20 yıldır ekolojik konularda faaliyet gösteren Emet Değirmenci ile bu mayıs ayında Gümüşlük Akademisi‘nde gerçekleştireceği Aklın Ekolojisi ve Ekolojik Yaşam Uygulamaları atölyesi hakkında konuştuk. Bu söyleşi de bile “ekolojik akıl” kavramından Türkiye’deki ekolojik oluşuma kadar birçok konu hakkında bilgi edindik.
Gökşen Coşkunyuva: Daha önceki yıllarda PDC kursu verirken, neden böyle bir değişime ihtiyaç duydunuz?
Emet Değirmenci: Gümüşlük Akademisi için geçerli: Akademi, doğal ortamı yanında edebiyat, felsefe ve sanat ağırlıklı çalışmalara yer veriyor. Sağ olsunlar, ekolojik konulara toplumsal açıdan bakan biri olduğumdan yıllar önce beni de davet ettiler. Bu edebiyat bahçesine, “permakültür” başlığıyla yaptığımız üç kurs sırasında, bazı küçük çaplı projeler de kazandırdık. Bu projelerin güzel yansımaları da oldu.
Ancak sonrasında daha çok, ekoloji odaklı talepler gelmeye başladı. Zaten kendim yıllardır bu hareketin içindeyim. Yaşadığım Avustralya, Yeni Zelanda ve ABD’de, işin davranış değişikliği ve felsefi boyutuna daha fazla önem verir hale geldim. Böylesi bir programla, yaratıcı yanımı daha fazla ortaya koyabileceğimi düşünüyorum.
Gökşen: “Ekolojik Akıl”’ kavramını biraz daha açabilir misin?
Emet: Ekolojik Akıl biyolog ve antropolojist Gregory Bateson’dan ödünç aldığım bir kavramdır. Kızı, Nora Bateson’un, birkaç yıl önce, babası hakkında bu başlıkta yaptığı filmi duyduğumda, bu kavram bana birçok şey çağrıştırdı. Gregory Bateson der ki; dünyadaki önemli problemlerin kaynağı, insan düşüncesi ile doğanın, nasıl işlediği arasındaki ilişkiyi anlamamaktan kaynaklanıyor. Benzer bir vurgu, Japon doğal tarımının babası Manasobu Fukuoka’da da vardır. Ancak Bateson ilişkilere daha fazla vurgu yapar ki; ekoloji zaten ilişkiler ağıdır. Ayrıca bunu kültür vurgusuyla beraber getirir. Çünkü, kültür de ilişkilere dayanır. Karşılıklı ilişkilere… Sosyal bir varlık olarak insanlar, kolektif ilişkilere gereksinim duyarlar. Her ne kadar kapitalizm bize bireyselliği, özgürleşmek olarak sunsa da, yalnızlık yaşayan organizmaya adeta ölüm getirir. Yaşarken, bir dizi davranış biçiminde bulunuyoruz. Bazıları sağlıklı, bazıları ise sağlıksız.. Yani, çevresindeki ekosistemle uyumsuz..
Evet; Bateson’un deyiminden etkilendim. Ama, programın içeriğini genel birikim ve deneyimlerimle şekillendirdim. Ekolojik bakış açısı, daima yaşayan sistemler oluşturmayı, ya da, var olanların parçası olup, sağlıklı hale gelmeyi/getirmeyi gerektirir. Tüm bunları yaparken, yaşamımız bir dizi döngüler içinden geçerek şekilleniyor. Bu döngüler birbirini tekrarlayarak, büyük döngüleri oluşturuyor. Öyle bir zaman geliyor ki; sürüp giden ve parçası olduğumuz döngülerin, bizi sağlıklı bir yere sürüklemediğini fark ediyoruz. Sonra da bir arayış içine giriyoruz. O döngüyü kırıp, yeni bir döngünün parçası olmak için… Tüm bu çabalar, kişisel evrimimizi oluşturur. Yaşayan sistemler, kompleks yapılar içeriyor. İşte tüm bunların hepsi, besin zincirinde olduğu gibi, ilişkilere dayanıyor. Topraktaki organizmaların, bir kompost yığınını öğütüp, toprak haline getirmesi gibi… İşte bu noktada ‘toplumsal ekoloji’ devreye giriyor. Çünkü, her ekolojik düşünce, ilerici değildir. Anımsayalım: Hitler de vejeteryandı; ekoloji kurumları ve danışmanları vardı. Toplumsal ekolojinin babası Murray Bookchin’in, birinci doğa (insansız doğa) ve ikinci doğa (insanlı doğa) diye iki kavramı vardır. Sonra, insan merkezli (anroposentrik) ve doğa merkezli (biyosentrik) kavramları, kendimizden başlayarak, sistem analizine kadar irdeleyeceğiz. Burada hep babalardan söz ettim ama kurs sırasında bolca analardan (ve ana olmayan kadınlardan da) bolca söz edeceğiz.
