Anlatmak, insanlık tarihi kadar eski; insanlık var olmaya başladığı andan beri kendi hikâyelerini anlatmaya başladı. Sözlü anlatımın ne zaman başladığı kesin olarak bilinmese de biliyoruz ki anlatımın tek yolu kelimeler değil. Anlatma ihtiyacı her zaman var oldu; hareketlerle başlayan bu ihtiyaç sözlere döküldü; sözlerden sayfalara kazındı ve yeni dönemde ise ekranlara yansıdı. Yerliler, ateş başında hikâyeler anlattı genç kabile üyelerine; çocuklar masallarla büyüdü. En sonunda hikâyeleri dinlemeyi, masalları okumayı bıraktık ve televizyonu açtık; masalları izlemeye başladık.
Yeni dönemde, okuduğumuz masallar televizyonda izlediğimiz dizilere dönüştü. Kahramanlar, iyi-kötü savaşları, şatolar beyaz atlı prens bekleyişi ve bu süreçte prenseslerin çektiği acılar aynı kaldı. Şatolar ve beyaz atlı prens modern zamana uyarlandı; artık şatolarda değil yalılarda, malikânelerde yaşıyor karakterler, atların yerini arabalar aldığından beri dizilerdeki prensesler beyaz spor arabalı prenslerini bekler oldular. Pamuk Prenses’in Kötü Kraliçesi, Uyuyan Güzel’in kötü kalpli perisi kıskanç akrabalara, hırslı insanlarla yer değiştirdi. Pamuk Prenses zehirli elmayı yedi ve derin bir uykuya daldı. Kıskanç bir peri ise Uyuyan Güzel’i uykuyla lanetledi. İki prenses de gerçek aşkın öpücüğüyle hayata döndüler ve sonsuza dek mutlu yaşadılar. Bu iyi kötü savaşının sonu hep aynıydı: Kötüler hak ettiğini buldu ve iyiler sonsuza dek mutlu yaşadılar.
Masalların mutlu sonu dizilerden pek de farklı sayılmaz. Sıradan bir Türk dizisi de aynı sona sahip; kıskanç akrabaların, hırslı arkadaşların gazabından kurtulan ana karakterler birbirlerine kavuşurlar ve sonsuza dek mutlu yaşarlar. Sonunu bildiğimiz masalları dizileri neden dinlemeye, izlemeye devam ediyoruz? Türk dizileri ortalamanın üzerinde bir uzunluğa sahip. 20.00’da başlıyor ve bir saatlik özetten sonra yeni bölüm yayınlanıyor. 23.30’da bitiyor. Tek bir dizi için üç buçuk saat ayırıyoruz ve sonunu bildiğimiz halde yıllarda haftanın aynı günü, aynı saatte ekran başındaki yerimizi alıyoruz. Bu eylem haftanın yalnızca bir günü değil her günü yapılıyor yani hayatlarımız yeni dönem masallarını izlemekle geçiyor.
Her zaman bir şeyler anlatıldı. Anlatılan neydi? Gerçekler mi, kendi gerçekliklerimiz mi? Yoksa sadece hayallerimizi mi anlattık? Masallar ne anlattı? İyi, sabırlı bir insan olursan her zaman kazanacaksın. En zor anında seni bu durumdan kurtaracak kahramanların olacak. Gerçek aşkı bulup hep mutlu olacaksın. Diziler de aynı mesajı veriyor izleyenlere. Gözümüzü ekrandan çevirdiğimizde gördüklerimiz bunların hiçbirine benzemiyor. Gerçek bunların yakınından bile geçmiyor. Masallar ve diziler kurgulanmış dünyalar. Gerçeklikle yüzleşemediğimizden masal dünyasına sığınıyoruz. Masalları uyumadan önce okuduk, dizileri uyumadan önce izliyoruz; gün içinde yaşadıklarımızı unutup bu fantezi dünyalarını düşünerek yataklarımıza gidiyoruz. Her gece kandırılmak, gerçeklikle değil hayal dünyasında uykuya dalmak istiyoruz. Gözlerimizi gerçekliğe kapatıyoruz. Kabul etmesi zor olduğundan masalların gerçek halini okuyamıyoruz.
Masalların uyku zamanı masallarına dönüşmeden önceki versiyonlarında tecavüz bile var. Değiştirilmiş hallerinde de sapkınlığı görmek mümkün. Pamuk Prenses ve Uyuyan Güzel uyurken hiç bilmedikleri prenslerin öpücükleriyle derin uykudan uyanıyorlar. Gerçek aşkın öpücüğü her türlü laneti bozar. Pamuk Prensesi ormanda, Uyuyan Güzeli sarmaşıklarla kaplı, zorla girebildiği şatoda gören prens ilk kez gördükleri prensesleri nasıl öpebiliyor? Bu nasıl gerçek aşk olabiliyor? Disney prenseslerinin çoğunun 14- 16 yaş arasında ve bu prenseslerden birçoğu masalların sonunda evleniyor. Sapıklığı görmezden geliyoruz.
