21. yüzyılın en önemli bilimkurgu eserlerinden biri olarak görülen Richard K. Morgan’ın kaleme aldığı Değiştirilmiş Karbon, PHILIP K. DICK En iyi Roman Ödülü’nü almış, yakında Netflix’in uyarladığı Altered Carbon ile izleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
Bu kış nefes kesen bir dizi arıyorsanız, buldunuz. Netflix yapımı Altered Carbon hem konusu hem de Game of Thrones’dan daha yüksek bütçeli yapımı ile beklentileri epey yükseltti. Dizisi ve kitabı çıkmadan inceleme fırsatı bulduğumuz Değiştirilmiş Karbon’u merakla bekliyoruz.
Değiştirilmiş Karbon
25. yüzyılda insanlık bütün galakside hüküm sürüyor. Irk, inanç, ve sınıf farklılıkları hala var ama gelişen teknoloji hayatı baştan tanımlamış. Artık insan bilinci bir depoya kopyalanıp kolaylıkla yeni bir bedene aktarılabiliyor. Ölüm söz konusu değil, bedenler yalnızca kılıflardan ibaret.
Eski bir asker ve BM elçisi olan Takeshi Kovacs son ölümünden sonra gözlerini yeni bir bedende açtığında evinden 180 ışık yılı uzakta kadim medeniyetlerin gezegeni Dünya’da buldu. Eski adıyla San Francisco’da, yeni adıyla Bay City’de kendini büyük bir komplonun ortasında bulan Kovacs dünyanın en güçlü insanlarından biri olan Laurens Bancroft tarafından detektif olarak tutulmuş ve Bancroft’un ölümünün gizemini çözmesi gerekmektedir.
Blade Runner ve Neuromancer İzinde
Siberpunk türünün en dikkat çekici örneklerinden biri olan Değiştirilmiş Karbon, Blade Runner ve Neuromancer gibi eserlerin izinden giden bir bilim kurgu-distopya ürünü. Merak uyandırıcı ve akıcı bir roman, distopik yönü ağır basmasa da okuyucunun içini ezen konulardan bahsediyor. İleri teknoloji ve kötü yaşam koşullarını topluma ve kişilere yönelik eleştirilerle birleştirmiş.
Şubat 2018’de Netflix ile izleyici karşısına çıkması beklenirken, bu sırada hiç vakit kaybetmeden kitabı okumaya bakın. İthaki yayınları, Takeshi Kovacs üçlemesi olarak bilinen serinin ilk kitabı. Aslıhan Kuzucan çevirisini, Alican Saygı Ortanca editörlüğünü yaptığı Değiştirilmiş Karbon, 19 Ocak 2018 itibariyle raflarda yerini alacak. Bu linke tıklayarak kitabın ön okumasına ulaşabilirsiniz: İthaki Yayınları Değiştirilmiş Karbon Ön Okuma Linki.
“Kişilik sandığımız şey, şu an gözlerimin önündeki dalgalardan birinin gelip geçici şeklinden fazlası değildi. Ya da, bu benzetmeyi insan hızına indirerek kişiliği rüzgâr, yerçekimi, eğitim ve gen gibi etkenlere göre şekillenen bir kum tepesine benzetebilirim. Hepsi erozyona ve değişime bağlı. Bunu kırmanın tek yolu, sonsuza dek depolanmak.”
Ölüm – yaşam – varoluş üçgeninde, din – etik – para konularına kara mizah ve göndermelerle yaklaşılmış. Zekice kurgulanmış, okuması eğlenceli ve sürükleyici. Bu evrende neler var, hangi kavramlar nasıl değişikliğe uğramış bir bakalım ve cevaplaması zor birkaç soru soralım.
Karşımızdaki Dünya artık sadece uzaydaki bir başka yerleşim yeri, kadim ve medeni bir gezegen haline gelmiş. İnsanlar galaksinin her yerinde hüküm sürüyor. Başka gezegenlerden süs eşyaları alıyorlar ve başka gezegenlere gezintiye çıkıyorlar.
Bilincinizi sorunsuzca başka bir bedene aktarabiliyorken, ölmek demek bir türlü uyku hali gibi geliyor. Bedeniniz değişebiliyorken, ölmek söz konusu değilken toplumda silahların ve şiddetin arttığı ilişkiler var. Artık cinayetler yerine bedensel hasarlar araştırılıyor. Kimsenin kaybedecek bir şeyi yok, canını almıyorlar ya! Canınızı alamazlar, başka bir beden ile geri gelebilirsiniz. Ancak, size işkence edebilirler. İşkence bedensel ya da zihinsel olabilir.
