Oy vermek kimileri için bir sorumluluk, kimileri içinse bir hak. Peki oy olgusundan hareketle bir seçime katılımı etkileyen faktörler neler?
Çok değil iki hafta önce Türkiye vatandaşları olarak katılım gösterdiğimiz 24 Haziran Seçimleri’ne katılım oranı yüzde 88 olarak tespit edildi. Oy kullanımı doğrultusunda elde edilen sonuçlar 1 Kasım ve 7 haziran seçimlerine göre de daha yüksek bir orana sahip. Biraz oturup düşündüğümüzde bu katılımın bir/birkaç sebebi olduğu akıllara gelecektir.
Her ne kadar tarih olarak köklü bir geçmişimiz olsa da yeni bir devlet olduğumuzu kabullenmek durumundayız. Dolayısıyla devlet sisteminin bu kısa sürede yeterince oturmadığını, oturtulamadığını ve bu yüzden de ufak siyasi görüş farklılıkları içeren partilerin dahi iktidar değişim sürecinde maliyetli sonuçlara varabildiğini söylemek zor değildir. Farklı siyasi fikirlerin iktidarda yer edinmesini devlet yapılanmasının sarsılmasını engellemek amacıyla yapılan bu katılım birincil faktör olarak gösterilebilir.
İkinci ve üçüncü sebebi ise ortak paydada incelemek daha doğru olacaktır. Buradaki anahtar kelimemiz kaygı. Çünkü istikrarı korumak bir oy güdüsü olabileceği gibi uzun süredir süregelen bir yönetimden şikayetçi olmak, o hükümeti ve sebep olduğu hoşnutsuzluğu gidermek için sandığa tüm imkanlarla gitmek de bir davranış biçimi olabilir. Tüm bu refleksler aynı zamanda bir kaygının ürünüdür. Fakat ikinciyi üçüncü gerekçeden ayıran şey inançtır. Bir sistemin değişebileceğine dair bir inanç kanaat/kanı var ise seçim katılımı da o kadar yüksektir. Tüm olumsuz yargılara rağmen bu katılım oranı, ülkemizde bir şeylere dair olan inancın yok olmadığı çok açık bir şekilde söylenebilir.
Buradan hareketle perspektifimizi Doğu’ya Irak’a çevirdiğimizde göreceğimiz şey sandığa gitme oranının düşüklüğüdür. O bölgedeki halkın siyasi tepkilerine göz attığımızda göreceğimiz şudur ki; mevcut vatandaşların çoğunun sistemden ve yönetilişten memnun olmamasına rağmen herhangi bir “demokratik” seçimde katılım oranının ancak %44’e ulaşabilmiş olmasıdır. Bu demokratik inancın zaman içinde köreldiğine işarettir. Aynı oran düşüklüğünü Güney ve Orta Avrupa’da incelediğimizde bunun nedeni ilk faktörümüz olan sistemin oturmuşluğuna bağlayabiliriz. Ek olarak, Güney Avrupa sistemi Orta Avrupa’ya göre biraz daha sallantılı ve karmaşık olduğu için katılım nispeten güneyde daha yüksektir.
Diğer taraftan kadrajımızı oturmuş sistemleri, eğitim faaliyetleri ve enerji projeleriyle kendini biraz daha öne çıkarmış olan İskandinav Ülkeleri’ne doğrulttuğumuzda bahsi geçen siyasal seçimlerde ilginç bir şekilde yüksek katılım oranlarına sahip olduklarını görürüz. Kuzey halkını seçime götüren şey ise bu noktada sadece sorumluluk olarak oy verme duygusudur. Zira iki farklı kutba sahip herhangi bir parti göreve geldiğinde yönetim esaslarında aleni bir değişim olmayacaktır.
Tekrar ülkemize ve davranışları özetleyecek olursak; üç farklı seçimde orantılı olarak katılımda artış göstermek çoğu ülkeye nasip olmayacağından bu seçimlere Başkanlık/Kurtuluş/Özgürlük seçimleri olarak adlandırmak yerine “kaygısal seçimler” olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Seçim katılım oranları: https://www.idea.int/data-tools/question-view/521 mevcut siteden alınmıştır.