Kırmızı Şemsiye Cinsel Sağlık ve İnsan Hakları Derneği Başkanı Kemal Ördek, yaşadığı mağduriyeti ve hak mücadelesi ile ilgili soruları tüm samimiyetiyle Gaia Dergi’ye cevapladı.
“Alanlar aslında tam da duruşma salonlarıdır” diyen Ördek, yarın (26 Şubat 2016) saat 10.50’de gerçekleşecek ikinci duruşması için herkese çağrı yapıyor.
Yeşim Özbirinci: Öncelikle davanın şu an ne durumda olduğunu sorayım.
Kemal Ördek: Aslında birkaç tane dosya var. Birinci dosya, üç saldırganla ilgili bir dosya ve Ankara’da Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ediyor. Birinci duruşması da 27 Ekim’deydi. Birinci duruşma itibariyle – ikinci duruşma 26 Ocak’ta olacak- birincisi saldırganlar tutuksuzlar, ikinci duruşmada avukatlarım yine talep edecek tutuklanmalarını ve mahkeme heyeti muhtemelen kabul etmeyecek.
İkinci bilgi, mahkemede tanık olarak dinlenen kişiler benim aslında aynı gece Esat Polis Karakolu’nda failim olan kişiler ve o tanık olan polislerden bir tanesi birinci duruşmada dinlendi. Hiç şaşırmadığımız şekilde tabii saldırganların lehine konuştu. İkinci tanık olan polis ilk duruşmaya gelmedi. Zorla getirilmesine karar verildi. İkinci duruşmada olacak. Muhtemelen o da sanıklarına lehine ifade verecek. Çünkü bu polisler onlara karşı da aynı geceden ayrıca bir dosyam olduğunu biliyorlar. Yani onların aleyhine yapmış olduğum suç duyurusunu çok yakından takip ediyorlar.
Dolayısıyla benim lehime konuşmaları için hiçbir gerekçeleri yok. Bir de başka nasıl bir irtibatları olduğunu bilmiyorum. Ben bu süreçlerden sonra sanıkların Esat Polis Karakolu’ndaki ilgili polislerle de irtibat kurduklarından da şüpheleniyorum. İkinci duruşmada psikiyatristim dinlenecek. Çünkü olayı yaşadıktan birkaç hafta sonra psikiyatri desteği almaya başladım.
Yeşim: Devletin atadığı mı?
Kemal: Yok, hayır ben özel muayenesinde uzman bir psikiyatr ile görüşüyorum, seanslarım devam ediyor. Yani açıkçası psikiyatrik tedavi alıyorum. O yüzden o dinlenecek. Olaydan sonra Esat Polis Karakolu’na avukatım da gelmişti. Avukatım Nihan Erdoğan da mağdur oldu. O gece ben, avukatlarım arasından doğrudan Nihan’a ulaşabilmiştim. Kendisi geldi ve benim maruz kaldığım şeylerin ne olduğunu gördü. Dolayısıyla tanık olarak dinlenecek birkaç gün sonra ikinci duruşmada. Birinci duruşmayla ikinci duruşma arasında bunlar yaşandı. Aslında başka bir sürü şey yaşandı ama onlar başka dosyalarla ilgili.
İkinci duruşmada dediğim gibi tanıklar dinlenecek. Muhtemelen de şekli şemalı ortaya çıkacak. En azından mahkeme heyetinin tavrına dair bir fikrimiz olacaktır. Yani çok da uzayacağını düşünmüyorum. Herhalde dört tane duruşma olur. Onun dışında mesela polislere yönelik yaptığımız suç duyurusu çok kaile alınmamıştı. Altı ay sonra ancak ifadem alındı. Çok ilginç yani altı ay beklenir mi? Türkiye’de aslında normal. Türkiye’de özellikle polislere karşı suç duyurusunda bulunuyorsan normal. Onunla ilgili de birkaç yere açıklama yapmıştım.
