Nereden gelip yapışmıştı bu şarkı diline hiç anlamamıştın. Belki gün doğmadan önce kalkmak zorunda kaldığın içindi. Ama bunu dert edeceğin kadar çok olmamıştı ki işe başlayalı…
“Fabrikada tütün sarar
Sanki kendi içer gibi…”
Önce hep bu kısım diline dolandığı için şarkının başlangıcını burası zannediyordun. Yeni hoparlör de almıştın ama bir türlü telefonuna bağlayıp da bir şey dinlemeye fırsatın olmamıştı. Daha kışlık giysilerinin ve kitaplarının olduğu koliler salonun bir köşesinde açılmayı bekliyordu. Neyse ki kaşe kabanını önceden akıl edip bulmuştun. Alelacele hazırlanıp dışarı çıktın.
Muhasebe Müdürüyle, insan kaynaklarında çalışan karısı da durakta bekliyorlardı. Selamlaştınız bu alacakaranlık mesai sabahında. Selamlaşmanın devamını getirecek kadar tanışıklık yoktu aranızda henüz. Haftaya yeteri kadar tanış olacaktınız nasıl olsa… Fabrikanın kalite kontrol laboratuvarını kurman için seni işe almışlardı onca yıl ara verdikten sonra bile. Sektörde hâlâ geçerli referansların vardı. Yüklü alımlar yapmak için teklifleri toplamaya başlamıştın bile.
“Bir evi olsun ister
Bir de içmeyen kocası…”
Söylemekten en çok bıktığın, sinirlendiğin kısım burasıydı. Ceza gibi, kırbaç gibi dolanıyordu diline. Gene böyle bir alacakaranlıkta, kapı aralığından almıştın boşanma evrakını nihayet…
“Bensiz bir hiç olacaksın, yaz bunu bir kenara…”
Sonunu dinlemeden kapıyı usulca kapatmıştın. Avukatının hep söylediği cümleyi mırıldanarak sakinleştirmiştin kendini:
“Sakın cevap vermeyin Ayça Hanım. Hepsi geçecek, merak etmeyin.”
Geçmişti. Yıllar sonra yeniden işe gidiyordun. Gene bir laboratuvar kurmakla meşguldün.
“Makineler diken gibi
Batar her gün kalbine…”
Kurtulmalıydın bu lanet şarkıdan. Dikkatini başka şeylere verince aklından çıkar giderdi belki. Muhasebe müdürü kaldırımı arşınlamaya başlayan kedilerden birini simitle beslemeye başlamıştı. Burnuna susam kokusu geldi belli belirsiz. Takırdayarak açılan kepenk sesleri uyanan şehri tamamlıyordu.
“Bir evi olsun ister
Bir de içmeyen kocası…”
Böyle olmayacaktı. Çantandan cep telefonunu ve kulaklığını çıkardın. Şarkının tamamını baştan sona dinlersen bu döngüden ancak kurtulabileceğini düşünüyordun.
Alpay’ın kısık ve yumuşak sesi kulaklarına dolarken gördün Onu. Kepenklerini açan mandıranın üst katındaki penceredeydi. Geniş omuzlar, ince bir bel. Önce koltuk altlarına iki fıs deodorant sıktı. Sonra pencere pervazına dayalı dolabından seçip aldığı pantolonu bir yere dayanmadan giyindi. Bacağının birinin beyazını bile görmüştün. Daha fazla bakmamak için başını öne eğdin, yerdeki sigara izmaritlerini ve akşamdan kalanların balgamlarına bakmak mideni bulandırdı. Üzerine kısa kollu tişört ve kapüşonlu kazağını geçirişini de izledin. Mandıra açılmıştı. Kapının önüne yumurta kartonlarını yığıyorlardı. Akşam servisten indikten sonra yumurta almayı not ettin hayali defterine. İstediğini istediğin zaman yemek şu sıralarda en büyük bir mutluluktu senin için. Yüzüne bir gülümseme yayıldı. Montunu giymişti. Dolabın gerisinde kanepe ya da koltuk gibi bir şey vardı galiba… Hafifçe eğilerek sırt çantasına bir şeyler koydu. Tekrar yüzünü pencereye döndü. Masanın üzerinden tabletini aldı, onu da attı çantasına. Öğrenci olmalı diye düşündün. Gülümsemeni görüp görmediğini merak ettin. Bu pervasız merak yanaklarını ısıttı.
Servis gelmişti sonunda. Muhasebe Müdürüyle karısına, “buyurun lütfen,“ diyerek önden binmelerini istedin. Şarkı ikinci defa başa sarmıştı.
“Gün doğarken her akşam
Bir kız geçer kapımdan
Başı önde sessizce…”
“Yeter!” diyerek durdurdun şarkıyı. Servis penceresinden ne yapıyor diye son defa baktın. Işığı kapatıp çıktığını gördün.
Arkana yaslanırken cep telefonundaki alarmı yarım saat daha erkene aldın. Yarın sabah daha erken gitmek istiyordun durağa çünkü. Yüzündeki gülümsemen hiç bozulmamıştı. Fabrika Kızı’nı da artık ne umursuyor ne de söylüyordun.