“Belki de bize en yakın şey ölüm; fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz”
Maria Teresa Mirabel, 1936
“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı; kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü”
Minerva Argentina Mirabel, 1926
“Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım; gerekirse hayatımı da”
Patria Mercedes Mirabel, 1924
Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü. Yani toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, ayrımcılığa, ırkçılığa, ataerkil toplumsal şiddete ve kadın haklarını yok sayan sistemlere karşı mücadele etme, birlik olma günü.
25 Kasım seçilmesinin nedeni ise, diktatörlük rejimine karşı mücadele veren ve direnişin sembolü haline gelen Mirabel isimli üç kız kardeşin, 25 Kasım’da diktatörler tarafından, cinsel istismara uğrayarak öldürülmesidir. Düşüncelerini özgürce ifade etmeleri en temel hakları olmasına karşın Mirabel Kardeşlerin, 56 yıl önce bugün maruz bırakıldıkları şiddet ne yazık ki ne ilkti ne de son oldu.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun yayınlamış olduğu kadın cinayetleri raporlarına göre; 2015 yılında 303 , 2014’te 294 ve 2013’te 237 kadın kardeşimiz, kadın olduğu için öldürülmüştür.
Dünya geneline baktığımızda ise, ortaya konulan raporlar her 4 kadından birinin aile içi şiddete, her üç kadından birinin de cinsel tacize uğradığını söylüyor. ABD’de her 5 kadından biri, tecavüz girişimine maruz kalıyor. Afrika’da ise her yıl on binlerce kadın, vahşice sünnet olmaya zorlanıyor.
Yani kadınlar olarak, sadece ülkemizde değil, Dünya’nın her yerinde şiddete, tacize ve tecavüze uğruyoruz. Bu nedenle, kadına yönelik şiddet, “küresel bir sorun” bağlamında değerlendirilmektedir.
Bu noktada ise şiddet olaylarının önüne geçebilmek adına, kadına yönelik şiddetin artma nedenleri üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum. Bu konudaki en büyük sorumlular; eril dil kullanan medya ile sürekli kadın karşıtı söylemlerde bulunan iktidardır.
Medya cinsiyetçilikle mücadele alanına dönüşmeli
İlk olarak; Türkiye medyasını ele alacak olursak, çoğu zaman haberlerde cinsiyetçi ve ayrımcı bir dilin kullanıldığını ve erkek egemen söylemler ile medyanın şiddeti olağanlaştırdığını görüyoruz. Şiddete maruz kalan kadınları birer “kurban” gibi gösteren habercilik anlayışı, tüm kadınlara “bir gün sıra sana da gelecek” mesajı verirken, kadına yönelik şiddet; sosyoekonomik analizden ziyade, cinsiyet boyutu ile sınırlı kalıyor. Bu da, cinsiyete dayalı şiddet konusunda, toplumsal düzen ile bağ kurulamamasına yol açıyor.
Bu nedenle medya çalışanları, kadın haberlerini yaparken, toplumsal cinsiyet eşitliğini gözetmesi gerektiğini, cinsiyetçi söylemlerin “Gazetecilik Meslek İlkeleri”ni ihlal ettiğini unutmamalıdır. Medya sahip olduğu gücü, cinsiyetçiliği yeniden üreten bir araç olarak kullanmak yerine, cinsiyetçilikle mücadele alanı ve aracına dönüştürürse, kadına yönelik şiddetin artmasında değil, azalmasında rol oynayabilecektir.
AKP’nin 14 yıllık iktidarı boyunca kadınlar, hiçbir dönem yaşamadıkları kadar baskı ve şiddet altına alındı
Şiddetin her geçen gün artmasında en büyük sorumlu olan devlete gelecek olursak, şunun altını çizmek gerekir: AKP’nin 14 yıllık iktidarı boyunca kadınlar, hiçbir dönem yaşamadıkları kadar baskı ve şiddet altına alınmıştır. 2009 yılında mecliste verilen bir soru önergesine, Adalet Bakanı’nın verdiği yanıtla, 2002’den 2009’a kadar geçen sürede kadına yönelik şiddetin yüzde 1400 arttığı gerçeği ortaya konmuştur. Bu da ilk cümlenin aslında kanıtı niteliğindedir.
AKP iktidarı, her seferinde “şiddete sıfır tolerans” dese de “sıfır tolerans” gösterdiği tek şeyin, hak arayan kadınlar olduğu çok net bir şekilde ortadadır. Bu “sıfır tolerans”ın sebebini ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ın 2010 yılında STK’ların kadın temsilcileriyle bir araya geldiği toplantıda söylediği “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” sözlerinde görmek mümkündür. Devlet bu şiddete ortak olmak yerine, bir an önce bu sorunun ortadan kaldırılması için, tüm sivil ve resmi kuruluşlarla işbirliği yaparak, gerekli sosyal politikaları yaşama geçirmelidir.
Çünkü iktidar bilmelidir ki; kadınlar olarak, eşitsizliğin hem nedeni hem de sonucu olan şiddete karşı mücadele etmekten, eşitlik ve özgürlük talebimizden vazgeçmeyeceğiz.
Biz kadınlar, baskı ve zulmün olmadığı bir dünya istiyoruz. Biz kadınlar, artık her güne şiddet haberi ile uyanmak istemiyoruz. Asıl önemlisi iktidara inat biz kadınlar, “Susmuyoruz! Korkmuyoruz! İtaat Etmiyoruz!”