İfadem Ankara İl Müdürlüğü Asayiş Şube’de alındı. Savcı oradaki ilgili polisleri görevlendirmiş ifademi almaları için. Nezarethanenin yanındaki küçük bir odada alındı ifadem. Biz oraya girerken avukatımla birlikte bizi mi gözaltına alacaklar acaba psikolojisiyle gittik. Artı, ifademi alan polis kötü muamele denebilecek muhabbetler yaptı. İşte ruhen acı çektiğimi söylemek durumunda kaldım çünkü polis karakolunda işkenceye uğradığımı da iddia ediyordum. Onu anlatmaya çalışırken “Ne gerek var ki, niye ağladın ki, çok önemsiz bir şey yaşamışsın” şeklinde konuştu ve tecavüze uğrayıp uğramadığımı veya polislerin bana kötü muamelede, işkencede bulunup bulunmadığına dair sanki yargıçmış gibi açıklamalarda bulundu. Bu hukuken kötü muameledir. Özellikle ifade alan bir polisin bunu söylemeye hakkı yoktur.
Nezarethanenin yanında bunları söylemesi dışında, ben ifademi verirken polis defalarca arandı ve polis defalarca da konuştu. Karşındaki kimlerin hakkında suç duyurusunda bulunduğumu soruyordu ve ben de bunu duyuyordum. Niye bulunduğumu falan soruyorlardı. Belli ki Esat Polis Karakolu’yla İl Emniyet Müdürlüğü bir telefon hattı vardı. Hiç de çekinmiyordu. Benim bunu anladığımı bilmesine rağmen pişkince, umurunda değil, hepimizin hakkında bulun diye anlatıyordu. Bu normalde olmaması gereken bir şey. Hele ki kamu yetkilileri tarafından kötü muamele veya hak ihlaline uğruyorsa bir insan o kişilere korunabilecek durumda olması lazım. Hele hele onlar hakkında ifade verirken onlarla hiçbir şekilde irtibatının olmaması ve psikolojisinin son derece pozitif olabileceği bir şekilde ifadesinin alınması gerekir. Tabii biz de hak getire yani Türkiye’de yok öyle bir şey. Onlar hakkında dava açılır mı göreceğiz.
Genelde böyle durumlarda savcılarla polis çok kanka oluyorlar. Bir de yeni bir gelişme oldu. Ben olayı yaşadıktan sonra sanıklardan biri beni sürekli taciz etmeye başladı. Sürekli mesaj atarak, arayarak… Açmadım tabii hiçbirini. Hakkımda koruma kararı verilmişti o dönem. Koruma kararını ihlal ettikleri gerekçesiyle, sükûn ve huzurumu bozdukları gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştuk. İlgili mahkeme daha doğrusu savcılık reddetti onu. Sonra avukatların savcının kararına itiraz etti ve üst mahkeme kabul etti. Yani şu an sanıklardan bir tanesine ayrı bir dava daha açıldı, Ankara 41. Asliye Ceza Mahkemesi’nde, sükûn bozma suçundan. Onun da duruşması 12 Mayıs’ta. Bu güzel bir gelişme aslında. Sanıklara biraz gözdağı verme açısından iyi bir şey diye düşünüyorum.
Yeşim: Süreç başladığından bu yana dava dışında neler yaşadın?
Kemal: Neler yaşamadım ki? Ben bu kadarını beklemiyordum, hakikatten. Geçen avukatlarımdan biriyle konuşuyorduk. Burayı çok detaylı anlatmam doğru olmaz ama sanıklardan bir tanesi duruşmada şov yapıyor demişti, aktivist olduğumu da bildiği için. Ben de ne güzel bir şov yapıyorum ki bu dönemde ailemi kaybettim, evimden atıldım. İki gün sonra Tayland’a gidecektim önemli bir toplantım vardı, oraya gidemedim. İki ay ofise hiç gelemedim güvenlik korkusuyla.
Hâlâ etkisi devam ediyor, psikolojik tedavi almaya başladım, ilaçlarla ayakta duruyorum. Ailemle ilişkim tamamıyla bozuldu. Annemle, babamla… Akrabalarımın hiçbiri bu olaydan dolayı benimle görüşmüyor. Babam hiç görüşmüyoruz. Annemle formaliteye icabı bir görüşmeye döndü. Sadece ablam yanımda durdu. Onun dışında evimden ayrılmak zorunda kaldım. Yeni ev bulamadım, uzunca bir süre arkadaşımın evinde kaldım. Üç hafta kadar arkadaşımın evinden hiç dışarı adım atamadım. Boğuldum, tahmin edersin ki. Dışarı çıkmak istedim, arkadaşlarım beni teşvik etti ama o travmatik süreç kolay olmuyormuş.
