dersinde öldürülmüştür.” -Ece Ayhan
Bu ülkede Alevi vatandaşların evleri işaretleniyor. Kürt vatandaşlarımızın üstüne bombalar yağıyor ve failleri bulunamıyor. Gazetecilerimize muhalif oldukları için suikast düzenleniyor ve faili meçhul cinayetler arasında yerlerini alıyorlar. Birileri Ermeni ve muhalif bir gazeteci olan Hrant Dink’in yaşama hakkının bulunmadığı düşüncesine karar verip bir katliam gerçekleştirebiliyor, faili meçhul cinayetlere yenisi ekleniyor. Suruç’ta çocuklara oyuncak götürmeye çalışan güzel insanlar planlanmış bir katliamda hayatlarını kaybediyor, faili meçhuller artıyor. Başkentin göbeğinde, Ankara’nın tam ortasında intihar saldırısı düzenleniyor, bombalar patlıyor, sorumluları bulmakla yükümlü insanlar, halkın hemen kabullenebileceği suçlular buluyor. Fakat canlı bomba eyleme geçmediğinde onları yakalamayacaklarını söylüyor, insanlarımız ölmeye devam ediyor. Bu ülkede senin seçtiğin insanlar güçleniyor ve onların işlerine gelmeyen ölümlerin sorumluları bulunmuyor, biliyorsun.
Günümüzün Cumhurbaşkanı, “Kadına şiddet abartılıyor” diyor. Evet, kadına şiddet hem fiziksel hem psikolojik açıdan abartılıyor. Öyle ki futbol müsabakalarında bir takımın taraftarı karşı tarafa “hakaret” niteliğinde bir kadın mankeni yakıyor. Daha ne kadar abartılabilir diyorsun, aklın almıyor. Ardından kadına şiddet “abartılmasın” diye kadınlara ne yapmaları gerektiği söyleniyor. “Kadın iffetli olacak, herkesin içinde kahkaha atmayacak”, “Hamile kadının sokakta dolaşması terbiyesizliktir” gibi ifadeler ile kadınlara hadlerini bilmelerinin gerekliliği her fırsatta belirtiliyor. Sonuçta “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” diyen bir cumhurbaşkanı seçti halkımız demokratiklerin demokratiği (!) ülkemizde.
Daha sonra iktidar kaç çocuk yapmamız gerektiğini söylüyor. İki yetmez, en az üç! Ne kadar genç nüfus o kadar çok eğitilebilecek beyin çünkü. “Yalnız bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya” dediler ki hemen evlenelim ve üç çocuk doğuralım. Cinsel hayatımızla ilgilenme haklarını kendilerinde buluyorlar. Milletvekili, tecavüzcüyü masum gösteriyor, bir kadın tecavüze uğraması sonucunda hamile kalıp kürtaj yaptırmak istediğinde. Halk da bu zihniyeti, “Dar pantolon giyiyormuş…” gibi aklın alamayacağı bahaneler ile haklı buluyor. Bir spor kulübünün başkanı da kadınlar ile ilgili yorum yapmakta bir sakınca görmüyor. Dedi ki “Öleceksek de adam gibi öleceğiz, kadın gibi yaşamayacağız. Bizi kadın gibi yaşatmaya da kimsenin gücü yetmez” Erk zihniyet, kadına şiddet uygulamaya her gün devam etmekte. Kadına ikinci sınıf muamelesi yapılıyor açıkça, biliyorsun.
Peki, tüm bunlar neden son bulmuyor? Biliyorum, eşitlikçi bir ülke istiyorsun. Biliyorum, demokratik bir ülke istiyorsun. Biliyorum, insanların ölmediği bir dünya istiyorsun. Akla neden bir şeyleri değiştirmek için çabalamıyorsun sorusu geliyor. Evet, çabalasan bile önüne çıkacak karşıt zihniyet. Hep öyle oldu. Peki, neden pes ediyorsun? Gücü elinde bulundurandan korkuyorsun. Korkma. Gücü eline almak da sana bağlı. Ataların Alevi oldukları için öldürüldüler, ötekileştirildiler. Sen çocukların bunları yaşamasın diye onlara doğduklarında atalarının katledildikleri dönemin yetkili isimlerinden ad koyuyorsun, biliyorum. Daha fazla “eziyet” çekmek istemiyorsun. Ötekileşmek istemiyorsun, sen de bu ülkenin vatandaşısın ve senin de bu ülke adına söz söyleme hakkın var. Bunu elinden almalarına izin vermek istemiyorsun. Fakat çok öldün, çok öldük. Daha fazla ölmek istemiyorum diyorsun. Ölmemek değildir belki de mesele, mesele yaşamaktır. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür. Ve bir orman gibi kardeşçesine…” Yaşayabiliyor musun peki, yaşadığını hissedebiliyor musun? Dürüst ol. Sen dürüst ol ki umudun varlığına inanabilelim. Umut, insanın yüreğini ferahlatır. Biliyorsun.
