Oyun yazarı Ahmet Yapar’ın 2010 yılında kurduğu Ankara Devinim Tiyatro, Meksikalı feminist ressam Frida Kahlo’nun hayatını anlatan Ben Frida Kahlo “Otoportre” oyunuyla izleyiciyi buluşturuyor.
Frida Kahlo’nun aşk ve mücadele dolu geçen hayatı Mart 2016’da Ben Frida Kahlo “Otoportre” oyunuyla izleyici karşısına çıkmıştı. Kapalı gişe oynayan bu oyun 27 Kasım & 18 Aralık 2016 Pazar günleri saat 20.00’da CerModern’de tekrar izleyicilerle buluşacak.
Ankara Devinim Tiyatro’nun kurucusu Ahmet Yapar ve Ben Frida Kahlo “Otoportre” oyununun Frida’sı Fatmanur İsmailçebi Gaia Dergi’nin sorularını Ankara’daki tiyatro sevenler için yanıtladı.
Ankara Devinim Tiyatro’yu kurma fikri nasıl ortaya çıktı? Ankara’da yeni ve alternatif bir tiyatro kurma isteği miydi yoksa ciddi bir eksiklik olduğu düşüncesinden hareketle mi kuruldu?
Ahmet Y. : Ankara Devinim Tiyatro 2010 Ağustos ayında kuruldu. Kişisel olarak sürdürdüğüm mesleki çabalarım, çalışmış olduğum kurum ve özel tiyatrolarda bir tıkanma yaşadı. Mutlu değildim çünkü istediğim şekilde hareket edemiyordum. Yapmak istediğim oyunları hep ertelemek durumunda kaldım. Yazmış olduğum oyunlar kurum ve özel tiyatrolardan farklı gerekçelerle geri döndü. Madem kimse bana şans tanımıyor, ben de o şansı (ailemin de desteğini arkama alarak) kendime tanımış olurum dedim ve kendi tiyatromu çağın seyircisine hitap edecek bir manifesto ile kurdum.
İlk salon oyunumuz Roberto Zucco ile başlayan serüven aynı yıl içerisinde her ay bir yeni kısa / tek perdelik oyunlarla devam etti ve repertuarı kuvvetlendirmeye başladı, seyirciler neredeyse tiyatroyu oraya taşıma fikri olgunlaştı. Çehov, Brecht, Ionesco gibi yazarların oyunlarını Cafe / Bar Tiyatrosu konseptiyle oynadık. Ardından toplumsal gösterilerde, eylemlerde Sokak Tiyatrosu metinleri yazıp, oynadık. Tiyatro’nun bizlere sunduğu her sahayı kullanmaya gayret gösterdik ve bu bilinçle beraber özel bir radyoda Radyo Tiyatrosu hazırladık. “Sanat, sanatçı çağının tanığıdır” gerçeği tiyatromuzun nasıl bir çizgide ilerlemesi gerektiğine ışık tuttu hep. Toplumcu gerçekçi bir fikriyatla hareket ettik ve serüvenimiz öyle devam etmeye gayret gösteriyor.
Ankara’da yeni ve alternatif bir iş yapma isteği ya da sanatsal anlamda bir eksiklik olduğu düşüncesi sadece bizim için değil her sanat kurumu için kuruluşunda sorgulanan bir neden. Mühim olan bu nedene hangi perspektiften bakıldığı? Şöyle söyleyeyim Ankara’da alternatif olsun, salon oyunları olsun yenilikçi çalışmalar maddi kaygılardan ötürü ilerlemiyor. Ben de bu kaygılarla hareket ederek değil tam tersi kendimi bu kaygıdan soyutlamaya çalışıyorum. Devinim Tiyatro’yu temellendirdiğimiz şey de burada. Hep ilan ettiğimiz, okuduğumuz manifestonun içinde var.
Ankara’da değil sadece ülkenin genelinde maalesef bir yozlaşma, gericileşme, düzene ayak uydurma ve tekelcilik söz konusu. Haliyle bu durum sanatsal anlamda bütün eksikliklerin temel sorunudur. Bu olayı kişiselleştirmiyorum, bir genelleme yaptığım falanda yok ama işin gerçeği bu, sözde herkes gençlere imkân tanıma, onlara destek olma derdinde gibi görünse de madalyonun diğer tarafına da bakmak gerek. Kimsenin kimseye yardım ettiği, yol gösterdiği, ustalık ettiği falan yok. Kimse kendini kandırmasın.