İlk çıktığım zamanlar sürekli insanların gözlerine bakarak yürümeye başladım. Acaba onlar da mı onlardan diye düşünmeye başlıyorsun. Sonra ev aramaya başladım arkadaşlarıma yük olmamak için ama ev de bulamadım. Çünkü insanlar olayımı duymuşlar. Çok ilginç. 3-4 beğendiğim ev oldu. Emlakçılarla ya da ev sahipleriyle görüşmeye gittim. Önce tamam dediler, sonra hayır dediler. Olayı duymuşlar ve böyle “sorunlu” birini evlerinde görmek istemiyorlar. Yani tabii bu da transfobidir, homofobidir. Ayrımcılık var dolaylı bir şekilde.
Sonra ben şu an kaldığım evi buldum. Emlakçıyla görüştük, anlaştık. Ev sahibiyle görüştük, anlaştık. İki gün sonra gazı açmaya çalışırken, EGO’ya giderken, emlakçı beni aradı. “Olayı duydum, evden çıkmanızı istiyorum” dedi. Sözleşmeyi vesaire de yapmıştık o sırada. Hakkı yoktu böyle bir şeye. Benim psikolojimin nasıl olduğunu bir düşün? O kadar şey yaşamışım, bu evi bulmadan önce net bir şekilde ayrımcılık görmüşüm. Kızılay’ın ortasında, sabahın 8.30’unda, taksideydim kadın aradığında. Bunu söylediğinde taksiyi durdurdum, indim. Kızılay AVM’nin önünde bir yere oturdum ve ağlamaya başladım. Sinirim bozuldu. “Sizi biraz sonra arayacağım” dedim. Tutamadım kendimi. O kadar ağır bir süreç ki! Herkes üstüne geliyor…
Bir yandan da düşünüyorsun “Acaba deşifre etmese miydim?” diye. “Hakkımı arayayım mı, aramayayım mı?” diye düşündüm ki ben bir aktivistim, bunları pek düşünme riskim yok. Sonra kadını aradım. “İsterseniz çıkartın ama hakkınızda dava açacağım” dedim. Sözleşmede imzası var, telefon kayıtları var… “Şu an benimle telefonda konuşuyorsunuz ve neden evden çıkartmak istediğinizi söylüyorsunuz. Dava açarım hakkınızda, mahkeme koridorlarında sürünmek istiyorsanız siz bilirsiniz” dedim. “Biraz sonra seni arayacağım” dedi, kapattı. Vazgeçti, korktu fakat sonra emlakçıyı aramış ve “Benim tanıdık polis akrabalarım var, siz baskı yapın” demiş. “Ben de yapıyorsanız yapın” dedim. “Şiddet mi uygulayacaksınız? Çıkmıyorum, o ev benim hakkım” dedim. Ki beni oradan çıkarması için gerekçesi olabilecek hiçbir şeyi yok. Kötü bir kiracı değilim. Bugüne kadar kirada kaldığım hiçbir evde ev sahibiyle sorun yaşamamışım. Ev muhabbeti de böyle devam etti.
Bir sürü başka şey de oldu. Mesela; ilk duruşmaya katıldığımda psikolojim alt üst olmuştu. Gayet dirençli gideceğim, hakkını savunuyorum diye idealist yaklaşacağım diyerek olmuyormuş. Mağdur kimliğinle aktivist kimliğini ayırmak gerekiyormuş. Öyle kolay bir şey değil bu. Adliye binasına girdiğim anda titremeye başladım. Çok ilginçtir. Ben defalarca o adliye binasına girmişimdir, birçok kızın davasına destek olmak için ya da dernek olarak gittiğimiz için. Hiç böyle bir şey hissettiği hatırlamıyorum. Adliye binasına girer girmez sanıkları gördüm, yıkıldım. Ayakta duramaz hale geldim. Beni avukat odasına aldılar. Oradan bir psikolog bana destek oldu. Mahkemeye de öyle çıktım, yanımda sürekli bir psikolog vardı. Yani psikolojim tamamen alt üst olmuştu ve ilk duruşmada boyuna ağladım. Ben de böyle bir insan değilim. Yüz küsür kişi gelmişti izlemeye, bayağı kalabalıktı salon. O kadar insanın önünde ağlamayı tercih etmezdim açıkçası çok da gösterdiğim bir yüzüm değildi.
