Kadının kadını sevmesi, kadının kadına aşık olması, kadının kadına tutulması, bir kadınının bir kadında kendini bulması, ifade bulması, kendini ifade edebilmesi, bu uğurda -tüm toplumsal cinsiyet normlarına karşı- söylenmeyenin, anlatılmayanın, konuşulmayanın mücadelesine girişilmesi, yola çıkılması, çok zor olacağı muhakkak olan bu yolculuğun, yol yapmanın, yol almanın, on beş yıl boyunca öyküler ile kendini var etmesi, edebiyat ile kendini bulan değeri, edebiyat içre olan bir külliyata dönüşmesinin adı; Aşkın L Hali.
“’Yok-muş’ gibi yaşanan dünyaya önce ‘bal gibi var’ diye haykırmak gerekiyor” sloganıyla yayınlanan bir külliyat ile karşı karşıya olmak dahi şahane bir heyecan içerirken fikri ortaya atanlardan, hadi yapalım diyen her bir kişiye, jüri üyelerine ve sonunda külliyata dönüşen Kadın Kadına Öykü Yarışması’na öykülerini gönderen her bir kişinin heyecanına; sonuç olarak editörlerden, yayın yönetmenlerine, yayınevine herkesin heyecanını canı gönülden hissetmemek, paylaşmamak elde değil. 21. yüzyıl itibarıyla yerküredeki insan varlığının son derece geliştiği/geliştirildiği, dijital yaşam üzerinden herkesin her şeyi gördüğü, bildiği, anladığı, varlığı ve görünürlüğü su götürmez derecede gerçek olan cinsiyet rollerimizle yaşamımızı sürdüğümüz, tüm bunların ışığında her bir toplumsal cinsiyet rolünün daha doğru anlaşılacağı, yorumlanacağı ve yaşanacağı böyle bir dönemde, tam aksine diyebileceğimiz şekilde, insanlık onuru, duruşu ve ortaya koymayı tercih ettiği doğrular adına en olmaması gereken yerden, -çoğu zaman berbat diyebileceğimiz bir algı ve saldırganlıkla – algılatılmak istendiğini, aktarıldığını ve kabul görmediğini düşünürsek Lgbti+ içerisinde lezbiyenliğin 5 ciltlik Aşkın L Hali ciltleri ile neredeyse imkansız denilen bir hayalin olabileceğini gösterir şekilde, özgün niteliğiyle capcanlı karşımızda duruyor olması inanılır gibi değil gerçekten. Fakat işte karşımızda, işte oldu, Aşkın L Hali imkansız değil artık.
Kadının, Mutlu Aşkın, Lezbiyenliğin Görünürlüğünün Tarihi
Kaos GL Derneği’nin 2006 yılından bu yana her yıl farklı temalarla düzenlediği, “Kadınlardan kadınlara, kadınlardan kadınlar için” Kadın Kadına Öykü Yarışması’nın ilk teması olarak belirlenen Mutlu Aşk Vardır tüm toplumsal cinsiyet rolleri içerisinde, farklı bir yere konumlanarak ilk etapta bu tema başlığı altında start alıyordu. Yarışma için oluşturulan bu ilk tema on beş yıl içerisinde oluşturulacak on beş tema adına kadın varlığı, kadın oluşumu, kadın ilişkileri açısından başı çekecek olmasıyla tesadüf olamayacak kadar anlamı kendinden mütevelli bir güzelliğin ilk yansımasıydı hiç şüphesiz. Çünkü zaten hiç görünmeyen kadın varlığı lezbiyen ilişkiler söz konusu olunca daha da görünmez, açıklanamaz, ifade edilemez noktada olduğundan Mutlu Aşk Vardır teması kadın ilişkiler anlamında o zamana kadar ki görünmezliğinin artık bittiğini, özgürleşilebileceğini, yaşamın sürdürülebilirliği noktasında doğurganlıklarıyla yaşamın ta kendisi olan kadınlar yaşamın devamını nasıl sağlıyorsa “mutlu aşkı da” kadınların yaratabileceğinin gösterilmesi açısından önemliydi. 2006 yılından itibaren Mutlu Aşk Vardır teması ile başlatılıp, sonrasında, İlk Adım, İlk Kadın İlk Aşk, Ten ve Tutku, Ütopya, Bir Kadın Mı Sevdim?, Her Yerdeyiz, Mor, Yol, Bir Mücadeledir Aşk, Ses, Dert Bende Derman Bende, O Halde Aşk Tanımaz Sınırları, Süper Gücünü Hatırla, Bir Dostluktan Neler Doğar, Geleceği Hatırla temaları ile devam eden öyküler kaleme alınmış ve nihayetinde 15 yıla yayılan 5 ciltlik bir külliyat oluşmuştu.