Gökşen: Eğitimde grup çalışmalarının ve “oyun”ların geniş yer kapladığını görüyoruz. Bunun sebebi nedir?
Emet: Öğretimde interaktif ilişkilere önem veriyorum. Büyüklerin de oyunlara ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Oyunlar hem eğlenceli kılıyor; hem de öğrenmemizi kolaylaştırıyor. Çünkü, ilişki kurmanın birçok yönünü hislerimize dokunarak oluşturuyor.
Gökşen: Programın ilk bölümünün, yoğunlukla, ekosistemle olaylara geniş açıdan bakmamızı sağlayan bir bölüm olduğunu görüyoruz. Bunun sebebi nedir? Böyle bir eksiklik mi hissettiniz?
Emet: Evet, böyle bir eksiklik görüyorum. Ekosistemi kavramadan, proje yapamayız; dönüştürmek için adım atamayız. Sulak, kurak, yarı kurak iklimlerin özelliklerini bilmeden diktiğimiz fidana, çok fazla zaman, emek ve para harcamamız gerekebilir. Sonuçta, yine de yaşatamayabiliriz. O halde, önce ekosistemi ve sosyal bir varlık olarak, insan ihtiyaçlarını, yaşam kalitesi dediğimiz, ekolojik prensiplere göre analiz etmemiz gerekiyor.
Gökşen: Başlıklardan anladığım kadarıyla, pratik yönü kadar, teorik yönü de ağır basıyor ve evde ekolojik yaşamı benimseyenlerden, çiftlik kurmak isteyenlere kadar, herkesi ilgilendiren bir skalası var. Doğru mu?
Emet: Elbette.. Her ekosistemin, her bölgenin ve her iklimin özellikleri farklıdır. Ancak bir şey ortak ki; yaşam biçimimizi oluşturacağımız (ya da içinde yaşadığımız) ekosistemi iyileştirmek ve onu restore etmek.. Atık üretmeden, ya da minimuma indirgeyerek, yaşamaya çalışmak… Kentte veya kırda, mantalite değişmez. Ama, toplumsal yapılar farklıdır. Coğrafya, mikro iklimler vb. farklıdır. Programımızın özü, işin felsefesini anlayarak, yaşam biçimimizde değişiklik yapmak ve toplumsal olarak, çözümün parçası olmaktan yana bir kültür geliştirmektir. Sistem eleştirisi yapabilmektir. Daha önceki kurslarımı alan bir dizi öğrencimin, yalnızca kendi yaşamlarında değil, şu an bölgelerinde, önemli değişimlere adım attıklarını görüp, mutlu oluyorum. Bazıları, gıda özgürlüğüne dair işler yapıyorlar; bazıları, ekoyaşam topluluklarının parçası oldular. Onlar da bunu ifade ediyor zaten. Bu kursta, -özellikle daha önce herhangi bir permakültür kursu ya da ekolojik yaşam odaklı- başka kurslar alanları da katılıma teşvik ediyoruz. Birbirinden öğrenme (co-learning) yöntemine de önem verdiğimizden; hem kurs sırasında güzel bir sinerji doğuyor; hem de kurs sonrası katılımcılar arasında iyi bir dayanışma bağı oluşuyor.
Bu kursta da değişik uygulamalarımız olacak. Örneğin; kompost sistemlerini inceledikten sonra, ‘bokaşi kompostu’ yapmayı göstereceğim. Bildiğim kadarıyla bu konuyu Türkiye’de, EM1 mayasını da, kişilerin kendisi üreterek, ‘bokaşi kompostu’ yapabileceklerini gösteren ilk kişiyim. Yıllar süren çaba ve deneyimlerim sonucu, geldiğim noktayı paylaşmaktan onur duyuyorum. ‘Bokaşi kompostu’nun o kadar çok faydası var ki; ben bahçemdeki bitki hastalıklarını onunla gideriyorum. Üstelik hem apartmanda, hem de büyük ölçekli okul hastane vb. yerlerde uygulanabilecek düzeyde..
