Beşiktaşlılar olarak eskimiş evini müteahhite modernleşsin diye verip üç yıl başka evde kirada oturan, özlemle bitmesini beklediği yeni evine geçince ilk anda büyük heyecan yaşarken yabancılık da çeken insanların hissiyatı içindeyiz. Peki, modernliğin aradığımız konforunu artık yaşarken diğer yandan değerlerimizi korumamız gerektiğinin de yeterince bilincinde miyiz?
Fernando León de Aranoa’nın yönettiği ve başrolünde Javier’in Bardem’in oynadığı İspanyol filmi Güneşli Pazartesiler filmini izlediniz mi? Film, İspanya’nın liman kenti Vigo’da işten çıkarılan bir grup tersane işçisinin bir haftasını anlatır. Haksızlığa dayanamayan anarşist ruhlu emekçi Santa’nın (Javier Bardem) ve arkadaşları Jose, Amador, Sergei ve Lino’nun hikâyesidir anlatılan. İşsizliğin kıskacındaki beşli, hemen her akşam aynı bara giderler.
Veresiye içkiler eşliğinde geceyi sohbetle geçirirler. Bu sohbetler sık sık siyasete de dokunur. Bara sık uğrayan bir diğer kişi de Reina’dır. Eski tersane işçisi yeni güvenlik görevlisi Reina, çalıştığı işyerinin terası kent stadyumunu gördüğü için “Beleştepe”den diğer arkadaşlarına maçları izleme etkinliği düzenler. Golleri kimler attı, nasıl paslarla gole gidildi görülemese de o 6 kişi için önemli olan zaten maç çoşkusunu birlikte yaşamaktır.
Eski evinin yeni haline dönmüş ev sahibi hissiyatı
Bu film ve o sahne Pazartesi günü yeni stadımız Vodafone Arena’nın açılışını izlerken ve gelişmeleri sosyal medya üzerinden anbean takip ederken hep aklımdaydı, birazdan anlatacağım İnönü’deki Beleştepe nedeniyle.
Beşiktaşlılar olarak üç yıldır kendi stadımızdan uzağız. Dünyanın belki de en güzel lokasyonlarından biri olan Dolmabahçe’deki stadın yapım aşaması üç yıldır sürüyordu ve Beşiktaş bu sürede özellikle Olimpiyat Stadı yollarında büyük çileler çekti. 3 yıl statla yatıp statla kalktık desem mübalağa olmaz. Önünden geçerken durduk, inşaat izledik. Hibrit çim, membran nedir öğrendik. Bazen membran öyle mi serilir diye inşaatçılara hesap sorabilir hale geldik. “Yok ya, 5 yıla bitmez bu inşaat lanet olsun” diye karamsarlığa düştük.
11 Nisan Pazartesi günü bu yüzden adeta bir bayram gibi bekleniyordu. Pazar günü halksız gerçekleşen, atkılıların değil kravatlıların olduğu, bir türlü kulübün felsefesini tam olarak anlayamayan Beşiktaş başkanının “Cumhurbaşkanımız” deme rekoru kırdığı, bürokratik resmi açılış sonrası Pazartesi günü ise staddaki ilk maç ve gerçek açılış ile Beşiktaşlılar olarak stadımıza kavuştuk. Şenol Güneş’in teknik direktörlüğünü yaptığı ve ligde lider olan futbol takımımız, Bursaspor ile oynuyordu.
Beşiktaşlıların şu anki hissiyatı; eskimiş evini müteahhite modernleşsin diye verip iki üç yıl başka evde kirada oturan, daha sonra ise özlemle bitmesinin beklediği yeni evine geçince ilk anda büyük heyecan hisseden ama doğal olarak da bir yabancılık çeken, evini tanımaya çalışan, sık sık eski halini düşünen, farklılıklar ve yenisinde olmayanları, eksiklikleri algısında özellikle seçen bir hissiyat olarak özetleyebilirim.
Artık Beleştepe yok, artık biletsiz taraftar istenmiyor
İşte bu eksikliklerden biri de Beleştepe. Beleştepe, eski İnönü Stadı’nın sahasının bir bölümünü gören yeni açık tribünün oradaki tepeye verilen isimdi. Bu ismin verilmesinin nedeni ise stada giremeyen insanların maçı buradan izlemesiydi. Evet, sahanın sadece bir bölümü görülüyordu ama olsun, tezahüratlar duyuluyor, o kaleye gol olursa az da olsa görülebiliyordu.
Cebinde sadece yol parası olanların sığınağıydı Beleştepe.