Yeşim: İnsan bazı noktalarda engel olamıyor…
Kemal: Onu diyorum işte ben orada mağdur kimliğimle yüzleştim. Şöyle de bir etkisi oldu, bu belki pozitif olabilir. Beklemediğim kadar destek gördüm. Sanırım kampanyalaştırma işini biraz başarmış gibiyiz. İnsanların yaptığı sadece klavye üzerinden değil. Olayı yaşadıktan sonra 3-4 hafta kadar internete giremedim. Psikolojim müsait değildi, telefonlarıma çıkamadım vesaire. Sonra ama Facebook’a, maillerime baktığımda yüzlerce mesaj gelmişti ve bunların hiçbiri tanıdığım insanlar değildi. Bir sürü milletvekilleri, bir sürü bakanlıklardan uzmanlar, gazeteler… O iyi geldi. Ama bir taraftan da bu kadar görünür olmanın bir bedeli oluyor. Geçen hafta yolda yürüyorum, bir araba durdu, içinden iki adam -fark etmedim zaten durduklarını- pencereyi indirdi geçmiş olsun diye bağırdı biri. Size diyorum evet geçmiş olsun, olayınızı öğrendim dedi. Teşekkür ederim dedim. Arkadan korna çalıyorlar falan. İnsana iyi hissettiriyor kendini. Bir sürü böyle deneyimim oldu. Tanımadığım birçok insan iyi şeyler söyledi.
Bu güzel bir şey ama bu kadar görünür olmanın ayrı psikolojik olarak bir zararı var. Yani ben bununla anılmak istemiyorum. İnsanlar tabii iyi niyetli yaklaşıyorlar. Mücadele ediyorsun, bu sadece senin mücadelen değil; bir sürü insana yardımcı olacak, iyi bir karar çıkarsa dosyalarla ilgili. Ama ben eve gittiğimde kimse psikolojimin nasıl olduğunu bilmiyor. Bilmek zorunda da değil tabii ki ama bunun bir yükü var. Ciddi bir yükü var. Sosyal hayatımda böyle şeyler oldu açıkçası. Bir de şunu da söyleyeyim, süreç bana çok aciz olduğumu hissettirdi. Çok acizmişim hakikatten. Ben ilk defa böyle bir şeyle karşılaşmıyorum. Seks işçiliği yaptığım süreçte iki defa tecavüze uğradım, darp edildim, hastanelere kaldırıldım ama hiçbirinde böyle bir süreç yaşamadım. Herhalde öyle bir ket vurmuşum ki ya da psikolojik olarak öyle dirençli durmuşum ki hiçbirini böyle görünür kılmamıştım. O cesaretim olmamıştı. Herhalde bedellerinden korkmuştum. Şimdi artık yeter dedim. Bu sefer çok ağır bir şey yaşadım. O yüzden çok aciz hissettim bu defa kendimi.
Yeşim: Aile ve Sosyal Bakanlığı’nın bir adımı oldu mu? Yoksa tamamen sessiz mi kaldılar?
Kemal: Bakanlık olarak bir şey yapmadılar tabii. Ama duymuşlardır. Çünkü defalarca mektup gitti. Tek bir şey oldu. Benim avukatlarım 8. Aile Mahkemesi’ne başvurmuşlardı koruma kararı çıkartılması için. Koruma kararı çıkınca da otomatik olarak adresin değişiyor, annenin kız soyadı değişiyor vesaire senin korunmana yönelik. Karakol seni sürekli arıyor ya da gidip imza vermeni istiyor. İyi misin değil misin şeklinde. O ayrı bir şey aslında. Beni korumasını istedikleri karakol aslında o polis karakolu. Onlar benim failim. Böyle bir şey olabilir mi? Onlara suç duyurusunda bulunmuşum ama onlar atanıyor. Böyle saçma bir sistem var Türkiye’de. Gitmedim tabii hiç karakola. İmza falan atmadım. Aradıklarında da ben manyak mıyım imza atayım dedim. İlk dönemde kendimi toparladıktan sonra mektup yazmıştım Bakan’a ama hiçbir cevap gelmedi.
Yeşim: Bir de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği basın bildirisi paylaşmış. Sonrasında başka bir desteği oldu mu?