Neden bir şeyler değişmiyor? Bunca yıldır insanlar açıkça öldürülürken, bizim olan bizden gözümüzün önünde çalınırken neden bir şeyleri değiştirmekte bu kadar zorlanıyoruz? Gelenekler ve önyargılar, insanın elini kolunu bağlayabiliyor. Çünkü bir taraf ne kadar güçlenirse, gücünün farkına varamayan halk da o kadar güçsüzleşiyor. Bunun sebeplerinin başında, insanların ekonomik özgürlüklerinin sağlanamaması geliyor. Yönetimin temeli ekonomiye dayanıyor. Parayı elinde bulunduranın sözü geçiyor. Esnafın, çiftçinin, işçinin maddi durumu kötüleşince gücü “şimdilik” elinde tutan insanlar maddi eksiği eksik etmiyorlar, insanlıkları paralarından çok değil nihayetinde. Fakat karşılıksız hiçbir adım atmayan yetkililerimiz, sorgusuz bir itaat bekliyorlar.
Bizim güzel insanımızın da paraya, buğdaya, una, ekmeğe, kömüre ihtiyacı var. Bu mantıkla yapılan tüm haksızlıklara boyun eğiyor, itaat etmek zorunda bırakılıyor. Yapmayın! Farkında olun. Pirince, kömüre kanmayın artık. Ayrıca devletin verdiği teşvikleri lütuf şeklinde algılamayın. Bir devletin en temel görevlerinden biri halkının refahını sağlamaktır. Devlet, yolu olmayan köylere alt yapı çalışmaları yapılmasıyla mükelleftir. Devlet, elektrik bulunmayan köylere elektrik sağlamak mecburiyetindedir. Çünkü devlet, ülkesinin her bir ilindeki her bir vatandaşa; ırk, dil, cinsiyet, din ayrımı gözetmeyen bir tutumla yaklaşmalıdır. Eğer devlet metropolde yaşayan, “aydın” insanına tüm imkanları sunuyorken; Anadolu’da belki köyünden dışarı adımını atmamış insanlara, karlı kış aylarında köylerindeki okullarına yolları kapandığı için gidemeyen çocuklara, yine yollar kapandığından hastaneye yetiştirilemeden ölen insanlara hiçbir imkan sunmaz ve tabiri caizse onları “kader”lerine terk eder vaziyeti alırsa burada bir devletin meşruluğundan söz edilemez. Biliyorsun.
Körü körüne inanan birçok insan var, biliyorsun. Sen inanma. Her şeyin seninle değişeceğine inan. Güç, para hırsı, insanların tatmin olmak bilmeyen egoları yüzünden gerçekleşen ölümlerin sona ereceğine, çocukların ağlamayacağına, annelerin ağıtlarının can yakmayacağına inan. İnan ki bir şeylerin değişebileceğine dair adımlarımızı yere daha sağlam basalım. Fakat önce adım at. Ağaç dik, kendinle barış, gözünü aç ve etrafında yaşananları anlamak için çaba sarf et. İnsanlarımızın boşuna ölmediğini fark edeceksin.
“Elbet bir bildiği var bu çocukların. Kolay değil öyle genç ölmek. Yeşil bir yaprak gibi yüreği koparıp ateşe atmak. Pek öyle kolay değil. Hem öyle bir ağaç ki şu yaşamak denilen şey, her bahar yeniden yeniden tomurcuklanır da yalnız bir bahar çiçeklenir.” -Hasan Hüseyin Korkmazgil