Bugünden yarına birdenbire oluşmayan bir külliyattan bahsederken oluşmuş bir tarihten de bahsetmek gerekiyor. NotaBene/Kaos GL adına serinin yayın yönetmenliğini yapan Aylime Aslı Demir başta olmak üzere, seri editörlüklerini sırasıyla Burcu Ersoy (1’inci ve 2’inci Kitap), Karin Karakaşlı (3’üncü ve 4’üncü Kitap), Pelin Buzluk’un (5’inci kitap) yaptığı Aşkın L Hali kitaplarının oluşumu lezbiyenlik kapsamında Kaos GL’nin etkin varlığının da oluşmasına sebebiyet verir şekilde bizleri 1997 yılında Ankara’da kurulan “eşcinsel harekette kadınları kendi politikalarını üreterek görünür kılmayı amaçlayan” Sappho’nun Kızları grubuna kadar götürüyor. Sappho’nun Kızları etkinliklerinde bir araya gelen kadınların lezbiyenlik kapsamında bilgilendirici broşürler basması, sokağa çıkması, yürüyüşler düzenleyerek seslerinin duyurmaları ile bu günlere gelindiği ve güçlü bir şekilde edebiyat üzerinden söz söyleyen Aşkın L Hali mirasının böylece oluştuğu tarihe önemli bir not olarak düşülmesi gerekiyor. Tabii ki Sappho’nun Kızları ve Kaos GL öncesinde de bir kuşak vardı. Sanat dalları aracılığı ile edebiyatta, sinemada ve tiyatroda etkin olan bir kuşaktı bu. Amma velakin bu kuşak hiçbir zaman tam ifadesini bulacak şekilde açılmamak kaydıyla daha örtük, daha kapalı, daha kendi içinde, hatta yeni kuşakla karşılaştırma yaparken çok önemli bir fark yaratır derecede, ulaşılması güç bir elitlik mertebesinde belli bir zümrede varlık göstererek yaşamlarını sürdürdü. Fakat siyasi duruşlarını yaşam biçimleriyle oluşturan yeni kuşak, kendilerini bir kuruma veya kişilere ait hissetme zorunluluğu duymadan, sınıfsal fark gözetmeksizin, varlıklarını sınıf veya zümre üzerinden tanımlamayarak, bu anlamda aidiyetliklerini salt cinsel kimlikleri ve cinsel kimliklerinden oluşmuş duyguları üzerinden ifade etmeyi tercih ederek, dışlanmaktan asla korkmayan, aksine toplumsal normallikler kapsamına giren her olguya daha etkin ve gözü kara şekilde yaklaşıp dışarı, sokağa çıkıp cevap verme, savaşma ve haykırma konusunda bir an bile düşünmeksizin geniş bir hareket alanı yarattılar kendilerine. Yoktan var ettiler. Yeni kuşağın son 10 yıl içerisinde (20 yıl da denilebilir) bilinenin ve söylenenin aksine sosyal medyayı çok iyi, güzel, faydasını görür şekilde yerli yerinde kullandığını da düşünürsek eşcinsel söylemler, lezbiyen oluşumlar, queer teoriler üzerine geriye dönüp bakıldığında oluşan bu kısacık ama çok etkili tarihte inanılmaz gelişmeler ve dönüşümlerle inanılmayacak noktalara çok kısa bir sürede gelindiğini görmemek imkansız.
