At yarışı, hayvanların kullanıldığı sözde sporların içinde, özellikle rodeoların gaddarlığı ile karşılaştırıldığında, belki de en cazibeli imaja sahip olan yarış türüdür. Peki bir yarış atının hayatı gerçekte nasıldır? Ve belli bir seviyeye gelemeyen binlerce atın akıbeti nedir?
1 yaşına gelmiş taylar ve kısraklar at yarışı meraklılarının dikkatini çekerler. Bu hayvanların çoğu binlerce dolara satılır ve aslında bahis buradan başlar; sahipler ve eğiticiler bir şampiyona sahip olduklarını umarlar ya da en azından giderlerini karşılamayı.
2 yaşındaki hayvanları yarıştırmak yaralanma riskini doğurur. Çünkü, bu yaştaki atların iskelet sistemi henüz gelişimini tamamlamamıştır ve yarış dünyasının ağır çalışma koşullarına ve stresine dayanıklı değildir. Fakat pek çok at “sahibi” 2 yaşındaki hayvanları eğitime başlatır.
Eğitim sürecinde atlar günün büyük bir kısmını birbirlerinden ayrı bir şekilde ahırlarda kapalı olarak geçirirler. Atları ahırda bağlı tutmak, yüksek performans gerektiren eğitim ve beslenme şekli için en “uygun” yöntemdir. Hem böylece eğitim yerine yakın bir yerde konaklayarak her gün yolculuk edilmemiş olur. Fakat sosyal hayatlarından mahrum kalan atlar bazı tipik davranışlar geliştirir; çitleri ya da diğer sabit objeleri ısırmak, homurdanmak ya da kendini sakatlamak gibi. Bu davranışlar hayvanların gördüğü muameleden kötü etkilendiğinin bir kanıtıdır.
Otlamak yerine eğitim sürecinde yoğun olarak tahılla beslenen bu atlarda ülser görülür. Yarış atları üzerine yapılan bir araştırmada, hayvanların yüzde 89’unun ülsere yakalandığı ve pek çoğunun eğitimin başlangıcından 8 hafta sonra derin ve kanayan ülserlerinin olduğu saptanmıştır.
Eğitim ve yarış sürecinde her yaştan at, yırtık tendon ve bağ doku, yerinden oynamış eklem ve hatta kırık kemikler gibi sakatlanmalar yaşar.
Yarış sürecinde aşırı zorlanan hayvanların soluk borularında ve ciğerlerinde kanamalar olur. Melbourne Üniversitesi tarafından yürütülen bir çalışma, yarış atlarının yüzde 50’sinin soluk borusunda ve yüzde 90’nın ciğerlerinde kanama olduğunu tespit etmiştir.
Engelli koşularda “kaybetmiş” ya da “emekli” atlar yarıştırılır. Araştırmalar engelli koşunun normal yarıştan yüzde 20 daha fazla ölüm riski taşıdığını ortaya koyuyor. Bir grup atı hızlı bir şekilde bir metreden yüksek engellerden atlatmaya çalıştıklarını düşünürsek, bu bulgu hiç de şaşırtıcı değil.
Engelli koşunun süresi diğer yarıştan daha uzun tutuluyor ve jokeyler daha ağır oluyor. Yorgun atların düşme, kendilerini ve jokeyleri sakatlama riski çok daha fazla.
Sakatlanan atlar neden genellikle öldürülüyor? Bir at bacağını ya da omzunu kırdığı zaman, kemiğinin parçalara ayrılma ihtimali çok yüksek ve tekrar yarışma ihtimali çok düşük. Sakatlanan bir yarış atını tekrar sağlığına kavuşturmak zaman alıyor ve fazla para gerekiyor. Yaralı atlar zatürre gibi enfeksiyonlara açık hale geliyorlar, bu da “ekonomik” bulunmuyor.
Yarış atlarının yaklaşık yüzde 40’ı hastalık ya da düşük performans sebebiyle endüstri dışı kalıyor. Avustrulya’da bu atlar mezbahalara gönderiliyor. Her yıl Avustralya’dan Japonya ve Avrupa’ya insanların tüketmesi için 2 bin ton at eti satılıyor. At eti için Avustralya’da her yıl 25 bin at öldürülüyor. Atlar mezbahalara kötü koşullar altında götürülüyor ve yolculuk günler sürüyor.
At yarışı endüstrisinden ayrılan atların ufak bir kısmı da at binicileri ve başka “hobi”ler için satılıyor.
Kaynak: Animals Australia, ferahi.blogspot.com.tr