Kemal: Şöyle ki biz burada Kırmızı Şemsiye üzerinden BM ile çalışıyoruz. Türkiye Ofisi, Nüfus Fonu ile çalışıyoruz ama UN AIDS, UNDP, Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumlarla da irtibatımız var ister istemez. Benim başıma bu olay geldikten sonra Cenevre ve New York üzerinden onlar bayağı çabalamışlar, kulis yapmışlar. Böyle bir deklarasyon yayınlanması için çalıştılar ve yayınlandı. Sonrasında takip ettiler. Hâlâ dava sürecini takip ediyorlar. Ekstra bir açıklama yayınlanmadı Tabii dakika başı açıklama yayınlanmaz. Ama hem merkez ofisi hem buradaki ofis hem de bölge ofisi takip ediyor.
Yeşim: LGBTİ dernekleri, örgütler yeterince destek gösterdi mi?
Kemal: Bizim yapmaya çalıştığımız şey Kırmızı Şemsiye’nin de dışında bir kampanyaya da dönüştü. Dolayısıyla derneklerin dışında bir görünürlük sağlamaya çalıştık. Gösterdiler elbette ama ben bazı LGBTİ derneklerinden göreceğim desteği uluslararası LGBTİ kuruluşlarından gördüm. Uluslararası kadın örgütlerinden gördüm. AWID (Association Women in Deveploment) mesela uluslar arası birçok kadın derneğinin üye olduğu çatı bir örgütlenme. Onlar change.org’ta sürekli olarak imza kampanyası düzenledi. Başbakana, Adalet Bakanı’na, İçişleri Bakanı’na, Cumhurbaşkanı’na yönelik mektuplar gönderdiler.
Transgender Europe gibi kurumlar sürekli olarak her talebimizde mektup gönderdiler ilgili kurumlara hatta savcılıklara. Onlar daha çok sahiplendiler gibi geliyor bana. Bunu bütün dernekler için söylemiyorum ama sanırım duygusal olarak da eksik hissettim ki bunları söylüyorum. Ama Bianet, Kaos GL’den daha çok sahiplendi. Bu güzel bir şey çünkü daha ana akım bir haber sitesi. Destek olan çok fazla LGBTİ aktivisti oldu ama kurumsal olarak görmedim. Kırmızı Şemsiye otomatik, organik bağım var çünkü.
İsim vermeyeceğim ama dediğim gibi homojen bir destek gördüğümü söyleyemem. Kaos GL’den de, SPoD’tan da, Diyarbakır’dakilerden de destek gördüm. Çünkü bu dernekler üstü bir dernekler arası ilişkinin üstünden bir şey ve belli ki insanları acıttı. Bunu biliyorum. İnsanlar beni sevsinler veya sevmesinler canları acıtan bir şey çünkü bana yapılan onlara yönelik bir mesaj. Nefret suçları böyledir doğası itibariyle. Sana yapılmıştır ama aslında tüm kadınlara yapılmıştır, çok net bir mesaj içerir. Onu gördüm, daha fazla destek olunabilirdi. Çünkü mesela kadın örgütlerinden daha fazla sahiplendi. Kadın Koalisyonu, İstanbul Sözleşmesi İzleme Platformu gibi çok sayıda destek gördüm. Yanında kaldığım arkadaşımın evine kadın örgütlerinden gelen, ziyaret edenler vardı. Hâlâ da irtibattayız. Yıllardır kadın hakları aktivizmi yapmış kişiler geldi, o güzeldi.
Şöyle söyleyeyim, geneli itibariyle herkesten destek gördüm ama çevremde olanlardan gördüğüm desteği hiç alakamın olmadığı insanlardan gördüm. Belki de bu artısıdır.
Bu artık alelade bir LGBTİ kampanyası olmaktan çıktı. Bu güzel bir şey. Daha ana akım bir hale geldi. Mesela İnsan Hakları Derneği bir açıklama yayınladı ve ben şaşırdım, beklemiyordum. İnsan Hakları Derneği’nin kurucuları mesaj attılar. Bu güzel bir şey çünkü bir sürü trans dayak yiyor, bıçaklanıyor, öldürülüyor ve böyle mesaj gelmiyor. Bu bizim canımızı acıtıyor.
Bu şekilde bu dava ile farkındalık sağlandı. Tabii sekiz dokuz yıldır aktivizm yapıyor olmamın da faydası var. Bütün büyük ana akım insan hakları örgütlerine kadar destek açıklamaları oldu. Bu güzel bir şey.
Yeşim: Genel ahlak ve nefret söylemleri cinsel şiddeti meşrulaştırıyor. Bireysel olarak neler yapabiliriz ve bununla birlikte bu mücadeleyi daha da nasıl yaygınlaştırabiliriz?