Ayrıca kurs sırasında, kardeş bitkilerde, bitki birlikteliklerine önem vereceğiz. Gıda ormanı ve tarımsal ormancılık konusuna giriş yapacağız. Tüm bu konseptlerle, katılımcılar, grup çalışması yapacak. Kurs sonunda, her grup bir gıda ormanı projesi tasarlayıp, paylaşacak. Bu küçük bir apartman bahçesi de olabilir ya da, küçük ölçekli bir çiftlik de… Kısacası; kursun, “yenebilir peyzaj” kısmında öğrenilen tüm ekosistem ögeleri toplanmış olacak.
Kurs sırasında, Türkiye’ye özgü azot bağlayıcılar, kardeş bitkiler ve bitkilerde rotasyon gibi, vereceğimiz dökümanlar da var. Katılımcıları, bunları başlangıç noktası kabul edip, ileride somut ve detaylı araştırmalara girmeleri için teşvik ediyoruz.
Gökşen: Gümüşlük Akademisi’nin eğitimin içeriğine katacağı şeyler neler? Hiç gelmemiş insanlar için, -özellikle bağlantıyı- anlatır mısınız?
Emet: Akademi ortamı bu kurs için çok uygun. Yaban hayatının korunduğu bir ortam. Öyle ki; yıllarca, meşelerin ekosistemini bozacak diye, yenebilir bitkilerden bahçe dahi oluşturulmamış. Çünkü, oraya sonradan taşınacak bitkiler istenmemiş. Ama, şimdi bu kurslarla geliştirdiğimiz bir mandala sebze bahçesi, hugel kültür alanı, kompost yeri, böcek kütüphanesi, dikine bahçesi ve yangın bariyeri başlangıcı var.
Ayrıca; mutfakla amfi tiyatro arasındaki gölet, bir sulak alan ekosistemi anlamaya ve gözlemlemeye olanak sağlıyor. Gölet çevresinde, Kıbrıs akasyasından bir Avustralya ağaç türü olan ‘grevilya’nın değişik türleri var ki; bunlar oldukça ilginç kuşları ve polinatörleri çekiyor. Kurbağalar akşam, canlı müzik senfonilerimize ortak oluyor. Sonra; binalar tamamen ekolojik prensiplere göre yapılmamış olsa da, örneğin; ağaç ve kayaların, dersliğimizin neredeyse içinde olması çok güzel… Elbette, sanat ortamı olması ve dershanemizin üstüne rastlayan kısımda büyük bir kütüphanenin yer alması, ortama ayrı bir sıcaklık katıyor. Kısacası; katılanlara sunacağımız programımıza yansıtamadığımız bir dizi artılarımız var.
Gökşen: Türkiye’de ve dünyada esinlendiğiniz ve takdir ettiğiniz ekolojik oluşumlar var mı? Varsa hangileri?
Emet: Türkiye’de yaratıcı projeler var ama, başlangıç aşamasında… Eko çiftlikler günden güne artıyor; görmek istediğimiz kolektif yapılar da… Bu ve benzeri kursları alan arkadaşlar, kamusal alanlara, belediyeler aracılığıyla, kalıcı ekolojik projeler (özellikle yenebilir ekosistemler) kazandırabilir.
Dünyada birçok yeni düşünce var. Özellikle açık kaynak ekolojisi (open source ecology), yeniden yaban (rewilding), büyümeme (degrowth), iklim adaleti (climate justice), kolonizasyon ve yeni sömürgecilik biçimlerine tepki (neocolonization), müşterekler (commons), küçük ölçekli organik ötesi tarım projeleri, ortak ve birlikte yaşam evleri (cooperative housing), kamusal yenebilir peyzaj ve elbette ki, ekoloji ve kadın projeleri… Kısacası; sistem değişimine yönelik, ekolojik adalet ve restorasyon odaklı olanlar… Sevindirici olan tüm bunların yavaş yavaş Türkiye de de yansıma bulması. Ben de bu konulardaki uluslararası konferanslarda sunumlar yapıyorum.
Hazırlayan: Gökşen Coşkunyuva