Ülkedeki tüm ilişkiler “tırnağın varsa başını kaşı” bencilliğinde ilerliyor. İdealizm denilen şey tam anlamıyla bir değer kaybı yaşıyor. Haliyle konservatuarlardan mezun olmuş meslektaşlarım, konservatuara hazırlanacak arkadaşlarım bu girdabın içinde olmaktansa farklı mecralara yöneliyorlar. Ankara şehir olarak (sunduğu sanatsal imkânlar için söylüyorum) yetmiyor. Özellikle Ankara’da bu eksiklik ciddi derecede hissediliyor.
Nitelikli yapımlardan yoksun, oyunculardan, yazarlardan yoksun, yaşlı bir kent haline dönüşmüş durumda Ankara. Oyuncular, yazarlar İstanbul’da yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Çünkü Ankara maddi anlamda çok fazla alternatif veremiyor. Bunun bir başka sorunu da Ankara’ daki nüfus oranının biraz yaşlı kalması ve sabah 8 akşam 5 çalışıyor olmasından kaynaklı. Gençlerin yapmış olduğu yenilikçi / deneysel oyunlar onlara hitap etmiyor. Bu durumda yapılan alternatif işin seyirci anlamında yalnızlığa itilmesine neden oluyor.
İşte bu ve buna benzer noktalarda olan eksiklikler bize şunu gösteriyor; seyirci neredeyse ve tiyatro nerelerde yapılırsa biz o alanı temeli güçlü bir çalışma ile kullanalım. Bütün bu saydığım şeyleri önümüze koyarak ne yapabiliriz, nasıl bir yöntemle hareket edebilirizi sorguluyoruz hep. Nasıl yeni ve dinamik kalabilirizi arıyoruz. O alternatifi biz yaratmaya, eksikliği biz doldurmaya çalışıyoruz. Gerek repertuarı zengin tutmaya çalışarak, gerek tiyatronun yarattığı tüm sahaları kullanarak. Salon oyunları, cafe / bar oyunları, sokak ve radyo oyunları gibi yaptığımız tüm bu çalışmalar bu fikrin bir örneğidir.
Tiyatronuzun oynayacağı oyunlara hangi seçenekleri göz önüne alarak / eleyerek karar veriyorsunuz?
Ahmet Y. : Bu soruya tiyatronun kurucusu olarak değil, bir oyun yazarı olarak cevap vereyim. Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okurken bir hocam dersin birinde şunu demişti: Güneş doğudan doğup, batıdan batana kadar insanın hikâyesi bitmez. Bu büyük devran devam ettikçe yazmanız için öykü hep vardır.
Gün geçtikçe bu sözün anlamını daha iyi anlıyorum. Öykü her gün farklı yaşanmışlıklarla şekil buluyor. Bu yaşanmışlıkların haliyle sahneye taşındığı zaman belli sahne gerçekliğine, sahnelenebilirliğine dikkat ediyoruz öncelikle. Bir diğer şey ise öykünün farklı ve inandırıcı olması. Savaş temalı pek çok oyun yazıldı, sahnelendi. İnsanlar her gün savaş, cinayet konulu hikâyeleri televizyonda, haberlerde, gazetelerde, dizilerde izliyorlar. Bu tema, öyle bir ele alınmalı ki klasik yapının dışında seyirciye farklı bir pencere göstersin.
Seyirci oyun bittikten sonra savaşın hiç tanık olmadığı farklı bir yüzüne baksın. Bunları ele alırken bir diğer öncelik haliyle sahne estetiğine, theatral yapıya bakmaktan geçiyor. Çağın ve toplumun gerçeği her zaman bir tiyatro kurumunun, oyun yazarının ve yönetmeninin gözardı edemeyeceği şeydir. Yaşadığı topluma yabancı kalmış, sorunlarını gözardı etmiş bir proje öncelikle izleyicisine bir hakarettir. Derdi, sözü, eylemi belli bir tutarlılık içinde olmalı oyunun. Seyirciye slogan atmaktan ziyade, farklı bakış açıları sunmalı, sorgulamaya itmeli. Bayağı bir anlayış, basitleştirilmiş bir dilden uzak olmalı.