Eşcinselliğin var olduğu, bu anlamda erkek eşcinselliğinin daha bilinir, görünür kılınıp kabul gördüğü fakat kadın eşcinselliğinin üstünün örtüldüğü, eşcinsel skala içinde dahi lezbiyenliğin ilk harfi (L) LGBTi+ kısaltmasında başı çeken ilk harf olmasına rağmen, yani lezbiyenlik bal gibi var iken yok sayıldığı, görülmediği, gösterilmediği düzen içerisinde lezbiyenlerin varlığını edebiyat üzerinden sözcüklere dökülerek, cümleler kurularak, paragraflar oluşturularak, edebiyatın en çığlık atan türü öyküler aracılığıyla kendini göstermesi, lezbiyenliğin öznesine edebiyat yolu ile kavuşulması, kadınlar adına tarifi mümkün kılınan bir mutluluk artık. Lezbiyenlik diğer cinsel kimliklerin yanında bir fantezi unsuru değil. Hiçbir zaman olmadı. Ahlaksızlık da değil. Hiçbir zaman olmadı. Ahlaken başta olmak üzere, toplumsal düzen ve normlar kapsamında, tüm toplumsal cinsiyet rolleri içerisinde kabul görmeyen lezbiyenlik zamanla kadınların siyasi duruşlarının da mihenk taşı oldu. Yerinden hiçbir kuvvetle kıpırdatılamayacak şekilde kendisine ne yapıldığının gayet farkında olarak, ne yapmak istediğini çok iyi bilen kadın duruşuyla siyasi düsturları altüst edebilmeyi hangi cinsiyet rolü kadınlar kadar başarabildi? Kadınların birbirlerine karşı hissettikleri duygu meramlarından, sevgi meramlarından ve aşk meramlarından, kişiselden yola çıkılarak oluşturulan siyasi söylemlerin, politik duruşların nasıl olması gerektiğinin de bilinciyle, tüm bunların anlatılabilmesi adına oluşturulan dilin kendini bulma meramının yolculuğudur lezbiyenlik ve sonuçta ellerimizin arasına alıp okuduğumuz Aşkın L Hali öyküleri. Karin Karakaşlı 3’üncü cilde yazdığı Sunuş bölümünde lezbiyenlik adına her oluşumuyla içeriğinde büyük cesaretler barındıran bu meramları muhteşem bir şekilde ifade etmekte: “Çabayla, inatla, umutla örülen şeylerin yıllanışında insana gurur veren bir yan var. Kimseler bahsetmemiş o alanı size. Hediye ya da lütuf olmadığı gibi, tırnaklarınızla kazıdığınız ve aslında her an elinizden alınmaya çalışılan bir özerklik. Hakkın doğal tanımı. Verilmeyen, alınan. Ve bir ömür korunması, güçlenmesi için uğruna baş koyulan.”
