Üniversiteler tüm bileşenleriyle, emeğin ve bilginin kendini her an yeniden var ettiği mekânlardır. Üniversiteler eskiden beri hep toplumun aklı ve vicdanı olarak görülmüştür. Bu günlerde ise üniversitelerin adı artık bir sektör haline gelmiştir. Bu öyle bir sektör ki sermaye birikiminin büyük bir iştah kabarttığı, liyakat denen olgunun zerresinin kalmadığı, insan kayırmacılığının, mevki /unvan ve diploma ticaretinin adresi olmuştur. Elbette eğitimdeki bu dönüşüm yeni değildir. Neoliberal politikaların eğitimdeki dönüşümünün tarihi en az 20 yıldır artık. 1980’li yıllardan itibaren uygulanmaya başlanan neoliberal ekonomi programlarıyla devletin sorumluluk alanındaki kamusal bazı görevler özellikle sağlık ve eğitimde özelleştirme ve piyasalaşma olarak karşılık bulmuştur. Bu dönüşümün en büyük arenası vakıf üniversiteleri olmuş, günden güne sayıca devlet üniversiteleriyle yarışır hale gelmiştir.
Vakıf üniversitelerinin daha köklü olanları, yarattığı yurt dışı olanakları, güncel teknolojik ve bilimsel imkânlarıyla her geçen gün daha fazla cazibe merkezine dönüşerek başarılı öğrencileri de “kapmaya” başlamıştır. Bu üniversitelerin yanında salt MYO olarak kalmış “merdiven altı” diyebileceğimiz kriterlerde çok sayıda vakıf üniversitesi de mevcuttur. Vakıf üniversiteleri işte bu yirmi yılda sermayelerini büyüttükleri gibi akademik ve idari görevlerde çalışan emekçilerin sorunlarını da hemen aynı hızda büyütmektedir.
Akademisyenlerin ücret eşitsizliği sorunsalı
Ücret salt gelir gider tablosu olarak anlaşılmamalıdır. Ücreti tek başına ekonomik boyutuyla değil emeğin değeri olarak görüldüğü için patriyarkal ve kapitalist sistemdeki anlamlarına bakmak, sosyal ve sınıfsal bir olgu olarak da görmek zorundayız. Bu bakımdan ücretin temel yaşamsal ihtiyaçların rahatlıkla karşılanması ihtiyacıyla ele alınmasının yanında hem eş değer işe eşit ücret gereği hem de cinsiyet temelli bir eşitlik perspektifiyle ele almalıyız.
Vakıf Üniversiteleri’nde en bilinen hak kaybı akademisyenlerin yaşadığı ücret eşitsizliği sonucu ortaya çıkmaktadır. İlgili yasada çok açık bir şekilde devlet üniversitesi ile vakıf üniversitelerinde çalışan akademik personelin ücretleri eşitlenmeli diye belirtilmesine rağmen vakıf üniversitelerinde asgari ücrete kadar indirgenen maaşlar söz konusudur. Bu eşitsizlik hem yasaya hem de eşdeğer işe eşit ücret kazanımına aykırı bir şekilde sürdürülmektedir. Bu konuda akademisyenler, sendikalar ve dayanışma ağları vasıtasıyla seslerini duyurmaya ve hak ihlalinin ortadan kaldırılmasına dönük mücadeleler ve kampanyalar oluşturuyorlar.
Kadın akademisyenlerin uğradıkları ayrımcılıklar
Ücret eşitsizliğinin yanı sıra en çok yaşanan sorunlardan birisi de kadın çalışanların ve akademisyenlerin uğradıkları ayrımcılıklardır. İşe alımlardan terfilere, terfilerden istihdam sırasında yaşanan cinsiyet ayrımcı uygulamalara kadar çok başlıkta ele alınması gereken bir konu olarak karşımızda duruyor.
Daha önce kadın akademisyenlerle yapmış olduğum görüşmelerde özellikle terfi sürçlerinde erkeklerin öncelikli görüldüklerine dair yaklaşımların sergilendiği ifade edilmişti. Bu cam tavan örneğinde görünen o ki kadın çalışanlar ve akademisyenler bu bakımdan dezavantajlı bir grup oluşturuyorlar. Bir başka konuda kadın akademisyenlere kimi dekan ve rektörlerin “hanım” diye hitap ederken, erkek meslektaşlarına ise “hocam” diye hitap etmeleri. Bu örnek de akademide cinsiyetçi tutumun en somut, en yalın halini ortaya koyuyordu. Yine aynı işi yapan idari çalışanlar arasında cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan ücret farkları olduğunu öğrenmiştik.