Akşam haberlerinde gördüğümüz tek şey kan, cinayet, tecavüz, açlık, hastalık iken bu haberlerin hemen ardından gelen dizilerle bunları da görmezden geliyoruz. Kanalı değiştirip kendimizi eğlendirecek bir şey bulduğumuz anda gerçekliği bir sandığa kapatıp denize atıyoruz. Türk kanalları arasında olan TV8’de ise tek bir haber programı bile bulunmamakta çünkü gerçek dünyaya gerek yok. Survivor dünyası var, Survivor bitince üzülmeyin hemen arkasından yorumların yapıldığı program ve bu biterse de üzülmeyin bu kanalda sadece “eğlence” vadediliyor.
Masallar ve diziler sadece fantezi dünyasına giden bir yol değil aynı zamanda bireysel ve toplumsal yapıyı etkileyen faktörlerden. Cinsiyet rollerinden kimliklere, alışkanlıklara, seçilen ürünlere, dilimizdeki sözcüklerin değişmesine ve konuşma şekline kadar etki ederler. Çok masal dinlemiş bir kız çocuğuna büyüyünce ne olmak istediğini sorarsanız “ben prenses olacağım” cevabını almanız muhtemel. Yeni dönem masallarını dinlemiş çocuklar ise en favori dizi karakterleri olmak istediğini söylemesi gibi.
Çoğu masalda prensesler yardıma muhtaç, kırılgan, zarif, kibar olmuşlardır. Külkedisi elinde bir süpürge çaresizlikle kurtarılmayı beklemektedir. Perinin yardımı sayesinde baloya gidebilir, prensi ayakkabıyla geldiğinde odasından çıkmak için bile yardım almıştır. Gerçek aşkı(!) elinde ayakkabıyla sevdiğini aramaktadır; ama sevdiğini yüzünden tanıyamaz. En sonunda Külkedisi prensine kavuşmuş mutlu olmuştur. Okuyanlar sadece mutlu sonu önemser ve detayları unutur gider. Külkedisinden prensese dönüşen karakteri okurken bu karakterin ne kadar yardıma muhtaç olduğunu önemsemeyiz. Bunun gibi pek çok örnekler gösterilebilir. Küçük bir kız çocuğu bu durumu net göremeyeceğinden prenses olmak istemesi oldukça normal. Ama asıl öğrenmesi gereken Külkedisinden prensese dönüşmek istiyorsa prensini beklemesine gerek yok.
Erkek çocuklarında ise kahraman olma isteği ön planda. Yardımını bekleyen krallıkları ya da güzel prensesleri var. Prensler her zaman güçlü, savaşçı, dürüst ve cesur yanlarıyla ön plana çıkmıştır. Bu özelliklerin güzel olmasına rağmen uzun vadede bu erkek çocukları, hiçbir kadının onların yardımı olmadan bir şey yapamayacağını düşünen erkeklere dönüşebilirler.
Yeni dönem masalları da aynı etkiyi göstermektedir. Televizyonun kitlesel iletişim aracı olması, bu etkilerin toplumsal boyuta ulaşmasını kolaylaştırır. Cinsiyet rolleri dışında yeni dönem masallarının değiştirebildiği daha başka şeyler var. Satın aldıklarımız, kıyafetlerimiz, dile eklediğimiz yeni sözcükler vb. Belki de yıllardır mağaza raflarında duran ve satılmayan ürünler, dizilerde gösterilmeye başladığında yeni bir moda çıkıyor. Sıla tokası, Hürrem yüzüğü, Bihter gömleği… Dizi karakterlerinde gördüğümüz kıyafetler yeni tarzlarımızı, saç rengimizi (Hürrem Bakırı) belirliyor. Dizilerde kullanılan kelimeler söz grupları biz fark etmeden dilimize yerleşiyor ve herkeste duyduğumuz şeyler haline geliyor. Avrupa Yakası karakteri Selinle kullanmaya başladığımız “Oha falan oldum yani” bu değişime örnek verilebilir.
Sonuç olarak, diziler yeni dönem masalları olarak düşünülebilir. Zaman, mekân değişmiş olsa da anlatılan, hikâyelerin sonu aynı kaldı. Herkes mutlu sonla yaşadı. Gerçeği anlatılması yerine hayal dünyaları anlatıldı. Uykuya dalmadan önce, masal okudundu dizi izlendi. İhtiyacımız olan aslında neler olduğunu görmek bilmek değil en güzel, keyifli hayal dünyasına yolculuğa çıkmak. Kendi yarattığımız akşam haberlerine dayanamayıp yine kendi yarattığımız fantezi dünyalarına sığındık. Gerçek hayatta mümkün olmayacak şeylere inanmaya başladık. Bireysel ve toplumsal olarak ne kadar etkilendiğimizi fark etmemeye başladık. İsteklerimizle, kıyafetlerimizle, tarzımızla, konuşmamızla gerçek olmayan dünyaları gerçek hayatlarımızda yaşamaya çalışmaya başladık.
Hazırlayan: Gözde Güzey