İnsan programlanmaya açık olarak oluşturulmuştur. Her türlü etki insan duygularını, davranışlarını, tutumlarını etkileyecek kadar uyarıcı etkiye sahiptir. Ancak aynı uyarıcı her bireyi aynı şekilde etkilemez. Yani çevreden gelen etkilerin oluşturduğu tepki farklı düzeydedir. Bu durum, uyarıcılara karşı farklı eşik düzeylerine sahip olduğumuzu gösterir.
Beden yapımız, üzerinde yaşadığımız toprak, soluduğumuz hava, içtiğimiz su aynı olduğu halde uyarıcı – tepki anlamında birbirimizden farklıyız; ancak bunları programlayıp değiştirme potansiyeline de sahibiz. Hayatımızda önemli yeri olan insanlar birçok anlamda bizi değiştirip çok rahat bir şekilde bize yeni alışkanlıklar kazandırabilir.
Buradan çıkan temel sonuç şudur; inandığımız her şey bizi kontrol eder ve inandığımız şeyleri değiştirebiliriz.
Şimdi olaya farklı bir açıdan yaklaşıp şöyle bir soru soralım kendimize: “Bugüne kadar oluşturduğum tüm fikirsel alışkanlıklarımın hiçbiri olmasaydı nasıl olurdum?”
Hiçbir şey bilmeyen ya da dünya düzeni ile ilgili temel alışkanlıkları olmayan bir insan öncelikle her şeye kuşku ile yaklaşır. Bildiklerimiz arttıkça yeni bir şeyler ortaya atıp üretme kapasitemiz azalır. Bu noktada şunu da söyleyebilirsiniz; bir şeyleri bildikçe, bu bilgilerle yeni fikirler ortaya atabilir bunu dönüştürebiliriz. Bu da bir noktada doğrudur; ancak doğru olduğu nokta öğrendiği bilgileri özümsemeye çalışıp derinliğini kavrayan zihinlerde gerçekleşir. Bir de aslında bu ikinci çıkarımla ilgili daha büyük bir soru sorabilirim size ve şöyle derim; acaba bize öğretilen bilim, felsefe, psikoloji, tarih gibi birçok alandaki bilgi acaba ne kadar doğru? Yani öğretilen bilgiler üzerinden ortaya koyduğumuz şeyler, yanlış bilgiler üzerine inşa edilirse o zaman ortaya attığımız fikirler de yanlış olmaz mı?!
O zaman iki tip üretim şekli ortaya çıkıyor: Çevresi tarafından bilgilerle programlanmış kişilerin, bu programlar dahilinde bir şeylere ulaşması ve hiçbir şey bilmeyen birinin sıfırdan, bir şeyleri merak edip sorgulayarak ortaya yeni bir şeyler koyması.
Bu durum içerisinde varlığa karşı ne kadar saygılı davranmış oluyoruz?! Kendi anlamını keşfetmeye daha doğrusu varlığına anlam yüklemeye çalışan bireyler oluşmasına izin vermek yerine, istediğimiz şekilde oluşmasını istediğimiz bireyler oluşturuyoruz. Aynı şey bize de yapıldığı için doğru olduğunu kabul edip her şeyi olduğu gibi yaymaya devam ediyoruz. Bu durum da belli tarzlarda kalıplaşmış insan tiplerinin oluşmasına sebep oluyor.
Her şeyin değişim ve dönüşüm gerçeğine dayandığını belirtip bu değişim dönüşümün bile bizim istediğimiz şekilde olmasına zorluyoruz ki henüz bizim doğrularımızın dünyanın doğruları olmak zorunda olmadığını kavrayacak düzeyde değilken, her şeyin en doğrusu olduğumuza inanıyoruz…
Şimdi bu dogmaları alıp yapay zeka çalışmalarına oturtalım. Robotlara çeşitli kodlarla programlar yüklenip bu komutlar doğrultusunda çalışmaları sağlanıyor. Kendisine verilen karmaşık kelimelerle hikaye yazan, notalarla beste yapan robotlarımız da mevcut. Sistemleri verileri arayıp bulup ardından bunları sentezleyerek yeni bir şey ortaya koymak üzerine çalışıyor. Ayrıca bu robotlara belli kurallar doğrultusunda çekirdek programlar yükleniyor (insanlara zarar vermeyeceksin gibi). Şimdi gelin bir de bize bakalım.
Çevreden gelen uyarıcılara göre zihnimizdeki veri bankasına ulaşıp gerekli bilgileri gözden geçiriyor ve arkasından bu bilgileri sentezleyerek duruma uygun yeni veriler ortaya koyuyoruz. Geldiğimiz ailesel ve büyüdüğümüz kültürel çevreye göre de çekirdek inançlar oluşturuyoruz. Bu kalıplarımıza elletmiyor, bunlar dışında kalan bilgisel verilerimizi işliyoruz.
O zaman programlanmış bir yapay zeka ile farkımız ne? Duygular derseniz duyguları da tanımlayıp hatta duygusal tepki veren robotlar da üretildi. Bu bilgilere baktığımızda bizim eski sürümümüz gibi duruyorlar. Onlar yapılırken her ne kadar bizlerin çalışma sistemi model alınmış olsa da bizlerin daha önce nereden model alındığına dair kesin bir kanıt sunamayız.
Şu an özgür müyüz? Hiç sanmıyorum. Hepimiz oluşturulmuş bir sistemin kontrolünde, o sistemin çekirdek programlarına uygun olarak yaşıyoruz. Kontrol edilen boyuttan kontrol eden boyuta geçsek dahi bu noktada bile birilerinin ya da bir şeylerin kontrol etmemize izin verdiği için mi böyle olduğundan emin olamayacağız. Her şeyin dışına çıkıp bu tablodan baktığımızda değiştik dönüştük dahi desek yine de başka bir sistemin içinde bir veri bankası olarak iş görüyoruz. Hiçbir seçimimiz kontrol dışı değil. Hangi sistemin veri ağına girdiysek orası tarafından kontrol ediliriz. Özgürlük; “özü gür” demektir. Bizler henüz özümüzün ne olduğunu kesin biçimiyle kavrayamadık. Anlamak için çabalıyor ve bunu özümseyip kontrol etmeye çalışıyoruz sadece. Olduğu şekli ile ne olduğumuzu tanımlayamadan ve o sistemin her bir parçasının nasıl işlediğini de anlayamadan özgür olamayacağız.
Ne kadar çok penceremiz evrene ve evren ötesine açık olursa, o kadar farklı havayı solur ve o kadar farklı manzaralarımızdan görüşümüz olur. Tartışmasız tartışılacak çok şeyimiz var. Bu muhteşem yolculukta önümüz her daim farklı olasılıklar olsun… Keyifli yolculuklar…