“Herkesin aşk acıları vardır benimse arkadaşlık acılarım”
Geçenlerde “Bir Dönem İki Kadın Birbirimizin Aynasında” adlı kitabı okuyorum. Oya Baydar ve Melek Ulagay’ın birlikte yazdıkları, çocukluk yıllarından başlayarak, gençliklerinden, siyasi geçmişlerinden, anılarından samimiyetle bahsettikleri şahane bir kitap. Behice Boran’ın adı ise gerek dönemin en etkili siyasetçilerinden biri olması gerekse de Oya Baydar’la benzer siyasi fraksiyonlardan gelmeleri sebebiyle kitabın içinde yer yer karşımıza geliyor. Tam da bu noktada Oya Baydar sol siyasi örgütlerin Türkiye’de ve Rusya’da kadına yaklaşımlarını eleştirirken belki de hiç duraksamadan bunun tek istisnası Behice Boran’dı diyebiliyor.
Behice Boran’ın babası Sadık bey ticaretle uğraşıyordu. Annesi Mahire hanım ise babasıyla evlenmek için İstanbul’dan Bursaya gelmişti. Behice Boran 1910 yılında Bursa’da doğdu. Hem annesi hem babası okur yazardı. Balkan Savaşı sonrası tüm dengeler alt üst olunca Boran ailesi de İstanbul’a göç etmek zorunda kaldılar. Bu sayede Behice Boran, hayatının belki de en önemli dönüm noktalarından biri olan Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ne başladı ve Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’ni birincilikle bitiren ilk türk kadın öğrenci oldu. (1931)
Kızıl hedef
O dönemin siyasi havasından mütevellit büyük bir yurtseverlikle Manisa’da İngilizce öğretmenliği yapmaya başladı (1933). Sonrasında ise Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nen bir öğretmenin ayarladığı bursla soluğu Amerika’da aldı. Yaşadığı toplumu daha iyi anlamak, sorunlarını daha iyi tespit edebilmek ve ülkesini aydınlatabilmek gayesiyle Amerika’da sosyoloji eğitimine başladı ve Marksizimle bu yıllarda tanıştı.
“Şu işe bak ben kürsümde kalıp okuyup yazmak ders vermek öğrencilerimle uğraşmak, sadece küçük bir dost çevresiyle ilişki kurmak istedim öteden beri. Oysa şimdi siyasi savaşın tam ortasına atılmak zorunda kaldım”
Sonrasında Türkiye’ye dönerek 1939-1948 yılları arasında Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya (DTCF) bölümünde doçent olarak ders vermeye başladı ve bu dönemde akademik çalışmalarına ağırlık verdi. Behice Boran Türkiye’ye yeni döndüğü zamanlarda Atatürk yeni ölmüş ve 2. Dünya Savaşının da etkisiyle toplumda ırkçı söylemler yükselişe geçmişti.
Behice Boran bu dönemde hem DTCF’de akademisyen, hem dönemin sol yayınlarında kurucu-yazar, hem de TKP üyeliği nedeniyle tüm bu nefretin odağı haline geldi. DTCF’den arkadaşları Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes ve Adnan Cemgil’le birlikte önce “Yurt ve Dünya” (1941), sonrasında ise onlardan ayrılarak “Adımlar” (1942) dergisini çıkarmaya başladı. Tüm bu süreçler sonucunda ırkçı, anadolucu, milliyetçi ve muhafazakâr kesimler tarafından “kızıl hedef” olarak gösterilmesi gecikmedi ve meşhur Tan Olayının (1945) patlak vermesiyle üniversitedeki görevine son verildi. Sonrasında açtığı davayı kazanarak işine geri dönse de bu süreç uzun sürmedi.
Düşüncesi nedeniyle üniversiteden ilişiği kesilen ilk kadın akademisyen
Türkiye’nin emperyalizme eklemleniş süreci başlayınca Amerika’dan alınacak maddi destekler gündeme geldi. Ancak o dönemlerde Amerika’nın bu desteği vermesi için çok kabaca ülkenin komünizm tehditiyle karşı karşıya olduğuna inanması gerekiyordu. Tüm bu saçma sapan ali cengiz oyunlarının faturası Behice Boran ve eşi Nevzat Hatko’ya kesildi ve ikisinin de işlerindeki görevlerine son verildi. Böylece Behice Boran siyasi görüşleri nedeniyle üniversiteyle ilişkisi kesilen ilk kadın akademisyen oldu.
Akademisyenlik tüm siyasi başarılarına rağmen Behice Boran’ın içinde uhde olarak kaldı. Tan olayları ve üniversiteki görevine son verilmesi süreçlerinde Behice Boran o dönemde devlette üst düzeyde görev alan kişiler tarafından yurt dışına çıkması konusunda uyarılar aldı, hatta Türkiye’de kalmaya devam ederse öldürüleceği bile söylendi. Ancak Behice Boran ülkeyi terk etmemekte direndi ve tam da bu zamanlarda muhtemelen benzer süreçlerden geçen Sabahattin Âli’nin 1948 yılında kaçmaya çalışırken Bulgaristan sınırlarında öldürüldüğü haberi geldi.
