Son dönemde giderek artan ve gündeme gelen çocuk istismarının ve kadına karşı şiddetin yalnızca bireyler üzerinden değil, toplumsal boyutlarıyla da ele alınması gerekmektedir. Cinsel şiddet vakalarında çok sık rastlanan hasta, sapık, “normal dışı” gibi kullanılan argümanlar aslında tecavüzcüleri toplumsal normların dışında olan bireyler gibi göstermektedir. Bununla birlikte en çok duyduğumuz tecavüzü meşrulaştıran ortadan kaldırılması gereken bir “erkek egemenliği” sorunu olmaktan çıkarıp, daha çok kaçınılmaz bir son gibi gösteren söylemlerden birisi de tecavüzün erkeğin iç güdüsünün ürünü olduğudur. Ancak tecavüzcüler üzerine yapılan birçok araştırma cinsel şiddetin kökeninde erkek egemen kültürün yattığını ve tecavüzün de birçok davranış gibi öğrenilmiş bir davranış biçimi olduğunu göstermektedir.
Çocuk istismarının ve kadına karşı şiddetin artmasıyla beraber idam ve kimyasal hadım tartışmaları da gündeme geldi.
Kaçırılan, cinsel şiddete uğrayan, öldürülen, işkence edilen, yok sayılan kadınlar, çocuklar ve hayvanlar. Çoğumuzun söylerken bile boğazının düğümlendiği ne yapabilirizi belki de yüksek sesle tartışmaya başladığımız bir mesele. En temel hakkımız olan yaşam hakkımızın dahi elimizden alındığı bir dönemde var olan hukuk sistemi bile işlemiyorken, failler iyi hal indirimleri alıyorken, aynı mahkemelerden çıkacağı beklenen idam ve kimyasal hadım gibi cezalardan bahsediliyor. Yaşanan cinsel şiddet vakalarında faillerin cezasız kaldığı, yetkililerin “Küçüğün rızası var” veya “bir kereden bir şey olmaz” gibi açıklamalarda bulunduğu bir toplumda adalet halkın değil “egemenlerin” adaletidir.
Çocukların, kadınların, hayvanların çığlıklarını duymayanlar bugün “İdam” çığlıklarını duyuyorlar. Tarikat yurtlarında yanarak ölen 15 çocuğun, Ensar’daki çocukların, Eylül’ün, Leyla’nın, 13 yaşında 26 erkek tarafından aylarca cinsel istismara uğrayan N.Ç’nin ve saymakla bitiremeyeceğimiz onlarca çocuğun sesini duymayanlar bugün hala cinsel şiddeti önleyecek politikalar üretmek yerine suç işlendikten sonra uygulanacak ceza yöntemlerini tartıştırmaktalar. İktidarın erkeklere ait olduğu, yaşamın her alanında sokakta, evde, okulda, işte cinsel şiddetin her boyutuyla kendisini yeniden var ettiği bir toplumda cinsel şiddetin önüne geçebilecek politikalar “istikrarlı Türkiye’nin” yapısını bozacak olmalı ki bir türlü var olamadı.
Her şeyden önce cinsel şiddetle mücadeleye başlarken yüzleşilmesi gereken en önemli meselelerden birisi de cinsel şiddetin ataerkinin bir ürünü olduğu, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynakladığı ve bireysel değil toplumsal olduğu gerçeğidir. Geliştirilen mücadele yöntemlerinde yine temele alınması gereken meselelerden birisi de suç işlenmeden önce neler yapılabileceğinin üzerinde durulmasıdır. Bu alandaki politikalar önleme ve korumayı esas alan hak temelli politikalar olmalıdır. Şiddet değerlendirilirken sınıf, ırk, uyuşturucu, alkol bağımlılığı, aile bireyleri gibi nedenler baz alınarak değerlendirilmemeli ve faillerin suçları bu nedenlerle meşrulaştırılmamalıdır.
Mücadeleyi hiç bırakmadan sokakta, evde, işte yaşamın olduğu her alanda ses olmaya, var olmaya devam etmeliyiz. Yoksa bu karanlığın içinde yok olmaya mahkûmuz.
Hazırlayan: Kırkyama Kadın Dayanışması – Tuğçe Kesim