İslâm dünyasında Rönesans ve Reform benzeri bir sürecin tetiklenebileceğini hep düşünürdüm. Tâ ki Avrupa’ya gidene kadar… Avrupa’yı gördükten sonra bunun İslâm coğrafyasında imkânsız olduğunu idrâk ettim. Bunun nedeni de dînler arasındaki fark.
Hristiyanlık, inanan kişilerin günlük hayatını İslâm kadar yönetmiyor, işgâl etmiyor. Hristiyanlık ibâdetini Pazar günü ile sınırlamış iken, İslâm her güne ve günde en az 5 defâya yaymış. “Namaz dînin direğidir” sözünü ben Avrupa’yı görünce idrâk ettim. Günde 5 vakit namaz kılınan bir dîn, kişinin tüm zihinsel varoluşunda tartışmasız bir hegemonya kuruyor.
Bir başka husus, ibâdethânelerin yerleşim alanlarındaki yeri. Hristiyan ibâdethâneleri her yerleşimde (Yerleşimin büyüklüğüne göre) merkez konumda ve az sayıda (Küçük yerleşimlerde 1 adet) oluyor. İslâm ibâdethâneleri ise irili ufaklı olacak biçimde çok sayıda ve çok yaygın. Bunun etkisi ise dînin kamusal yaşayış içinde görünürlüğünün, hegemonya algısının ve ulaşılabilirliğinin artmasıdır. Hristiyanlık çerçevesinde kişinin ibâdethâneye gitmesi gerekirken İslâm’da ibâdethâne kişiye ulaşıyor. İslâm’da hiç kimse ibâdethâneden uzak kalamıyor. Unutulmaması gereken bir husus da şudur ki, ibâdethâneler sâdece ibâdetin yapıldığı yerler değildir. Hepsi birer dîn okuludur, dîn öğretisinin üretildiği ve yayıldığı yerlerdir.
Üçüncü bir husus da, Hristiyan dîn adamlarının halkla olan ilişkisi ile İslâm dîn adamlarının halkla olan ilişkisi arasındaki farktır. Hristiyan dîn adamları kitleye yönelmez. Bunu yapan misyoner isimli görevliler vardır. Kilise târihsel süreçte hep yönetici ve ulaşılması gereken makâm olmuştur. Dîn adamlarının halkla olan ilişkisi, Hristiyanlık söz konusu olduğunda, mesâfeli ve hiyerarşik bir görüntüdedir. İslâm’da ise dîn adamı halktan biridir, halkın içinde yaşar. Her şeyden önce, evlenebilir. Bu bile tek başına Hristiyan dîn adamlarının halkla olan iletişim kurgusuyla temelden büyük farklılık demektir.
Daha sayılabilecek çok şey var. Günlük hayatın içine bu kadar karışmış bir dîn olan İslâm’da Reform bu nedenlerle söz konusu olamaz. İslâm, inananlarını tam olarak ele geçirmiştir ve yönetmektedir. Hristyanlık târih boyunca, küçük radikal gruplar hâriç olmak üzere, en bağnaz zamanlarında dahi bu denli günlük hayatın içinde olmamıştır, olamamıştır. Böylece bireyselleşme Avrupa coğrafyasında hayat bulabilmiş, Avrupa medeniyeti doğabilmiştir. İslâm coğrafyasında dînin bu denli hayatla tümleşik olmasından ötürü bireyselleşme yeşerememiş, lâik devlet yapılarında bile seküler toplumlar inşa’ olunamamıştır.
Bu nedenlerle İslâm coğrafyasında modernleşmenin, aydınlanmanın, demokratikleşmenin yolu Avrupa târihindekinden çok daha radikal ve zorlu bir mücâdeleyi gerektiriyor.