Mina Urgan anılarında Boran’ın ülkesini terk etmeyişini “Bunun başlıca nedeni, Behice Boran’ın tutkulu yurtseverliğiydi. Memleketini sadece soyut bir kavram olarak değil, elle tutulur bir gerçek olarak severdi. Azgelişmişliğiyle, yoksulluğuyla, eşitsizlikleriyle, haksızlıklarıyla, buruk acılarla severdi” şeklinde anlatıyor.
“Hedefimiz sosyalizmdir. Onu hedef alarak dümen tutuyoruz; bir rota izliyoruz. Bu rotada önümüze kayalıklar çıkar, ters rüzgarlar ve akıntılar olur; ama kayalıkları aşarak ve ters yöndeki rüzgarları, akıntıları göğüsleyerek aynı rotada sosyalizme ilerleyeceğiz”
Behice Boran üniversitedeki işine son verilmesinin ardından Nevzat Hotka’yla birlikte İstanbul’a taşındı. 1950 yılında kurucusu olduğu ve başkanlığını yaptığı Barışseverler Cemiyeti Menderes hükümetinin Kore’ye asker göndermesini protesto edince 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. Oğlu Dursun Hatko hapisanede doğdu. Hatta Melih Cevdet Anday’ın yazdığı ve Ruhi Su’nun türküleştirdiği “Dursun Bebek” adlı türkü cezaevinde doğan Dursun bebek için söylenmiştir.
Urfa’nın ilk kadın milletvekili
Irkçılığın, turancılığın, islamcılığın yükselişe geçtiği ve emperyalizme eklemleşme sancılarının sol görüşe baskı ve ölüm olarak çöreklendiği bu süreç 27 Mayıs 1960 darbesi ile birlikte sonra erdi ve Behice Boran’ın aktif siyaset dönemi başladı.
1962’de, 15 yıldır yakından tanıdığı Mehmet Ali Aybar’ın genel başkanlığını yaptığı Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) katıldı. 1965 yılında yapılan genel seçimlerde ise Urfa’dan vekil seçilerek meclise girdi ve Urfa’nın ilk kadın milletvekili oldu. 1970 yılında yapılan genel kongrede ise TİP’in genel başkanlığına seçildi ve siyasi parti başkanlığı yapan ilk kadın oldu. Behice Boran parti sürecinde Mehmet Ali Aybar ve MDD’ci gruplarla birçok fikir tartışması yaşadı.
Bu dönemleri Mina Urgan “Üyesi olduğum TİP’in bir kongresinde arkadaşlarım Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran’ı dinledikten sonra ikisinin de ne güzel konuştuklarını parti işlerinin ne kadar uyum içinde yürüdüğünü söyleyerek çıktım o toplantıdan. Öteki partililer ‘şu zavallıya bak’ dercesine acıyarak bana baktılar. Çünkü o toplantıda Behice ve Mehmet Ali tam karşıt politikalar üreterek birbirine girmişler meğer. Bir süre sonra da parti bölündü zaten” diye anlatıyor.
Behice Boran 12 Mart 1971 darbesinde “Balyoz Operasyonu”yla tutuklandı ve Oya Baydar ve Sevgi Soysal’la yollarının kesiştiği Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’na konuldu. Oya Baydar, Behice Boran’ın tutukluluk yıllarına ait koğuş anılarında bazı zamanlarını örgü yaparak geçirdiğinden bazen de güzel sesiyle “Jandarma biz sosyalistiz, biziz yalnız dost sana” türküsünü söylediğinden bahsediyor. Bir de mahkemeye giderkenki hali, dik duruşu, mahkemede verdiği savunma ise o dönemde baya bir yankı uyandırmış olsa gerek ki bu yazıyı hazırlamaya çalışırken birçok kaynakta karşıma çıktı.
Tahliye ve ardından yeniden TİP
Bu süreçte devrimci genç kızlar, dışarıda “revizyonist, oportünist” (bunlar o dönemde küfür gibi bir şey) diye küçümsedikleri Behice Boran’ın, dik duruşuna nasıl da hayran kaldıklarından bahsediliyor. Sevgi Soysal kitabında Behici Boran’ın TİP davası başlamadan koğuşta çok keyifsiz çok neşesiz olduğunu, sık sık uyuduğunu ama davanın başlamasıyla birlikte yorgun ve bezgin havayı atarak küllerinden yeniden doğduğunu anlatıyor. Onunla ilgili “Behice Hanım’ın bütün gücünü en gerekli yere saklama akıllılığını gösteren sağlıksız kişilerden olduğunu anlıyorum. Hiç boşa harcamıyor kendini. Gücünü hep kendi seçtiği ve gerekli bulduğu biçimde harcayalanlardan; boş yorgunluklardan, titizlikle sakınanlardan” diyor. Behice Boran 1974 affıyla tahliye oldu.