Oyun yazarlığı ve tiyatro dersleri verdiğim öğrencilerime de hep dediğim şey; twitter boşuna 140 karakter değildir. Twitter’ı 140 karakter yapan şey, modern zamanın insanının tahammül sınırıdır. Haliyle bu yapıya alıştırılmış bir algı bizim yaptığımız işte de kendini hissettiriyor.
Şöyle ki, tahammül sınırı az, zihinsel yapısı görsele ve kısa – öz olan şeye alışmış bir seyirci kitlesine uzun uzadıya bir oyun izlettirmezsiniz. Yapacağımız iş öz, net ve vurucu olmalı. Oyunculuk, dramaturgi ve reji deneyimine açık, oyunu hazırlayanların çalışmaktan, izleyenin de zevk alacağı, farklı bir yoruma açık olmalı. Bütün bunları ele alarak oyunlarımızı seçiyoruz.
Peki neden Frida Kahlo “Otoportre” oyunu?
Ahmet Y. : Uzun zamandır tek kişilik biyografik bir çalışma yapmak istiyordum. Frida Kahlo da yaşamı ve duruşuyla kendi hayran kitlesini yaratmış popüler bir ikon. Az önce belirttiğim gibi tema dediğimiz kavram tüm oyunun iskeletidir.
Frida’da hem politik olarak hem de sanatsal anlamda oyun için pek çok done var. Aşk, acı, resim ve devrimci olmak gibi. Bu kavramları belli bir çatışmayla kurguladığımız zaman sağlam bir izlek çıkıyor karşımıza. Hastalığından sonra resme başlaması bile başlı başına bir konu bence. Yatalak bir kadına meşgale olsun diye ailesi tavana bir ayna koyuyor ve kadın otoportre çizmeye başlıyor. Bunu yaparken de estetikten ödün vermiyor. Kadının hayatını daha derinlemesine araştırmaya başladım ve onun hayatını anlatan bir kitabın elime geçmesiyle daha da şekillendi bu fikir. Oyunu yazmadan önce reji anlamında kafamda bitirdim oyunu, öyle başladım yazmaya. Ve geçtiğimiz 14 Mart’ta 2 – 2,5 aylık bir prova sürecinden sonra izleyici karşısına çıktı oyun.
Frida Kahlo’yu oynamayı seçmiş olmanın özel bir sebebi var mı? Frida’nın feminist ve mücadeleci bir kadın olması gibi…
Fatmanur İ. : Frida’nın kendi doğrularından vazgeçmeyişi, mücadeleci yapısı, aşkları, Diego’ya yazdığı mektuplar zaten başlı başına çok heyecan vericiydi. Metin oluştukça, hayatının daha derinlerine indikçe daha çok heyecanlandım. Aslında ben Frida’yı değil de Frida beni seçmiş gibi hissediyorum ve tabi kendimi çok şanslı hissediyorum bu projede yer almaktan dolayı.
Oyunu henüz izlemeyenler için, Frida’nın aşk ve mücadele dolu hayatını oyunda nasıl işlediniz?
Fatmanur İ. : Öncelikle Frida ile ilgili elime ne geçtiyse okuyup, izlemeye çalıştım. Onun hayatını sahneye taşımak pek de kolay olmadı açıkçası. Masa başı çalışmasını elimizden geldiğince kuvvetli tuttuk. Sahnede de bol bol deneme yanılma yöntemi yaparak içimize en sineni, en doğru olabilecek rejiyi oluşturmaya çalıştık. Aşkı, siyasi yaşamı, ailesi… Oyunu izleyen herkes bir parça Frida olacak.
Frida’yı oyunda temsil ediyor olmanın oyunculuk açısından herhangi bir kazanımı ya da farklılığı olduğuna inanıyor musunuz?
Fatmanur İ. : Öncelikle oyun tek kişilik olduğu için zaten başlı başına büyük bir sorumluluk. Sağlam bir kondisyon en büyük kazanım oldu. Karşılaşılan sorunlar hakkında hızlı karar verme yetim gelişti. Çünkü sahnede her şeyle tek başınasınız. Oyunculuğu meslek edinmiş herkesin yaşaması gereken bir deneyim olduğunu düşünüyorum.