“In girum imus nocte et consumimur igni. / Gecenin içinde dönüyoruz, ateş bizi yutuyor.”
Zamanın kum saati geriye, kadim çağlara doğru aktığında, en eski dostlarını bulur insan karşısında: köpekleri… Ateşin şavkıyla, köpeklerin gölgesi düşmektedir insanların yanı başına. Yıldızlı gece göğü, yabanın sessizliği ve insanla soğuk bir mezar ilişkisi. Dostluğa sadakat duyanlar, o zamanlardan beri kendilerine iş edinmişlerdir onları koruyup gözetmeyi. Bu yüzden her kim ki lafa “Bir köpek kadar …” diyerek başlarsa, gerisini “Ulu ol” diye getirmeli. Ne var ki birbirine zıt olanlar, birbirine gebe kalmaya mahkûmdurlar daima. Sadakattir doğuran sadakatsizliği ve uygarlıktır insanın köpeklere ve diğer hayvanlara ilk ihaneti. Yasak meyve, kendinde gördüğü hak; Bilgi Ağacı ise göstermesi gerektiği saygıdır, başkalarının hürriyetine ve yaşama hakkına. Fakat insan Yahuda’dır diğer hayvanlara. İyi ama ne kalacaktır geriye, elindeki baltayı indirdikçe o ağacın köklerine, dallarına?
İnsan, “Kuzu’yu yaratan mı yarattı seni?”*
İnsanın dostlarını satması, aşağılık olmanın kârlılığındandır… O, yasak elmayı dahi dalından koparmamış, satın almıştır. Satan kendisi, satın alan da aynadaki yansımasıdır. Oysa buna rağmen hep bir aziz gibi davranır. Başkalarının ona, onun da kendine aldanmış olması, kendi azizliğine inanmış ve inandırmış olmasındandır. Karşısında ayna dururken, köpeklerden ya da diğer hayvanlardan sakınmasıysa, usun ve mantığın esmediği bir sahradır. O, kadim dostlarımızın yeri yanı başımız ya da yuvamızken; barınakları, çiftlikleri ve sokakları var eden ve onları yuva diye tanıtandır. Nihayetinde insan, yarattığına sırtını dönen sorumsuz bir tanrıdır. Sonunda da kendi cehennemlerini yaratmıştır: mezbahaları. Sıra sıra masum inekler, koyunlar, kuzular ve tavuklar; başka uluslarınkinde ise kediler ve köpekler durur orada, giyotinlerin altında. İnsansa, bir kafese hapsetmiş de son çiçeği ve sevinerekten özgürüm diye, dans etmektedir etrafında. Başkalarına zincir vuranın hürriyeti hak değildir oysa.
Şarkı söyleyip mutlu göründüğüm için
Sandılar ki bir kötülük yok yaptıklarında
Şükretmeye gittiler, Tanrı’ya, rahibe, krala
Acılarımız üstüne cenneti kuranlara.**
“Kim demiş tabiatta düzen var diye, aç bir kedi duvara sürtünüyor onu da görün.”
Edip Cansever, Saray Köftesi
Kediler, kendilerine has o eşsiz sevgileri, ancak kadınlarda ve kuğularda görülebilecek cinsten asaletleri ve bilgelikleri ile bir lütuftur biz insanlara. Her canlıyla bağ kurabilen yegâne hayvanlardır onlar. Yaşamın dinginliği, ezelin ve ebedin döşeğinde uyuklayan kedilerin, kısılan gözlerinde saklıdır adeta. Fakat açlıkları geceyi yırtarken çoğu, Bayan Ölüm’ün kollarına uzanır sokaklarda. Bir vakitler antik Mısır’da tanrı bellenen, yitiktir şimdi uygarlıkta. Ne var ki başkalarının ölümü, “Neden?” diye sorar daima yaşamakta olanlara; “Beni neden bıraktın?”
“Eli, Eli, lama sabachthani?”***
İnsanın kendini üstün görmesi; şeytanın cübbesi. Aziz görünümlü, cehennemin kapı bekçisi… Başkalarının haklarını tanımak ve yaşatmak, övgüdür oysa; eşitliğe, adalete ve yaşama. Barınaklar, mezbahalar ve kafesler yıkıldıkça, masumiyet var olacak ve korunacaktır daima.
Aksi halde, zamanın kum saati ileriye doğru aktığında, kendi sonunu görür insan karşısında. Bir çöldür artık dünya ve kimse kalmamıştır geriye kendinden başka. Yalnız bir canavar, yolcusuz bir yol, boş bir gemi… Geçmişten hemen sonra, gelecekten hemen önce, dalga dalga çocuklar vuruyor kıyılara. Unutulmuş insan ve hayvan çocukları. Oysa içlerinden dirim çekilesiye, keyifle yaşıyor bir yerlerde başkaları. Beyinler ve midelerdir çocukların mezarları.
Hazırlayan: M. Çınar Ekiz
* William Blake, “Tyger”
** William Blake, “Baca Temizleyicisi”
*** Holy Bible, “Matthew 27:46”