Lezbiyensen Yoksun Noktasından Lezbiyen Olarak Varım Noktasına
Toplumsal cinsiyet rollerine baktığımızda erkek olarak doğmak başlı başına tüm hakları (daha çok olumlu ve yüce olanları elbet) kazanmanız için en geçerli sebepken, kadın olarak doğmak salt kadın varlığı adına neredeyse hiçbir şey ifade etmemekte. Halbuki kadınlar, toplumsal cinsiyet rolleri içerisinde yaratıcı olma vasıflarıyla sevme, sevgiyi “salt sevme edimi” üzerinden duyumsatma ve duyumsama güçleri ile varlar. Doğurganlıklarıyla yaşamın devamını sağlamanın gücünü elinde bulunduran kadınların böyle bir gücü tercihen kullanıp kullanmama hakları her daim mevcutken, kadın var oluşlarıyla içlerindeki yaşam gücünü yine kendi iradeleriyle değiştirebilme/dönüştürebilme gücüne sahip olmaları da kadınları öncelikle salt kadın varlıklarıyla lezbiyen, biseksüel, trans ve hiçbir tanıma sıkıştırmayacağımız akışkan, queer duruşlarıyla tüm toplumsal cinsiyet rollerinin üzerinde hayatın, yaşamın, sevginin gücünü ellerinde bulundurmalarını sağlıyor. En başta erkekleri ziyadesiyle rahatsız eden bu güç kadınları yine en iyi kadınların anlayabileceği, anlatabileceği, sevmeyi tüm benliğimiz, ruhumuz ve bedenimizle duyumsatabilecek şekilde en iyi ilişkileri yine birbirleriyle yaşayabilecekleri, en iyi öyküleri kadınların kadınlar için yazacağı dönüştürücü gücünü tekrar tekrar yaratmış, ispatlamış oluyor. Kadın olmadan, kadının varlığı olmadan, kadının kadını sevebildiği, sevdiği ve aşık olduğu dönüştürücü sevgiler olmadan, sevgiyi duyumsamamız imkansızlaşıyor.
Keşke sevgi de doğuştan getirdiğimiz bir edim olabilseydi. Daha doğrusu sevebilmek, “gerçekten sevebilmek”, korkusuzca sevebilmek doğuştan bizimle birlikte inseydi yeryüzüne. Fakat maalesef sevgi, korku gibi doğuştan bizimle birlikte var olan, bizle birlikte yeryüzüne inen bir duygu değil. Öğrendiğimiz bir duygu. Doğru ile yanlışların ne olduğunu öğrendiğimiz gibi “sevebilmeyi de” öğreniyoruz. Dolayısıyla sevgi korkudan, -tüm korkularımızdan- daha kıymetli bir yere konumlanmıyor ve doğuştan bizimle birlikte gelmemesi adına “maalesef” olarak nitelediğim sevgi, sevmeyi öğrenebilme hali, sevebilme edimi, sevgiyi duyumsama biçimi böylece “maalesef” olmaktan çıkıp çok kıymetli bir yere konumlanıyor. Yaşanması ve tarifi imkanlı olan bu sevgi “lezbiyensen yoksun” noktasından “lezbiyen olarak varım” noktasına kadar getirebiliyor her bir kadını. Yaşanması ve tarifi imkanlı olan tüm sevgilerin her bir kişiyi -toplumsal cinsiyet rollerini düşünmeksizin- yaşıyorum, varım, aşığım noktasına getirebileceği gibi.
Aşkın L Hali. Kadınlar. Edebiyatı içeren, edebiyat içre olan külliyatın yaratıcıları kadınlar. Duygularına sahip çıkan ve duygularını haykıran kadınlar. Birbirlerini seven, birbirlerine aşık olan kadınlar. Kadınların öyküleri. İnsanın insana gösterebileceği, insanın diğer her şeye de (doğaya, hayvana, tüm eşyalara, nesnelere) gösterebileceği en özel, en ayrıcalıklı, en sevgi içeren ihtimam. Bu herkesin gösteremeyeceği, sahip olamayacağı bir cesaret. Bu nefis bir cüret. NotaBene Yayınları tarafından yayınlanan 5 ciltlik külliyatın her bir cildi okunsun efendim. Kaos GL etkinlikleri takip edilsin. Yolculuklara devam edilsin. Ki zaten hiçbir şekilde durmaksızın devam edecek olan Kadın Kadına Öykü Yarışması’nın 16’ıncı teması “Ev” olarak belirlendi bile. Son katılım tarihi 4 Nisan 2021. Artık ifade bulması, gerçekleşmesi, nefis bir aşka dönüşmesi adına anlatacağınız, yazacağınız ve nihayetinde göndermek istediğiniz öyküleriniz varsa şimdiden masanızın başına oturmanız dileğiyle.