Albert Camus 1913 yılında Fransa sömürüsü altında olan Fransız Cezayirinde doğdu.
Felsefe terminolojisine absürdizm kavramını kazandırmıştır. Birçok yazar, eleştirmen onu varoluşçu olarak nitelendirse de aslında o bunu hiçbir zaman kabul etmemiştir. Kendini hiçbir akımın filozofu; daha doğrusu bir filozof olarak bile tanımlamadı.
Babası bir Fransızdı, annesi ise İspanyol. Yoksul bir ailenin çocuğuydu. 1914’te babasını kaybetti. Bir ya da bir buçuk yaşındaydı, babasını kaybettiği zaman. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak, Camus’yü büyütmeye çalıştı. Ancak o bağımsız bir yaşam sürmek için evden ayrıldı. Önce liseye sonra Cezayir Üniversitesine kabul edildi. Üniversite sırasında verem hastalığına yakalandı. O dönem çok yaygın bir hastalık olan verem binlerce belkide milyonlarca insanın ölümüne neden oluyordu. Çözümü asla tam anlamıyla yoktu. Üniversiteye bir dönem ara verdi. Aynı şekilde üniversitedeki futbol kaleciliğini de bıraktı. Camus futbolu ve kadınları her şeyden çok arzuluyor ve beğeniyordu. Hatta iyi bir kaleciydi. 1936’da bir şekilde Cezayir Üniversitesindeki felsefe eğitimi tamamladı.
1934’te Fransız Komünist Partisine katıldı. Fakat üç yıl sonra Troçkist suçlamasıyla atıldı. O dönem, hatta son on seneye kadar bile, Troçkistler hain olarak nitelendiriliyor, partilerden ihraç ediliyorlardı.
Yine aynı yıllarda morfin bağımlısı bir kadınla evlendi. Birbirlerini sürekli aldattılar. Ve sonunda ayrıldılar. 1935’te İşçi Tiyatrosunu kurdu ve yaklaşık 4 sene boyunca oyunlar yazdı, oyunları kendi tiyatrosuna uyarladı. Yıllar bu şekilde geçti.
1940’ta piyanist ve matematikçi olan Francine Faure ile evlendi. 5 Eylül 1945’te Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Aynı yıl bazı dergilerde ve gazetelerde çalışmaya başladı. İkinci dünya savaşında bir pasifist olarak kaldı. Ancak Paris’in işgal edilmesiyle beraber, belirli komünist gazetecilerin ve komünistlerin asılmasıyla fikirleri tamamen değişti. Dergi ekibiyle Fransa’nın Bordeaux şehrine gitti ve orada dünyaca ünlü olan iki kitabını yayımladı. Yabancı ve Sisifos Söyleni. Ve sonrasında diğer birkaç kitap daha yayımladı. 1957 yılında Nobel Edebiyat ödülü kazandı. Camus bu ödülü kazanan en genç yazarlardan biriydi.
1960 yılında bir trafik kazası geçirdi ve öldü. Mantosunun cebinde bir tren bileti bulundu. Fakat mantosunun cebinde bulunan bir bilet ölümünün ne kadar da trajik olduğunu gösterdi herkese. Büyük olasılıkla normalde gideceği yere tren ile gidecekti, fakat arkadaşlarının araba ısrarı farklı sonuçlar doğurdu.
Neredeyse tüm kitaplarının çevirisi ve yayımlanması Can Yayınlarına ait. Yaklaşık 20-25 adet kitabı Can Yayınlarında bulunuyor. Hatta Adil Oyunlar serisi bile. Tiyatro oyunlarını bile yayınlayan Can Yayınlarının, Camus’ye verdiği önem nesnel yönden de çok görkemli. Yabancı romanı Türkiye’de en çok satılan ve okunan romanlardan biri. Aynı şekilde Tomris Uyar bir röportajında “Veba da, unutamadığım romanlardan biridir.” demişti.
Onun anlam, intihar ve sorgulamaları çok farklıydı. Hayatın bir anlamı olmadığını, olsa bile sonunun değiştirilemeyeceğini, fakat buna rağmen yaşamın melankolik ve pesimizm ile sürdürülemeyeceğini savunuyordu. Bu saçmalığa rağmen intihar etmemenin bir başarı olduğunu söylüyordu.
Edebiyata ve felsefeye katkıları şüphesiz ki çok güçlüdür. Kalıcı bir şeyler vardır o saçma kavramıdır: “Saçma Kavramı“, yaşam anlamsızsa; saçmadır. Asla son değişmeyecektir. Bir hiç vardır. Bu illa felsefik kimliklerle tanımlanmak zorunda değildir. Zamanı tüketmek, ölümü de tüketmektir aslında.
Albert Camus 57 yıl önce, 46 yaşında öldü. Rahat uyu saçma ve uyumsuz adam.