Kemal: Genel ve zor cevaplanabilecek bir soru. Otomatik bir cevabım yok esasında. Biz, dernekler olarak yıllardır bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Derneklerin metotları ne kadar alternatif olursa olsun görünür olan ve bugüne kadar yapılmış şeylerin bir nevi tekrarı. Yani sivil toplum alanında yapabilecekleri sınırlı. Bireyler olarak kendi metotlarımızla avazımız çıktığı kadar bağırmamız gerekiyor. Kendi çevremizde bu meseleleri anlatmamız, mağdur olan kişilere daha görünür şekilde destek olmamız gerekiyor. Kendimizi değiştirmemiz lazım. Çünkü LGBTİ veya kadın aktivistleri de dahil olmak üzere, bence herkes kendini sorgulamıyor gibi. Burada kimsenin suçu yok, bu toplumun insanlarıyız ama daha özenli olmalıyız. Kullandığımız dil, aktivizm yapma biçimlerimiz belki biraz daha değişmeli. Amacımızın ve pratiğimizin ne olduğuna bakıp, tutarlılığı tesis etmeliyiz. Genel geçer aktivizm metotlarını bırakmalıyız bir kenara. Bu çok kolay değil yani otomatik cevap veremiyorum dememin sebebi bu. Daha fazla insana ulaşmanın yollarına bakmalıyız.
Genel ahlak çok kolay mücadele edilebilecek bir şey değil çünkü bu bir sistem, bu bir yapı. Mücadele etmek için biz böyle iğne ile kuyu kazıyoruz. Bir de bunlar süreç isteyen şeyler. Tabii kafayı yemeden sabırlı bir şekilde mücadele etmek gerekiyor.
Birçok hayat kadınının, trans kadının davasına girip çıktım; onlara destek oldum; onlarla sosyalleştim. Biliyorum, ben de yaşadım çünkü. Hiç bu kadar güçsüz hissetmemiştim ta ki görünür kılana kadar. Bir sürü kadın tacize uğruyor ve normalleştirmiş bir şekilde susup gitmeyi tercih ediyor. Onları da anlıyorum çünkü ben de yaptım bunu. Şimdi kim uğraşacak bununla, başıma bir sürü olay gelecek, tepki versem ya gelecek beni bıçaklayacak öldürecek ya da dava etsem beni tehdit edecek, ailem öğrenecek, eşim öğrenecek, işte benim çoluğum çocuğum var ortaya çıkarsa ona etki edecek, evimden atılır mıyım gibi kadınların böyle korkuları var. Transların böyle benzer bir sürü korkuları var. Sanırım kayışı koparıp görünür kılabilmeliyi, gerçekten kaybedecek neyimiz kaldı merak ediyorum.
Eskiden böyle konuştuğumda şöyle derdim: “Tuzu kuru, oturduğu yerden konuşuyor. Aman, mağdur ol da öyle gör.” Şimdi mağdur oldum ve diyorum. Biraz önce “Keşke bu kadar görünür kılmasaydım mı?” sorusunu sordum çünkü bedel ödüyorum. İnsanlar bana o şekilde bakıyor. Son raddede ise “İyi ki de yapmışım” diyorum. Çünkü artısı eksisinden daha fazla. Birincisi o saldırganlar, o polisler, sistemin kendisi, o soruşturma esnasında etkin olmayan araçlar, beni yeniden mağdur eden sistem, saldırganların konuşmaları, tavırları, hâkimin saldırganlarla olan iletişim tarzı, ailemin bana yönelik ataerkil tutumu, ortada kalışım, ev ararken yaşadığım süreç, bütün bunları düşündüğümde kocaman bir saldırıyla karşı karşıya kalmışım ki ben şanslılarındanım, aktivistim, biliniyorum, görünür kılmak noktasında bir sürü aracım var. Buna rağmen bu kadar maruz kalıyorum ama yine artısı daha fazla oluyor.
