Anlamını kavrayabilmek için öncelikle zıttı olan “ütopya” kavramını bilmemiz gereken bir kelime “distopya.” Ütopya kelimesi her ne kadar günlük dilde her şeyin çok güzel olduğu yer anlamına denk gelecek şekilde kullanılsa da etimolojik olarak “olmayan yer” anlamına gelmektedir. (Yunanca’ da ou; not, topos ise place anlamına gelir. No place, dilimize ‘olmayan yer’ olarak çevrilebilir.). Bu etimolojik anlam ve günlük kullanım şeklini birleştirirsek ortaya her şeyin çok güzel olduğu bir yer bulunmadığı çıkar.
Ütopya kelimesinin karşıtı olan “distopya” ise “hayali ve kötü yer” anlamına denk gelmektedir ( Yunanca’ da ‘dys’ ön eki anormal, zor ve kötü anlamı taşır.) Ütopya ve distopya kavramları günümüze dek pek çok edebi esere konu olmuş ve felsefi tartışmalarda en dikkat çeken konular haline gelmiştir. Bu yazıda ise, bazı distopyaların beden üzerinde kurduğu baskıyı ve bedeni nasıl yönetim altına aldığını inceleyeceğim.
Öncelikle distopya dendiğinde akla ilk gelen kitabı ele alalım: Orwell’in 1984’ü. Kitap boyunca en sık göze çarpan beden sömürüsü işçilerin sürekli olarak çalışır vaziyette tutulmak istenmesiyle karşımıza çıkıyor. “Savaş barıştır! Özgürlük Köleliktir! Cahillik Güçtür!” sloganını kullanarak toplumu bir savaşın varlığına inandıran Parti, aslında tüm işçi sınıfının sözde savaşta olan ülkelerine faydalı olmak için çalışmasını istemektedir. Çalışmayıp özgürlük peşinde koşmak, düşman ülkeye bağlı kalma ihtimali demektir ve bu nedenle işçiler görevlerine bağlıdır. Ancak fabrikalarında ve ofislerinde durmadan üretim halinde olan işçiler yalnızca Parti’ nin verdiği bilgilere erişebilir ve bu cahillik de Parti’ nin gücünü arttırır.
Bitmek bilmeyen üretim ihtiyacı nedeniyle bedenin yalnızca çalışmaya yönlendirilmesi son bulmaz. Bu sayede, yalnızca beden üzerinde tahakküm kurmakla başlayan otoriter yönetim, bedensel arzuları ve cinsel dürtüyü de zamanla sıfırla indirgeme yoluna giderek gücüne güç katar. Mahremiyeti en üst seviyeye çıkaran İç Parti Yönetimi, “anti-seks örgütü” kurarak cinselliği topluma şeytani ve ülkenin zararına bir kavram olarak dikte eder.
Yalnızca “Big Brother” ve üretimin devamına gerekli olan sağlıklı, sadık çocuklar yapmak için cinselliğe izin veren parti, tüm bedensel gücün, arzunun ve libidonun Big Brother’a yönelmesini ister. Çünkü cinselliğin amacı, partiye ve üretime yararlı çocuklar yapmanın dışına çıkarsa, kişi kendi ilkel ve doğal diyebileceğimiz arzularını fark edebilir ve bu farkındalık arttıkça otoritenin gücü sarsılır. Parti fiziksel olarak bedeni sürekli çalışır halde ve meşgul tutar ki, bedenin kendini deşarj edebileceği hiçbir alan olmadığından her türlü ideolojik manipülasyonu sorgulamadan kabul eder.
Distopik özellikleriyle göze çarpan ve ses getiren bir başka önemli roman ise Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sıdır. 26. Yüzyılda geçen romanda, cinsellik ortadan kaldırılmış ve üreme “Kuluçka Merkezi” adı verilen laboratuvar ortamında şartlandırma yöntemleri kullanılarak gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Tek yumurtadan oluşturulan yüzlerce embriyo vardır ve embriyolar farklı sınıflara ait olabilirler.
Ancak sınıfı ne olursa olsun, Pavlov örneği olabilecek bedensel şartlandırmalar kullanılarak her bir embriyonun gelecekte, ait olduğu sınıf ve mesleğe bağlı olması amaçlanır. Örneğin: “doğa sevgisinin, fabrikalaşma alanında işe yaramayacağını; bu tarz sevgilerin kaldırılması gerektiğini” savunan sistem, bu eylemi gerçekleştirebilmek için doğa ve okuma sevgisini elektroşok ve gürültü ile bağdaştırır. Çocuklar kendilerine sunulan kitap veya çiçeği kabul ettiklerinde, rahatsız edici bir gürültü veya elektroşokla karşı karşıya kaldıklarından “içgüdüsel kitap ve çiçek nefreti” ile büyürler.
Bedensel korkuları zamanla alışkanlığa ve yaşam tarzına dönüşür. Embriyo ve çocukluk dönemlerinden itibaren bu tarz şartlandırmalarla ait oldukları ortama alıştırılan bireyler, kendi çevresi dışındaki alanları benimseyemez ve kendi sınıflarından çıkma arzusu duymazlar. Böylelikle, sistemin istediği gibi her sınıf görevini layığıyla yerine getirmeye şartlanmıştır, ki otoritenin gücüne güç katmanın daha iyi bir yolu bulunamaz.
Otoriter sistem, 1984’te gördüğümüz bedenleri kendilerine göre manipüle etmenin ötesine geçmiş, manipüle edeceği bedenlerin yaratılma sürecini dahi kontrol altına almıştır. 1984’te baş karakterler Winston ve Julia gibi ülkelerine ihanet sayılan suçlar işleyebilecek kişilerin var olma ihtimali Cesur Yeni Dünya’da ortadan kaldırılmıştır.
1984’te bedenlerin iş gücüyle meşgul tutulup, üstüne psikolojik baskı eklenmesiyle yasaklanan cinsellik, Cesur Yeni Dünya’da yaradılış sürecinde zıt bir kavram olarak şartlandırılmış, ek olarak sevgiyi ve maneviyatı embriyolardan ve çocuklardan bir anlamda çalmışlardır. Orwell’de apaçık bir bedene ve emeğe yabancılaşma örneği gözler önüne serilirken, Huxley’de ise insanların bedenleri yaradılış anından itibaren yabancı sayılabilir ve bu yabancılık iki eserde de yalnızca otoritenin yararınadır.