Tarih sayfaları, erkeğin kahramanlık hikâyeleriyle doldurulurken kadınların yaşantıları ya görmezden gelindi ya da bir hayal ürünü gibi sunuldu. Kullanılan dilde, üslupta bile bu vurgu söz konusu oldu. Kadınların gizli bırakılan tarihini kendilerinin dahi duymasına engel olundu. Öyle ki, Huda Sha’arawi ve arkadaşlarının Mısır’da verdiği mücadele yazılmadı, yazılsa da tarihin en arka sayfasına itildi.
1879 yılında Mısır’da doğan Huda Sha’arawi, evlilik yaşamlarını bir haremin duvarları içinde geçiren üst tabakadan Mısırlı kadınların son kuşağına mensuptu. Ortadoğu’da üst tabaka içerisinde bir kadın olmak, Avrupa’daki aristokrat yapıdan, bu coğrafyanın aristokrasisi farklı olduğu için özgürlük alanından her türlü yoksun olmaktı. Nitekim Huda, daha 12 yaşında halasının oğlu Ali Sha’arawi ile evlendirildi.
Ali Sha’arawi zaten evliydi, Huda’dan büyük çocukları vardı. Dahası evlendikten sonra ilk evliliğini yaptığı kadınla ilişkisinin olmayacağını ve Huda ile evlilik yaptıktan sonra tekrar evlilik yapmayacağını belirten belgeyi de imzalamayı reddetmişti.
Huda’nın rızasının olmadığı bu evlilik annesinin “Kaderine razı gel kızım” avutmalarıyla gerçekleşti. Huda ise çok geçmeden bunun kadınlar için bir kader olmadığını anlayacak ve mücadele edecekti. Zira içinde bulunduğu dönem de Mısır’da değişimin ayak seslerinin yükselmeye başladığı bir dönemdi.
19. yüzyılın başında ulusal gelişim aşamasında kadınların da yer almasının gerektiği konuşuluyordu. Mısır’ın geriliğinin kadınların haklarından yoksun olmasıyla ilgili olduğu tartışılıyordu. Ayrıca bu sıralarda orta sınıfta yer alan kadınlar, 1892’de dergi ve gazete çıkarmaya başlamışlar, yayınlarda kadın hakları üzerine tartışmalar gerçekleştirmeyi sürdürmüşlerdi. Böyle bir süreçte doğan Huda, dönemin çelişkisinin de çok uzağında değildi. Bir yanda kadınların haklarıyla ilgili konuşmalar yapılıyor bir yandan da haremin boğucu, baskıcı yaşamı kadınlara uygun görülüyordu. Zaten bu dönemde Mısır’da –çoğu başka yerde olduğu gibi- peçe takmak ve harem sistemi ekonomik statüyle yakından ilgiliydi. Peçe ve harem statü sembolüydü. Kadınların bu konudaki kararı ise pek dikkate alınmıyordu.
Huda’nın da çocukluğuna ve ilk gençlik yıllarına denk gelen bu dönemde, yaşamı diğer kadınlarınki gibi geçti. Haremde eğitim aldı, anılarında söylediğine göre Arapça onun favorisiydi, belli alanda gerçekleştirilen ve sürekli denetlenen eğlencelere katıldı, küçük yaşta, görücü usulü bir evliliğe mecbur edildi. Evliliği ataerkil baskılar ile geçti. 14 yaşındayken yedi yıl için kocasında ayrıldı ve bu süreç onun birçok şeyin bilincine vardığı dönem oldu. Nitekim diğer kadınların da ödemek zorunda bırakıldığı bedelin bilincine vardı, harekete geçti. Bu sırada Mısır’da feminist mücadele veren kadınlar, Kahire’de toplantılar düzenliyordu. Huda, bu kadın toplantılarının en genç üyesi oldu. Bir yandan da peçeye karşı konferanslar vermeye başladı. Çünkü kadınlara dayatılan bu kural kabul edilseydi, diğer dayatmacı söylemlerle de tam anlamıyla mücadele edilmeyecek, özgürlük idealleri yarım kalacaktı. Kadın hareketinin hızlandığı bu dönemde, Mısır bağımsızlık mücadelesi de yoğunlaştı. 1922 yılında doruğa ulaşan bağımsızlık mücadelesine Huda da diğer kadınlar gibi canla başla katıldı.
Kadın özgürlük hareketi, bağımsızlık mücadelesiyle birleştirildi ve Huda, o dönem için cesur sayılabilecek bir eylem gerçekleştirdi. Fatmagül Berktay’ın anlatımıyla: “1923 yılının bir bahar günü, Mısır’ın başkenti Kahire istasyonuna, peçeli ve siyah çarşaflı bir grup kadın, Roma’daki uluslararası kadın toplantısından dönen iki arkadaşlarını, Huda Sha’arawi ile Saiza Nabarawi’yi karşılamaya geldiler. İki kadın trenin basamaklarında belirdiğinde birden beklenmedik bir şey oldu. Önce Huda, sonra da Saiza yüzlerini örten peçeyi kaldırdılar, peronda bekleyen kadınlar arasında bir alkış koptu, bazıları aynı eylemi tekrarladı.” Başta haremağaları olmak üzere çok kişi bu eylemden rahatsız olmuştu ama ataerkil baskının sorgulanmasının dahi söz konusu olmadığı bir coğrafyada bu, oldukça cesur bir hareketti.
Huda ve arkadaşlarının mücadelesi, durmaksızın devam etti. Huda milli bağımsızlık hareketinde de aktif bir şekilde rol aldı. Bu süreç ise Mısır’da, ikiye bölünmüş harem hayatında erkek ve kadınların bir araya gelmesini sağladı. Bu sırada Huda gibi Ali Sha’arawi de bağımsızlık hareketinin öncülerindendi ve Huda’nın her şeyden haberdar olmasını istiyordu. Bağımsızlık kazanıldıktan sonra tarihteki çoğu devrimde olduğu gibi kadınların eski, “normal” konumlarına dönmeleri istendi. Kadınların haremin boğucu yaşantısına dönme çağrısını Huda kabul etmedi, zaten kendi deyişiyle “Allah’ın inayetiyle” ataerkil aile sisteminden kurtulmuş, babası, kocası ve ağabeyi ölmüştü.
Kırk yaşlarında her iki mücadeledeki konumundan dolayı etkin bir isimdi. Haliyle mücadeleyi hiç bırakmadı, servetini de, konumunu da bunun için kullandı. Fakat tezat o ki 1945 yılında devletin en yüksek liyakat nişanına layık görülen Huda Sha’arawi, kadın olduğu için her türlü siyasal haktan yoksundu. Kadınların Mısır’da seçme seçilme hakkı 1956 yılın elde edildi. Fakat pek çok şartın söz konusu olduğu bu hak ile kadınların baskılanan yaşamı sonlanmadı, halen devam etmekte. Huda Sha’arawi ise 1947 yılında yaşamını yitirdiği için bu sonucu göremedi fakat mücadelesinden vazgeçmediği için son derece etkili, anılması gereken bir isim oldu.
Kaynak
- Huda Sha’arawi, Harem Years: The Memories of an Egyptian Feminist (1879-1924), (trans. Margot Badran, The Feminist Press, New York, 1986).
- Fatmagül Berktay, Kadın Olmak Yaşamak Yazmak, Pencere Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 1998.