Kötülüğün sıradanlaştığı bir faşizme giden yolu Türkiye’de hassasiyetler döşüyor. Devletin en üst kademelerinden alınan cesaretle gerçekleşen şiddet, saldırılar ve linç girişimleri çeşitli kutsallara yönelik hassasiyetler üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Bazı kesimler ise kendi hassasiyetini başkalarına dayatıyor ve bu hassasiyet dışındakilere yaşam alanı tanımak istemiyor.
Türkiye’yi şu dönemde en iyi anlatan kelime “hassasiyet” kelimesi olabilir. Her şeyin başı hassasiyet, her tartışma neredeyse bu kelime üzerinden yürütülüyor artık. Hassasiyetler üzerinden kurulan söylem ve politikalar gündelik yaşamları, toplumsal normları belirler hale gelirken faşizme giden yola her gün yeni taşlar ekliyor.
Türkiye’de artık herkesin, belki de istisnasız her kesimin kendi kutsalları diyebileceğimiz hassasiyetleri var. Herkes kendi hassasiyetini piramidin en üstüne yerleştiriyor ve alttaki tüm olası hassasiyetleri en baştan eziyor. Toplumun farklı kesimlerinde hassasiyet savaşları yaşanıyor. Hassasiyetler siyasal alanın sınırlarını daralttıkça daraltırken, manevra kabiliyetlerini de zorlaştırıyor. Faşizmin en tehlikeli şekli gündelik faşizmin en önemli yeniden üretim aracı oluyor. Tüm toplum mühendisliği çabaları bu sihirli kelimenin, hassasiyetin arkasına saklanıyor. Türkiye’de artık en büyük tahakküm ve baskı kurma aracı hassasiyetler. Diğer yandan herkes bir diğerinin hassasiyetini kendi varlığına tehdit olarak sayıyor.
Sünni-Türk-erkek hassaslığı
Herkes hassas, hepimiz hassasız. Muhtarlar hassas. Milli takımın futbolcusu hassas, zaten genelde sinirli olan teknik direktörü ayrı hassas. Oruç tutan hassas, dindar hassas, milliyetçisi hassas. Esnaf hassas, asker hassas, polis hassas. Türkler hassas. Türkiye hassas. Erkekler hassas.
Hassas olmayan bir kesim yok gibi, aynı hassasiyet söylemlerini egemen ideolojilere, tahakkümcü ve sömürüye dayalı yaşam biçimlerine muhalif vegan, vejetaryen, solcu, anarşist kesimlerde bile görmek ne yazık ki mümkün. Fakat bu noktada ikinci grupta saydığım kesimlerin hassasiyetleri daha çok kendine yakın görüşteki insanları etkilerken, ilk gruptaki Sünni-Türk-erkek kesimin hassasiyetleri tüm bir ülkenin yaşam biçimini, sekülerliğini, hayat hakkını tehdit ediyor, şiddete, katliamlara, linçlere neden oluyor veya bunların zeminini yaratıyor.
Radiohead dinleyen insanlardan tahrik olabilme
Bir kesim sürekli kendi hassasiyetlerine saygı gösterilmesini isterken hatta bunu emir düzeyinde; inanç, bayrak, vatan gibi kavramların üzerinden bir zorunluluk olarak talep ederken, diğer kesimlerin hassasiyetlerinin payına ise linç saldırıları, polis ve devlet destekli şiddet, gaz, TOMA, tazyikli su, hakaretler, küfürler, baskınlar düşüyor. Ramazan’da bir dindarın hassasiyeti bir LGBTİ bireyin özgürlüğünün, hassasiyetlerinin önüne geçebiliyor, hatta bunu yok sayıyor. Hatta bunu kendine dair bir mağduriyete bile çevirebiliyor. Toplanıp bir mekanda Radiohead dinleyen genç insanlar bile birilerinin hassasiyetini kaşıyor diye algılanabiliyor, tahrik unsuru bile olabiliyor. Bir oruçluya saygı duyulurken, en basitinden bir otobüste onun yanındayken yemek yememeye dikkat etmek gibi ince şeyler söz konusu iken, o saygının karşılığı ise fiziki, sözel ve beden diliyle şiddet olabiliyor.
Hassasiyet üzerinden özgürlüğün alanı sürekli daraltıyor. Bu yüzden İstanbul’da Firuzağa’da yaşanan saldırı ve olası linç girişimini birkaç lümpenin işi diye geçiştiremeyiz. Bu eylem organize bir eylemdir. Bizzat devletin en yüksek kademelerinden alınan cesaretle girişilen bir saldırıdır. Planlıdır, tehlikelidir. Sadece bugüne değil geleceğe dair de bir saldırıdır.
Faşizmin hegemonyası “inanç, vatan, bayrak” hassasiyetleri üstünden ustalıkla kuruluyor. Kuruldukça güçleniyor, gücü pekiştiriliyor. Bu hassasiyetlere uymayanlar yavaş yavaş “bu ülkenin vatandaşlığından çıkarılmalılar” söyleminin kurbanlarının arasına giriyorlar, şimdilerde halen kendilerini bu çemberden uzak görüyor bile olsalar.
Kötücül cesarete karşı toplumsal dayanışma
Bir hassasiyete saygı ancak o saygı gösteren tarafından diğer hassasiyetlere de saygı duyulduğunda anlamlı olur, belki masum değil ama en azından kötü niyetli olmaz. Ramazan’da da diğer aylarda da insanlar yaşamlarını istediği biçimde sürdürebilir, eylemini yapabilir, yemeğini yiyebilir. Sevgilisine sarılıp öpüşebilir. İktidardan alınan cesarete karşı şiddetin kaynağı insan, grup ve söylemlerine karşı ise ortak cevaplar vermek gerekiyor. Bu gericilik, bu gündelik faşizm ancak demokratik bir toplumsal dayanışma ile, baskı görenin, şiddete uğrayanın, evi masası yıkılanın yanında olmakla karşılanabilir.
Fotoğraflar, DHA, Zete sitesinden alınmıştır.