“Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma,
Mavi, mor, kırmızı ve yeşil,
İstedim, hep istedim,
Sen iste derdim, iste yeter ki
Vereyim.
Her istediğimi verdim.
Arttım, fazlalaştım,
Eksikli yaşamaktan.
Ahlar ağacıyım, gibisi fazla.
Başka bir şey istemem
Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma,
Hesabımı vermekten başka.
Vasiyetimdir:
Dalgınlığınıza gelmek istiyorum
Ve kaybolmak o dalgınlıkta.”
Didem Madak, ahların kadını… Çok ahı kaldı toprağa.
Dün, bugün ve pek çok gün “çiçekli şiirler yazan” kadını, Didem Madak’ı anmak gerekiyor. Kuşların, çiçeklerin, rengarenk reçellerin soluğu, günebakan kadın. “Ahlar Ağacı” Madak’ın şiirlerinin en büyüğü. Kaç “ah” dökülüyor şiirden…
Tekrar yapıştırsak da parçalanan hayatlarımızdan sızan sudan, çok şey görmüşlüğün bitaplığından, çocukken olsun istediğimiz, o bütün olanların ağırlığından, önemi olmayan yokluğumuzdan, sonunda alışmalarımızdan, bıçağın ucundaki hafızalardan, hep yedi yaşında kalan sevinmelerimizden, çok sevinmelerin kadınlarını yitirmenin soğukluğundan, maviye, yeşile küsen ömrümüzden, mutsuzluktan yok olan dakikalarımızdan, yıllarca boşa söylenmiş sözlerden, nergis kokulu cehaletimizden… Kaç “ah” dökülüyor toprağa kalacak!
“Ah” demeyi beli bükülünce öğreniyor insan…
Ya da “beli bükük ahlat ağaçlarından”.
İnsan “ah” demeyi eninde sonunda öğreniyor da, şöyle toplu birlik bir hakkını veremiyoruz bunca zamandır. Hakkı toprağa mı kalsın istiyoruz?
Öyle ya, hepimizin beli bükük ama “ah” öyle çok dökülmüş ki dallarımızdan… Ah demeyi çoktan öğrendik de ayağa kalkmayı öğrenememişiz (öğrenmek de istememişiz) ya da başkasının acısına “vah” demekten ötesini… Yetmemek ama katlanmak; susmak ama inanmak; sevmek ama sımsıkı kavramamak…
Artık bütün “ah”lar ya öylesine çıkıyor ağzımızdan ya da kısa zaman sonra sönmek için yüreğimize gelen ateş parçası oluyor. Şöyle bir yokluyor, sonra hiç. Dört büklüm olduk.
Bütün meydan okumalarıyla dolu dolu “AH!” diyenler de var muhakkak. Bir kez insan sevmemiş gaddarların hep birlikte üstüne bastığı ama ezemediği… “Hepimizin” olmayı başarmış olanlar var. En çok onlar var.
“Dirensinler, dayansınlar, yaşasınlar!”
Yaşatmadılar mı?
“Ölmezler, ölmediler, yaşıyorlar!”
Biz? Büküldükçe bükülürüz. Artık nergis kokmuyor cehaletimiz.
“İç ses
Bu bahsi kapa”(ma)!