Bu hafta uzun süre önce aklımda yer etmiş bir konudan bahsedeceğim.
2.5 yaşındaki kızını da yanına alıp evini topraktan yapan, başka bir yaşam tarzının mümkün olduğunu kanıtlamayı başarmış bir kadın ile tanıştıracağım sizi.
Onlar günümüzün bencil ve umursamaz yaşam tarzına atılmış sert bir tokat gibiler. Kendi tabiri ile ‘betonlar arasında ve kendine yabancılaşarak yaşamaktansa’ doğanın kucağında yaşamayı tercih etmiş Elif. Kızı Cana Işık’ın doğumu ile birlikte Beydağı’ndaki evlerini yapmaya başlamış. Adını da ‘Toprak’ koymuş.
Evini yaparken herhangi bir “teknik” bilginin pek de olmadığından bahsediyor Elif. Kendiliğinden, doğallıkla yapmış evini. Kışın ısınsın, yazın serin olsun mantığı ile konumunu belirlemiş. Çevrede bulduğu malzemeleri kullanarak sıvasını halletmiş ve sıvayı tutacak çalılardan yararlanmış. Etraftaki büyüklü küçüklü taşları kullanmış. Ama dikkat edin, ev sadece bir toprak yığınından ibaret değil, etrafta atılmış olarak bulduğu kapı ve pencereleri de evine bir güzel yerleştirmiş. Çatısını da çalılar, çöp diye atılmış bez, branda vb malzemelerden yapmış. Bütün bunların hepsini hiç para kullanmadan yapmış.
Kızıyla aralarında üzerine konuşulmadan bir iş bölümü oluşmuş. Cana Işık kayıp eşyaları buluyor, su getiriyor ve hatta aletleri kullanabiliyormuş küçük yaşına rağmen. Her seferinde biraz daha tecrübe kazanmışlar tabi, hiç kaza geçirmemişler. Her seferinde doğaya karşı daha duyarlı ve nazik olmayı, daha düşünceli adım atmayı öğrenmişler birlikte.
“Kadın başına küçücük çocukla ne işi var?!” gibi şaşkın tepkilerinizi duyar gibiyim, “Hem de üniversite mezunu, donanımlı bir kadın, ne yapıyor yahu?”. Tam da bu yüzden onlardan bahsetmek istedim. İşte tam da bu yüzden seçtiği yaşam şeklinin erdemini anlayın istedim. Öyle ki, onun hakkında okurken hissettiğim duyguların tarifi zor. Böylesi erdemli bir hareketi yapmaktan korkmak mı, yoksa kıskanmak mı, hatta özenmek mi, hepsi birden mi?
Bu ev başlı başına birçok şeyi anlatmaya çalışıyor bize. Biz dediğim aslında betonarme yaşamlarında sıkışmış, her şeyin farkında olan ama rutinini bozup da yeryüzü için yararlı bir şeyler yaptığını zanneden kişileriz. Alışkanlıklarımızdan kopmaktan ölesiye korkan kişileriz. Bize öğretilen yaşam şeklinin en mükemmel olduğu fikrine yapışmış kişileriz. Bu ev bize mümkün değilmiş gibi gözükenin mümkün olduğunu gösteriyor. Doğanın bir parçası olarak yaşamış insanın köklerine dönüşünü anlatıyor. Toplumsal normların da kırılgan olduğunu ve her zaman mutluluk getirmediğini anlatıyor. Tek başına çocuklu bir kadın olarak yaptıkları ile şehir hayatının dayattığı cinsiyet kimliklerinin ne kadar absürt ve sahte olduğunu gösteriyor.
Temiz su, doğal besin, dayatmasız özgür bir yaşam biçimi… Bütün bunlara sahipmişiz hissi yaratılan bir sistemin çarpıklığını anlatıyor bu evin varlığı. Bu ev, en temel yaşama haklarına sahip olduğumuzu sandığımız ama aslında ağzına meme verilen bir bebek gibi kandırıldığımız bir dünyanın karşısına ayna tutuyor.
Aynaya bakmaya cesaretimiz var mı?