Kendimizi rahat hissettiğimiz her an bir konfor alanı içerisindeyizdir. İçinden çıkmaz, o alana da kimse dokunsun istemeyiz. Konfor alanı; kişinin alıştığı düzeni koruyarak, risk almaktan kaçındığı, kendisini güvende hissettiği etrafı görünmez duvarlarla çevrili bir alandır. Ancak içinden çıkmaz istemediğimiz bu alan daha sonra içinden çıkılmaz bir hale dönüşür. Konfor alanımızda yer aldığı için sevmediğimiz işimize gitmeye devam ederiz, giyim tarzımızı değiştirmeyiz, yeniliklere kendimizi kapatır fanusumuzda yaşamaya devam ederiz. Oysa farkındayızdır bizi bir şeyler rahatsız eder, üzerimizde potluk yapar kazağımız. Ama terk etmeyiz o keşfedilmiş toprakları, bir kere temel atmıştık doğru ya! Nasıl ve neden bırakacaktık?
Konfor alanı mutlaka fiziksel bir alan olmak zorunda da değil, belli bir inanca sahip olmak da o alanı ya da rahatlığını yaratabiliyor. Bu bazen dini bir inançken, bazen politik bir görüş oluyor. Bir siyasi partiye körü körüne bağlanabiliyoruz yıllardır ailemiz ona oy veriyor diye. Bazen de geleneklere sıkı sıkıya bağlı olduğumuzu görüyoruz.[1]
Bir düşünün kadınlar kuaförlerini erkekler alıştıkları takım elbiseleri kolay kolay değiştiremezler. Çünkü kişisel güvenlik alanlarında risk almazlar, oysa yaşamın bir gerçeği vardır. Yaşamınızın içine girmiş, yaşamınızla eklemlenmiş sürekli olarak ertelediğiniz bir nefes belki de. Evet konfor alanınızda kendinizi net ve güvende hissedebilirsiniz, ancak kendini aşmak konusunda sınıfta kalabilirsiniz. Bu alana katkı yapan şeyler o kadar çoktur ki hepimizin içinde rahat ettiği hareketleri, aile ilişkileri, öğrenilmiş kurallar, yolunda gitmeyen ilişkimiz bile yeni birini tanımakla uğraşamam düşüncesinden yıllarca sürer gider ve siz mutlusunuzdur ancak inşasını mümkün görmezsiniz ileride duran boş arazinize hayallerinizin.
Tarihe geçen onca komutanları düşünün at üzerinde savaşarak ülkeler fethetmişlerdir. İstanbul’a sonradan gelen birçok girişimci bugün önemli markaların ardındaki isimlerdir. Bu insanlar konfor alanının bir tık ötesinde olan öğrenme alanına geçmiş ve bu alanı fiziksel, zihinsel ve sosyal olarak geliştirenler olarak her zaman zafer bayrağını çekmişlerdir.
Öğrenme alanı dediğimiz alan konfor alanının sonrasında gelen kişinin kendini çok yoğun bir baskı altında hissetmediği, gerektiğinde konfor alanına kolayca çekilebileceği yakınlıkta bir alan.
Öğrenme alanın dışındaysa belirsizliğin çok fazla olduğu, kişinin alıştığı ortamdan çok farklı, yabancılık çektiği ve mutsuz olduğu panik alanı var. Bu alanda rahat düşünmek bile mümkün değil. Kişinin bu alan içinde yeni bir şeyler öğrenmesi, kendini geliştirmesi çok daha zor. Öğrenme ve panik alanları arasındaki farkı şu örnekle verebiliriz: Bir müzik aleti çalmayı öğrenmek konfor alanından çıkmak demektir. Eğer bu aleti, daha önce hiç duymadığımız bir parçayla çalmayı denerseniz panik alanının içine girersiniz ve öğrenme hızınız fazlasıyla yavaşlar. Oysa aynı aleti, çok iyi bildiğiniz bir parçayı çalarak öğrenmeye çalışırsanız, öğrenme alanı içinde kalırsınız ve çok daha hızla ve zevkle öğrenebilirsiniz.[2]
Konfor alanından çıkmak istemeyenlerden bir tanesi de egomuzdur. Aslında o kötü niyetli değildir sadece bilinçaltı seviyesinde çalışan bu mekanizmanın tek amacı bizi korumaktır. Bu nedenle potansiyel bir değişim süreci iç güdüsel olarak bilinçaltı tarafından engellenmek istenecektir. Konfor alanı dışına çıkmak bu engelleri aşmak anlamına gelir. Bahsi geçen konu için ego ölür. Bu iyi bir şeydir artık değişim başlamış, eski defterler kapanmıştır.
