“Ah, ne diyordum, unutmuşum Oğuz’cuğum, her şey tam da planladığımız gibi olunca, bizim de Tehlikeli Oyunlar’ımız var sahici okuyucu, bazı şeyler el el üstünde oturmakla olmuyor. Öyle değil mi Oğuz’cuğum?
Kadının Adı: Saliha, Meliha, Bediha, birisi işte, bir rey, bir birey.
Kadının Adı: Sabahat, Nebahat, Nurhayat, tek göz oda, yanan soba, sobanın üstünde bir tencere, tencerede bakliyat, odada, yatak döşek, çoluk çocuk, su ısıtılan emayede kaynayan kazan, sobanın üstünde çoraplar, çamaşırlar.
Kadının Adı: Eda, Seda, Belgin, kahve makinesinin sesi gece yarısından sonra komşularını rahatsız etmesin diye Bodrum’a taşınmış.
Kadının Adı: Tezer, Leyla, Tomris, kitaplıkta hâlâ sayfaları sevgiyle açılır.” diye yazarken Günaydın Hanım, kızı bakar yazdıklarına.
“Kadının adı olsun diye her birine bir ad verdin de n’oldu? Daha ilk sayfada kendinle monoloğa başlamışsın. Yüzüme bak, gözlerime, gözlerimin tam içine, lens mi taktın sen?”
“Evet, dışarı çıkacağım. Hatta hazırlanmaya başlasam iyi olur. Bunun daha kıyafeti var. Kıyafete uygun çantası var. Kolyesi, küpesi, yüzüğü, bileziği var. Fular mı taksam, şapka mı alsam? Senin için de var. Seda için de var. Nebahat gündeliğinin derdinde belki onun için yok. Hah, iyi insan lafının üstüne gelirmiş. Kapıyı aç da beklemesin.”
“Tamam anne.”
“Nebahat hoş geldin, biz de birazdan çıkacağız Eda’yla. Bak senin oğlanlar için bir şeyler hazırladım. Kapının yanındaki poşetlerde, çıkarken almayı unutma.”
“Sağ olun Günaydın Hanım, Allah tuttuğunuzu altın etsin. Allah ne muradınız varsa versin.”
“Sen de sağ ol Nebahat. Hadi hazırlan Eda. Beş çayından önce yetişmezse bu sayfa lansman kalır yine başka bahara.”
Günaydın Hanım, hazırlanırken, müthiş edebi dehanız bir yana yine çok kadirşinassın. Pencere önlerinde sardunyaların capcanlı. Balkonundaki yaseminler, begonviller açmış. Evdeki ekmekten arta kalanları martılara için hazırlamışsın. diye geçer aklından.
Nebahat temizliğe başlamış. Günaydın Hanım ve kızı çıkınca önce televizyonu açar. Bir kahve yapar kendine. Kediye terslenir. Kedinin umru değil. Nebahat sevmez kedileri ama bunun ayrı bir havası var der kendine, cins midir nedir? Günaydın Hanım da az değil. Yine de gözüm yok hiçbir şeyinde. Aslan gibi kocam, düzgün, adam gibi oğullarım var. Ne o Günaydın Hanım’ın kızı öyle? Dili de dil değil sanki pabuç.
Eda’dan ayrılınca yazdıklarına döner Günaydın Hanım. Yazlığa dönmeye benzetemez yaptığını. Oğuz Atay’a aşık olduğu bir roman yazmaktır umduğu. Şu ilk sayfayı bir bitirse gerisi kendiliğinden gelecektir, nasıl olsa? Cemiyetin önde gelen ahbaplarından Günaydın Hanım için her şey hazır. Bir bitirse şu ilk sayfayı.
“Ah Oğuz’cuğum, ah Oğuz’cuğum sen de az değilsin. Ne o öyle Sevgi’ye laf çarpmalar, Bilge’yi anlatmalar.” başka bir şey bulamaz yazmak için defterine. Gözü takılır Günaydın Hanım’ın kordonda kahvesini yudumlarken önünden geçen afeti devran bir hanfendiye.
“Tu, tu, tu, maşallah.” der ardından. Gözü yoktur kimsenin güzelliğinde. Büyük bir romancı olacaktır sonuçta, bugün esini bir tek cümle olsa da. Bekler başka bir cümle çıkmayınca “En iyisi alışveriş yapayım.” der kendisi.
Ah bir bitse Oğuz’cuğu, romanı, hazır şimdiden ödülleri bile.