Akademisyenlere angarya dayatması
Angarya anayasaya aykırıdır. Buna rağmen akademisyenler vakıf üniversitelerinde çalışırken angarya ve mobbinge maruz kaldıklarını ifade ediyorlar. Özellikle kayıt dönemlerinde akademisyenlerin tanıtım masalarında çalışmaya zorlanması en çok karşılaşılan sorunlardandır. Bazı evrak, kırtasiye işlerinin ya da toplantılarda not tutulması gibi işlerin kadın çalışanlardan beklenmesi de yine bir cinsiyetçi tutumun sonucu ortaya çıkmaktadır.
İş güvencesizliği ile ilgili sorunları
Güvencesizlik günümüz çalışma dünyasının “kanseri” gibi. Üstelik istihdamın normal görünümü bu oldu. 1980’li yıllarda temeli atılan neoliberalleşme ve özelleştirme furyasıyla daha çok gündemimize girmiş olan esnek, yarı zamanlı, evden çalışma gibi enformel çalışma sistemleri güvencesizliği yaygınlaştırmış, güvencesizlik istihdamın asli biçimine dönüşmeye başlamıştır. Akademisyenler açısından yapılan iş sözleşmelerinin niteliği ve kimi uygulamalar da bu alandaki güvencesizliği hem doğruluyor hem de pekiştiriyor.
Hem akademisyenler hem de idari çalışanlar bir yandan iş tanımına aykırı iş yüklenmesi, iş yükünün fazlalığı, çalışma saatlerinin yasaya aykırılık taşıması, mobing, ücret eşitsizlikleri ve cinsiyetçi uygulamalar gibi sorunlarla mücadele ederken işsizlik tehdidiyle karşı karşıya kalabiliyorlar.
İdari çalışanlar en ufak hak arayışında işsizlikle cezalandırılıyorlar. En son mesai saatlerinin değiştirilmesine itiraz ettiği için Arel Üniversitesi’ndeki işinden çıkarılan bir idari personel güvencesizliğe karşı verdiği hukuk mücadelesiyle işe iade hakkını kazanmasına rağmen görevine başlatılmamıştı. Yani işverenler yasayı uygulamak yerine bedeli neyse öderiz, yine de işçilere haklarını teslim etmeyiz mantığıyla işleri yürütmeye başlamıştır. Üniversiteler mütevelli adı altında aile şirketlerine dönüşmüş, emekçilerin aleyhine her türlü kararı yasa hukuk dinlemeden ehlikeyf bir tarzda almaya başlamışlardır.
Başta vakıf üniversiteleri ile devlet üniversiteleri arasındaki ücret eşitsizliklerinin hemen giderilmesi, kadın akademisyenlere ve çalışanlara yönelik ayrımcılıkların son bulması, iş yükünün hafifletilerek angaryanın ve mobingin ortadan kaldırılması, yapılan sözleşmelerin yasalara uygun olarak yapılması ve denetlenmesi, güvencesizliğin yerini güvenceli çalışmaya bırakmasının derhal sağlanması gerekiyor. Sorunlar yumağı haline gelen vakıf üniversitelerinde çalışırken dayanışma içerisinde olmanın, örgütlenmenin, haklarımızı bilmenin önemi her geçen gün kendini daha fazla ortaya koymaktadır.
Örgütlenme sorunları
Vakıf üniversitelerinde çığ gibi büyüyen bu sorunlara karşı çeşitli örgütlenme ve müdahale biçimleri gelişmeye başladı ancak hak kayıplarına, haksız uygulamalara, işten çıkarmalara karşı teyakkuzda olunsa da örgütlenmenin somut formu maalesef yok. Örgütlenmeler istenen seviyede değil. Örgütlenme sorunları çoğu zaman iş güvencesinin yokluğu ve işten çıkarılma tehditlerinden kaynaklanıyor. Şu an birlik, sendika ve dayanışma ağı biçimindeki örgütlenmeler ise sınırlı sayıda. Bu konuda çalışan yapılara baktığımızda; Eğitim Sen vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenleri üye yapmaya başlamıştı. Yine Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası bünyesinde akademisyenler örgütleniyor. Vakıf Üniversiteleri Dayanışma Meclisi (VÜDAM) da özgün bir örgütlenme modeli olarak bu alanda çalışmaya, hem akademisyenlerin hem de idari görevlerde çalışanların sorunlarının duyurulmasında çalışmalarına devam ediyor.