“Selam olsun dünyanın ve Türkiye’nin aydınlık geleceğine”
Behice Boran 30 Nisan 1975’de TİP’i yeniden kurdu. Bu kuruluş tarihe 2. TİP olarak geçti. Partinin genel başkanlığını da üstelenerek partisinin çizgisini kararlıklıkla savundu.
TİP bu dönemde “Güncel Görev demokratikleşmedir”, “Milliyetçi cephe düşürülmelidir”, “Yerel yönetimler demokratikleşmelidir”, “Örgütlü birleşik güç yenilmez” gibi kampanyalar yürüterek milliyetçi cepheninin yükselme tehlikesini önlemeye çalıştı. Ayrıca diğer örgütlü sosyalistler gibi TİP de Şili’de faşist Pnochet tarafından devrilerek katledilen Salvador Allende’yi desteklemek amacıyla toplantılar yürüttü ve Behice Boran bu toplantılarda dikkat çekici konuşmalara yaparak enternasyonel bir tutum belirledi.
Her şeyi düşünmüştüm bu işlere girerken; hapis yatmayı, baskıları şunu bunu. Ama yetmiş altı yaşında, bir yabancı ülkede sürgün yaşamak hiç aklıma gelmemişti.
TİP parti içi çalkantılarıyla uğraşırken ülke de faşizm yükseliyor 12 Eylül 1980 darbesi hızla yaklaşıyordu. Darbe sonrasında Behice Boran tekrar tutuklandı ancak sağlık sorunları nedeniyle salıverilince yurtdışına kaçtı. 1981’de vatandaşlıktan çıkarıldı. Avrupa’da 7 yıl sürgün olarak yaşadı. Mülteci maaşıyla geçinmeye çalıştı. Sürgündeki son yıllarını TKP ve TİP’in birleşmesi uğruna mücadele ederek geçirdi. 10 Ekim 1987 yılında TKP ve TİP’in birleştiğini açıkladıktan birkaç gün sonra Brüksel’de öldü. Ve sürgünde ölen ilk türk kadın siyasetçi oldu. Cenazesi ülkeye getirildi. Eski millet vekili olduğundan TBMM ve İstanbul’da düzenlenen törenlerin ardından defnedildi. Cenazesine katılanlar cenaze törenin 1980 darbesi sonrası yapılan en büyük sol yürüyüş olduğunu söylediler.
Behice Boran’ı belki de en güzel anlatan hikâye ise Soner Yalçın’ın ağzından aşağıdaki gibidir:
Tarih: 1 Mayıs 1979.
Hükümet, İstanbul’da 30 saat süreyle sokağa çıkma yasağı ilan etti. Behice Boran 69 yaşındaydı. Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanıydı. Yasağın, işçi sınıfının hak ve özgürlükleri uğruna yıllardır verdiği mücadelenin kırılması anlamına geldiğini açıkladı. Bir yurttaş olarak Taksim’de olacaktı. Partili arkadaşlarıyla DİSK önünde buluşup Taksim’e yürüyüşe başladıklarında, ilk polis dipçiğini o yedi. Yere düştü. Beyaz saçlarından kan sızıyordu yüzüne. Zorlukla ayağa kalktı. Polisler evine götürmek istedi. Reddetti. Arkadaşlarını yalnız bırakmayacaktı.
Tutuklandı. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı’ndaki duruşmada hakim karşısına çıkarıldı. Hakim sordu:
“-Çıktınız mı?
-Çıktık.
-Ne yapacaktınız?
-Taksim’e doğru yürüyecektik.
-Peki neden çıktığınız?
-1 Mayıs emeğin bayramı, mücadele günüdür. Biz de o sınıfın partisiyiz, çıktık.
-Nereden çıktınız?
-Merter’den çıktık.
-Nereye gidecektiniz?
-Taksim’e.
-Merter neresi Taksim neresi, uzun yol; siz yaşlısınız nasıl gideceksiniz?
-Dinlene dinlene…”
Kaynaklar
- Bir Dönem İki Kadın- Birbirimizin Aynasında (Oya Baydar-Melek Ulagay)
- Bir Dinazorun Anıları (Mina Urgan)
- Yıldırımbölge Kadınlar Koğuşu (Sevgi Soysal)
- Behice Boran Öğretim Üyesi, Siyasetçi, Kuramcı (Gökhan Atılgan)
- http://www.tsip1974.com/yeni_sayfa_18.htm#.V_jvg_mLTIU
- Oda Tv
- Wikipedia
- Amargi Dergi