Sokak ile tribünü birleştiren noktaydı. Karşılıklı tezahüratlar bile yapılırdı.Yeni stadımızda ise artık Beleştepe yok. Dört yanı kapalı stadımızda dışarıdan sahayı görmek neredeyse imkânsız. Beleştepe’nin olmaması Pazartesi günkü maç öncesi insanlara yapılan polis müdahalesinin de gerekçesi oldu.
Gaz ile kapatmıştık, meşale ile açıyoruz derken… Yine gaz…
11 Mayıs 2013’te polis şiddetiyle kapatmıştık İnönü Stadı’nı. 11 Nisan 2016 ise yine polisin fütursuz şiddetiyle açtık stadımızı. Gerçekten, adeta bayrama gelen insanlara, o çoşkuyu belki de abartılı bir şekilde yaşayan insanlara, çocuklarına; polisler tazyikli su sıktı, biber gazı attı. Bu sefer sadece meşalelerin dumanı semtimizi saracak derken, yine tüm pisliğiyle biber gazı sardı etrafı. İronik bir şekilde; kutlanan Polis Haftası sebebiyle reklam panolarında “polis huzurun ve güvenin teminatıdır” afişlerinin altında olanlar oldu. Açıklamada; polis, bileti olmayanları dağıttı denildi. Bu arada yine bu haftasonu Pazar günü oynanan Göztepe-Karşıyaka maçının sonunda polisin tribüne girerek taraftarlara biber gazı ve copla saldırdığını da hatırlatalım. Dünya futbol tarihi, tribünlere yönelik böylesi orantısız polis müdahaleleri sonucu yaşanan facialarla dolu. Bu yüzden onbinlerin olduğu bir kalabalığa özen gösterilmeli. Emirler uygulanırken her şey biraz daha sorgulanmalı diye bekliyoruz ama ne yazık ki bu bayram gününde de insanlar nefessiz bırakıldı.
Soylulaştırılmaya karşı modernlik dâhilinde değerleri kaybetmemek
Statlar geçmişten bugüne iktidarın güç gösterisi alanları olmuştur. Bu antik çağdaki arenalardan beri böyle. Arenalar iktidarların halkları eğlendirmek, belki bazen gündemden uzaklaştırıp uyutmak adına oyun alanları olagelmiştir. Bu yüzden yeni stadlara da “Arena” isminin konulması bir tesadüf değil. Günümüzde de geçmişteki arenadaki acımasız ortamların kapitalist bir versiyonunu görüyoruz. Sahada her şey kazanmaya odaklanmışken, saha dışında ise haftanın her günü yaşayan yani her gün tüketimin yapılabildiği mekânlar olarak stadyumlar dönüşüyor.
Endüstriyel futbolda taraftar profili de dönüştürülme sürecinde. Bu yönde özellikle Türkiye’de ciddi bir toplum mühendisliği var. Gezi direnişi sonrası bu çalışmalara ağırlık verildi. Özellikle Beşiktaş tribünleri ve çArşı taraftar grubu üstünde.
Oysa ki stadyumlar, sınıfsal farklılıkların biraraya gelebildiği mekânlardır. Yeni stadlar ise sınıfsal uçurumun daha da derinleşme ihtimali olan yerler olmaya doğru ilerliyor. Taraftarlar artık bir nevi müşteriye dönüşüyor. Diğer yandan bir toplumsal çılgınlık stadları da etkiliyor, öyle ki artık herkes bir elinde cep telefonu ile sahayı, tribünleri çekerek maçı izliyor hatta çoğu zaman bu yüzden izleyemiyor bile.
Yaşanan dönüşümün getirecekleri, buna karşı duruş yolları Beşiktaş taraftarları içerisinde de sorgulanan bir konu. Yeni stadın coşkusu ve şampiyonluk mücadelesinin harareti geçince bunun üstüne daha çok düşünüleceğe benziyor.
Passolig ile değişmeye başlayan seyirci profiline karşı amaç değerleri hiç kaybetmemek, kaybolmaya yüz tutmasına karşı durmak. Beşiktaş Başkanı Fikret Orman’ın “saray gibi stat yaptık, biz saray takımıyız, bu saray gibi stada girecekler de bedelini ödeyecek” duruşuna karşı “Hayır bu yeni stad hepimizin stadı, hepimizin bunda emeği, ruhu var, hepimizin bu stada girmeye, bu havayı solumaya hakkı var” deme zamanı. Pankartlara, o pankartlarla vicdani ve gündeme dair mesajlar verme, tribünleri gerçekten de eskisi gibi birer yaşam alanı haline getirmek için mücadele etme dönemi. Şehirlerdeki soylulaştırma amaçlı toplum mühendisliklerine karşı durmanın, eskiyen ve yetersiz kalan koşullar modernize edilirken değerleri de kaybetmemenin zamanı.
Fotoğraflar, Forza Beşiktaş ve Beleştepe sayfalarından alınmıştır.