Hayalini kurduğunuz tanrılar kaderin efsanevi unsurları, zavallı ölüm veri depolayan değiştirilmiş karbon teknolojisiyle başa çıkamadı, oysa eskiden onun korkusuyla yaşardık.
Bilincin dijitalleştirilmesi ve aktarılmasına karşı çıkan bir grup insan var. Sadece Dünya’da aktifliğini sürdüren bu grup, ruhun kaybedilmeden değiştirilemeyeceğine inanıyor. Bu kişiler, ölen kişilerin geri getirilmemesi gerektiğine inanıyorlar. Bu insanlar kişinin “ölüm hakkı”nı savunuyor ve bunun için mücadele ediyor. Herkes kılıftan kılıfa geçebiliyor ve ölümsüzlüğü tadabiliyor. Ölümün ve ölümden sonra yaşam olmadığında din ve tanrının rolü ne olurdu? Tanrı ve ölüm korkusu olmayan insanların ahlakı nasıl bir değişime uğrar? Kitabın distopik yönü çoğunlukla bu sorular üzerinde duruyor.
Bir bedende “ölüp”, yeni bir bedende uyanmak, “kılıfına” alışmak nasıl bir süreç? Fiziksel özelliklerimiz olduğumuz kişiyi ne kadar etkiliyor? Sadece kişinin kendisi değil, bütün sevdikleri yeni kılıflara bürünmüşken, kendini ve sevdiklerini tanımak mümkün mü? Mecazi bir tanımayı bir kenara bırakalım. Bir gün kendiniz ve sevdikleriniz bambaşka bedenlerde dünyada gezmeye başladığında, onları bulabilir misiniz? Ya da onlar sizi bulabilir mi? Eğer karşınızdaki kişiyi ve bedenini bir bütün olarak düşünüyoruz, bu kişi yeni bir kılıfa geçtiğinde onu sevmeyi öğrenebilir miyiz? Bu durumda, sevgimiz eksilir mi?
İnsanların kılıflarını değiştirilebilmesi, bedensel ihtiyaçlar ve bu ihtiyaçların düşünceye etkisini de düşündürüyor. Bedensel bir stres yaşandığında kişinin bedeni fizyolojik tepkiler verebiliyorken, endişeye kapılan ya da korkan kişi değil, kişinin bedeni oluyor. Benzer şekilde, kişinin hoşuna giden ya da onu cinsel açıdan tahrik eden durumlar da bedenden bedene değişebiliyor. Karısını kaybeden bir adam, karısı karşısına başka bir kılıf ile geldiğinde karısını aldatıyormuş gibi hissediyor. Daha ürpertici olanı, karısı da kocası onu aldatıyormuş gibi hissediyor. Kılıf değiştirmek bu kadar kolayken, kılıflara alışmak sanıldığı kadar kolay değil.
Bir kılıfta iken, kimse içinde kim olduğundan emin olmayabilir. Örneğin bir adam, “Ben senin annenim.” diyerek kişiyi kandırabilir. Belki annesi gerçekten de bu adamın kılıfının içindedir, belki de kişinin annesinin kılıfında başka biri vardır, ortalamanın altında gelire sahip biri yeterince para biriktirerek belki annesini satın alabilir ve annesi tekrar bedenine kavuşur.
Peki ya kişi kılıfını reddederse? Kitapta bu konuya psikobütünlük reddi olarak değinmiş. Birinin kılıfın içindeykeni kişinin kendisini seyir halinde hissetmesi durumu olarak ifade etmiş. Bu kişi aynaya bakıyor ve dehşete düşüyor: Acaba aynadaki adam varlığını sezebilir mi? Sezerse ne olur?