Bence bu konfor alanı ve ego meselesi çok önemli bir husus. Hayatlarını değiştiren insanlara bir bakın hepsi konfor alanının sakin sularından okyanuslara atlayabilenlerdir.İlerleyebilmek, gelişmek, kilo verebilmek düzeninizi değiştirmek yeni bir iş aramak dururken yerinizde sayıyorsanız konfor alanı sizi hapsetmiş durumda demektir. Ego da boş durmuyor tabi çünkü sizi o korunaklı bölgede tutmak istiyor.[3]
Kısa bir hikâye var konuyla ilgili. Bir adam ormanda yürüyüş yaparken kaybolur ve akşam olmak üzeredir. Hızla yürümeye devam eder pervasızca, sonrasında bir küçük ev görür, kapıyı çalar ve su ister. Kapının önünde kıpırdamadan duran ve durmadan uluyan bir köpek vardır. Ev sahibiyle biraz sohbet ettikten sonra sorar: “Niçin durmadan uluyor?” Köpeğin sahibi de; “Oturduğu yere çok alışkın ancak onu orada rahatsız eden bir çivi var” der. Adam “Öyleyse yerini değiştirsin, özgür ki” diye yanıt verir. Köpeğin sahibiyse “Şimdilik sadece canını biraz acıtıyor o da yerini değiştirmiyor ancak katlanılamaz duruma geldiğinde oradan kalkacak çünkü orası onun için şimdilik çok rahat” der.
Peki ya biz yaşamımızda istemediğimiz canımızı sıkan ve bizim benliğimize ait olmayan veya ait olsa da artık bizim ilerlememizi engelleyen şeyleri canımızı birazcık daha acıtsın diye bekleyecek miyiz? Yoksa harekete mi geçeceğiz?
Hepimiz biliyoruz başlangıçlar zordur, düzeni değiştirmek yolumuzu başka tarafa çevirmek. Ancak bir düşünün şimdi bulunduğunuz yere de önceden korkarak gelmiştiniz. Yeni bir eve mi taşınmak istiyorsunuz taşının, şehir mi değiştirmek istiyorsunuz hadi valiz hazırlamaya! Yeni bir iş mi, istifa kâğıdı biraz uzağında, bak evet, işte orada. İlk başta korkabilirsiniz hatta hemen rutininize dönüp konfor alanınıza kaçmak isteyebilirsiniz. Ancak düşünün her seferinde ringdeki köşemize çekilseydik hiçbir maçın kazananı olamazdık. İlk kez yaptığımız bir yemek beğenilmedi diye vazgeçseydik bugün hep dışarıda yemek yemek zorunda kalırdık. İlk cinsel deneyimimiz iyi geçmedi diye bugün cinsellikten uzak dursaydık bedenimizin farkına varamazdık. Hiçbir yere değil kendine koşmalı insan.
Dans eden bir yıldız olmadan önce kaos olmayı göze almak gerekiyor belli ki. Kendi çeperlerimizden sıyrılıp mağlup etmek gerekir bazen kendimizi. İşgali mümkün bu alanın, içinde kendini tekrarlamaktan öte yollar var, hepsini gördüm. Her gün bir yenisini deneyimliyor ömrüm ve inanın başlarda su çok soğuk ama girince alışıyorsunuz! Eminim sonrasında çok daha konforlu gelecek.