Bu yüzden insanlar en ufak mağduriyetlerini bile görünür kılmanın peşine düşsünler. Kolay değil. Kendisini koruyacak araçlara sahip olması gerekiyor ama birincil en ufak olayda bu mücadeleyi yapmazsa ikinci derecede bu olayı hiç yapamayacak. Çünkü susacak ve susmayı öğrenecek. Sistem de bunu istiyor. Polis de susmanı istiyor. Saldırgan da susmanı istiyor. Ailen de susmanı istiyor. Sen sustukça nereye gidecek bu? Gerçekten kolay değil biliyorum ama bu işin mağduru olmuş ve mağdur olduktan sonra konuşan biri olarak söylüyorum. İyi ki yapmışım. Mesela; polis karakolunda pazarlık yapabilirdim. Müsaittiler buna, onların suyuna gidebilirdim ya da saldırganların suyuna gidebilirdim. İyi ki yapmamışım, iyi ki o saldırganlar deşifre oldu, iyi ki Esat Polis Merkezi deşifre oldu, iyi ki onlara bu kadar mektup gönderildi ve üstlerindeki baskı arttı, iyi ki de saldırganlara iki ayrı dosyadan dava açıldı. Çok umutlu değilim ama belki polislere de açılacak, sonuçta soruşturma devam ediyor.
Yeşim: Eklemek istediğin son bir şey var mı?
Kemal: İnsanlar gelebilirse, takip edebilirse, sosyal medya hesapları üzerinden takip etsinler. Gelebilirlerse davaya, duruşmalara gelsinler. Mahkeme salonları ne kadar kalabalık olursa mahkeme heyeti de o kadar özenli davranıyor. Çok etkili oluyor. İkincisi bu bilgileri, sadece benim için değil, yayabildikleri kadar yaysınlar. Bir sürü trans, seks işçisi benzer muameleye maruz kalıyor. Kırmızı Şemsiye üzerinden söyleyebilirim, en azından biz, görünür kılmaya çalışıyoruz.
Mesela; üç polisin yoğun şiddetine maruz kalmış Çisem adında bir arkadaşımız var. Onun ilk duruşması görüldü. Polisler şu an yargılanıyor. İkinci duruşması 8 Mart’ta gerçekleşecek. Gelebilirlerse buna gelsinler.
Kemal Ördek’in Yanındayız diye bir Facebook sayfası açtı arkadaşlar. Burayı takip ederek, Kırmızı Şemsiye’yi takip ederek son güncellemeleri öğrenebilirler. Kulaktan kulağa yaygınlaştırsınlar. Evde oturmuş, sıkılmışlarsa yanlarında bir arkadaşları varsa bu meseleyi anlatabilirler. Çok basit aslında.
Okuyan olursa lütfen rica ediyorum sivil toplum örgütleri marjinalize etmeyi bıraksınlar. Biz insan haklarının çeperlerinde kalmak istemiyoruz. İnsan hakları örgütlerinin, hepsi için söylemiyorum, daha önemli konular da vardır demesini istemiyorum. Hiyerarşi kurmasınlar. Bir engellinin meselesi bir trans kadının meselesi kadar önemli. Bir seks işçisinin meselesi bir Kürt’ün meselesi kadar önemli.
Benim davam dahil olmak üzere bir sürü eşcinselin, transın, seks işçisinin veya başka toplumsal kesimin davasına gitsinler. Gelsinler, sahiplensinler. Niye bu Kırmızı Şemsiye’nin derdi olsun ki? İnsan haklarının derdi olduğu sürece benim davam o zaman bu ayrışma ortadan kalkacak. Bir Kürt’ün derdi Kırmızı Şemsiye’nin derdi olduğu sürece bu ayrışma kalkacak. Bunlar çok soyut söylemler gibi geliyor ama gündelik hayatta bunun pratiğe dönüştürülmesi hiç de zor değil. Ben bir başörtülü kadını savunduğum sürece ve bir başörtülü bir kadın, ben toplantıya katıldığımda “Töbe töbe bunlar nereden çıktı, niye biz bunları dinliyoruz?” demediği sürece bu sorunlar ortadan kalkacak.
Devletin ekmeğine yağ sürmeyelim. Devletin bizleri sahiplenmesi gerektiğini politik bir şekilde devlete hatırlatalım. Bunun yolu da işte davalara gelmek. Şimdi hatırladım. Çisem’in ilk davası 25 Kasım’da, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’ndeydi. Kadın örgütlerine şöyle dedim: “Alanda slogan atmak çok değerli, hepimiz gidiyoruz ama alan dediğin tam da o duruşma salonu. O trans kadını yalnız bırakmamanız gerekiyordu çünkü o da bir kadın. Bu yüzden 8 Mart’ta Çisem’in duruşmasına gelsin. Daha sonra alana inilsin, hep beraber yürüyelim”