Diyelim ki, ölme fikri gerçekten hoşunuza gitmiyor. Ölmemek için yüzyıllar boyu birden fazla bedenle yaşama kaldığınız yerden devam edebilirsiniz. Sahip olduğunuz kılıflar bedensel yaşı ile ilerlerken, on birinci kılıfındaki biri üç yüzyıldan daha yaşlı olabilir. Boş vakit ve parası varsa, ilgisini ve heyecanını asla kaybetmiyorsa bu kişi altmıştan fazla çocuk yapabilir. Üç yüzyıl sonunda sahip olduğu arkadaşlıklar, aile, para, iş katlanarak artıyorsa bu kişi toplumda güçlü biri haline gelir. Bu insanlar varsayımsal değil, kitapta bu insanlara yer veriliyor. Hatta kurgunun büyük bir kısmı bu tarz insanların güçleri, yarattıkları sorunlar, ve yok edilmeleri üzerine.
Met’ler, yüzyıllarca yaşamış ve pek çok kılıf değiştirmiş bu insanlar, dokunulmazlar. Sadece fiziksel ve toplumsal güçleri onu dokunulmaz yapmıyor. O kadar uzun süre yaşamışlar ki zaman değişmiş, gördüğü toplumlar doğmuşlar ve ölmüşler, olan biten her şeyin dışında kalmışlar, ve bir süre sonra bunların hiçbiri bir anlam ifade etmemeye başlamış. Toplumlar Met’lere hiçbir anlam ifade etmiyorken, otuzlu kırklı yaşlarında normalde saygı duyulan ve yetişkin birey olarak kabul edilen insanların da hiçbir anlam ifade etmemesine şaşmamak gerek. Bu insanlar Met’ler için değersiz ve ezilecek varlıklar, manipüle ediliyor ve elden çıkarılıyorlar.
Ortalama bir insan yeni bir kılıfın parasını karşılayabilir, ama çok zengin olmadığı sürece hayatı ve yaşlılığı sona erdirmek gerekebiliyor. İki kereden fazla yeniden dirilmeyi kaldırabilecek az sayıda insan var, herkes yaşamdan yaşama kılıftan kılıfa devam etmek istemiyor. Bunu yapabilen, farklı olan ve yüzyıllar geçtikçe neye dönüşeceğini umursayan bir tip insan deniliyor Met’lere. Kitapta ve dizide Met’lerle sıklıkla karşılaşacağız.
Met’ler arasında 250 yıllık bir evlilik sürdürenler var. Bunun anlamı iki kişinin 250 yıl boyunca aynı kişiyi sevmesi olarak anlaşılabilir. Hayır, bu kişilerin saf olan duyguları gittikçe azalırken, kılıflarının hormonlarını tatmin etmeleri gerekiyor. Sonuç olarak 250 yıl sonunda elinizde kalan sevgi değilse, belki saygı olabilir, ama emin olarak söyleyebiliriz, ellerinde kalan yalnızca bedenleri. 250 yıl yaşamak bile zor görünürken, bu kadar yıl evli kalabilmek oldukça ilginç olurdu.
Yaşlı insanlar için zaman hızlı akıyormuş gibi gelir. 80 yaşında biri için geçen sene, 80 yılın 1/80’dir. Peki 300 yaşındaki biri için? Bu kadar uzun yaşayan insanların zaman kavramı farklı olmalı. Bir gün, bir yıl, bir yüzyıl ne demek onlar için? Zaman kavramı değişebilir, gerçeklik de değişir mi? Kitapta bu konuya şöyle değiniyor: gerçeklik esnek bir kavram, kimin gerçekten koptuğunu kimin kopmadığını belirlemek çok zor, ikisi arasında fark var mı? Anlamsız bir fark var.
Pekala, teknoloji bu kadar gelişmişken neden robotlar toplum hayatında yok? Çünkü gereksizler, pahalılar, iki işlevin bir araya getirilmiş haliler: yapay zeka ve siber mühendislerce tasarlanan güçlü üst yapı. İnsan bedeni bolken, bu bedenlere kolayca cerrahi müdahaleler yapılabiliyor, hatta nörokimya ile beyinler bile geliştirilebiliyor. Kimin neden robotlara ihtiyacı olsun? Çocuk doğurmak, beden yetiştirmek, ve sentetik bedenler üretmek, robot üretmekten çok daha kolay.
Değiştirilmiş Karbon kitabı da raflara çıkmak üzereyken hiç vakit kaybetmeden bir kitap edinin ve Altered Carbon dizisini beklerken okuyun. Bilimkurgu ve distopya severleri kitaba bayılacaklar. Düşündürücü ve eğlenceli Değiştirilmiş Karbon, sürükleyici anlatımıyla nefes almadan okunabilecek bir kitap. Herkese iyi okumalar!