Çevre. Yaşadığımız coğrafyada, Türkiye’de içi boşaltılmış milyonlarca kavramdan yalnıza bir tanesi. Bazılarımızın bir tanesi çevre. Yeni, moda ve süslü bağlamda da ekoloji. Mücadelelerin en gereklisi, devrimlerin en kapsayan kümesi. Çevreci yaşamak bir seçim, ekolojist yaşam bir gereklilik. Peki, çevreye sahip çıkmak için neleri savunmak, neleri istemek gerekir? Neyi isteyenin ve istemeyenin çevreciliğinde bir problem vardır? Bu konuda “en uzman” isimlerden İdris Güllüce anlatıyor bizlere, buyurun dostlar buyurun…
Türkiye Cumhuriyeti’nin Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce. Kendisi son açıklamasında nükleer ve “çevreciler” ile ilgili bir bağdaştırma yapmış. Bize de bunu analiz etmek düşer dedik, koyulduk açıklamaları okumaya.
Güllüce, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na atandığı 25 Aralık 2013 tarihinden bu yana pek çeşitli açıklamalarıyla gündeme oturmuş ve kalkmamıştır. Nükleere karşı çıkanların çevreciliklerinde bir “tuhaflık” olduğunu söylediği son açıklamasında Güllüce, “Hem fiziki anlamda çevrede çok iyiyiz. Şehirlerimiz, sanayicimiz çok iyi. Hem de manevi anlamda çevre olarak çok iyiyiz” diye konuştu.
“En temiz enerjiyi aldığınız bir alan orası”
Güllüce nükleer santral ile ilgili defalarca açıklama yaptı. Her bir açıklaması Cumhurbaşkanı ve Enerji Bakanı ile yarışan Güllüce bu defa nükleer istemeyenleri anlamadığını ve onların bir tuhaf olduklarını söyledi:
“Dünyada bine yakın nükleer santral varken, ‘Türkiye’de nükleer santral olmasın’ diye bir adam yürüyorsa onun çevreciliğinde bir tuhaflık vardır. En temiz enerjiyi aldığınız bir alan orası. Havaya salınım yapmayan, karbondioksit salmayan, ozon gazına problem olmayan, fosil yakıtlarla elde ettiğiniz enerjiye nazaran dünyaya az zarar veren bir enerji. Kendi ülkesinin yüzde 60-70’ini nükleerden karşılıyor ama bakıyorsun Türkiye’ye bazı insanlar geliyor, bazı ülkelerden o gençler kendi ülkesinde yeni yapılan nükleer santrallere karşı çıkmıyor da nedense bizdeki için eylem yapıyor. Herhalde bizi çok sevdiği için mi? İşte bu uyanıklıkta olmamız lazım. Biz termik santral yaptığımızda ayrı karşı çıkıyorlar. Çevreye kendi ülke değerlerimizle bakmamız lazım. Şimdi bir tuhaflık var. Nükleere, termik santrale, hidroelektrik santrale, güneş ve rüzgar enerjisine karşısın. Peki elektrikler hiç kesilmesin. Bu nasıl olacak? Putin’den alırız, İran’dan da doğalgazı alır yaparız. Bugün yüzde 70’e yakın enerjimizi ithal ediyoruz. Uluslararası bir problem çıktı vanayı kapattı. Ne yapacağız? Bırakın üretimi, dişimizi fırçalayamayız çünkü banyo karanlık, ışığımız yanmaz.‘ Ben elektrik santrali yaparken sen başka ülkelerden gelip de bu ülkeyi neden karıştırıyorsun?’ diye asıl bizim gençlerimizin onlara sorması lazım” dedi.
Güllücenin konuşmasında dikkat çeken tek tuhaflık nükleer karşıtlarına kızması değil. İlk olarak havaya salınım yapılmaz, salım yapılır. İkincisi, havaya salım yapmak ile karbondioksit salmak diye bahsedilen durum iki ayrı durum değil, tek bir durumun iki farklı kelime ile açıklanmasıdır.
Üçüncü önemli nokta, başka ülkelerdeki nükleerlere sessiz kalıp Türkiye’deki santral projelerine karşı çıkan bir grup söz konusu değil. Sanırım bu grup da Kabataş’ta türbanlı bacılarımıza saldıran grupla birlikte gaiplere karışmış olabilir. Çünkü nükleer santrallere karşı duruş sergileyen insanlar bunu bencilliklerinden, egolarından veya herhangi bir ülkenin gelişmesini istemediklerinden değil; tüm dünyaya, ekolojik sisteme ve yıllar sonrasına kadar uzanabilecek zararlar verdiği için yapıyorlar. Nükleer ölümdür, nükleer öldürür.
Güllüce’nin tuhaf açıklamasında tuhaflık olarak belirttiği bir başka noktada güneş, rüzgar ve hidroelektrik santrale karşı duruş sergileme durumu. Çevre dostu insanlar güneş enerjisine karşı değildir, hatta bu insanların temel savaşları nükleer ve derelerimizin kurumasına neden olan HES’ler yerine güneş enerjili sistemler ile çalışmaktır. HES’e karşı olmak ise bu devirde tam anlamıyla bir insanlık borcudur. Bir vatandaşlık borcu, hatta bir canlılığa şükür durumudur. Zaten kalan son 3-5 deremizi de üzerine HES kurmak suretiyle kurutmaya çalışan bu hükûmet yetkilileri ve rant aşığı inşaatçılar sayesinde ömrümüzün kalan kısmını kalanları korumaya çalışmak ve bu uğurda mücadele ederek geçireceğiz. Neden bu anlamamazlık hiç bilemiyorum.
Güllüce Putin’den bahsetmiş, bir de İran’dan. Güllüce neden böyle konuşuyor anlamıyorum. Ülkede yaşayan herkesi zihinsel problemli mi zannediyor, yoksa onu ömrümüzün sonuna kadar bu şekilde kabul ve idare edeceğimize biri onu inandırmış mı, gerçekten tahmin etmesi güç. Çünkü bizi dışa bağımlı hâle getirmesi en mümkün santral zaten nükleer santral. Hâlihazırda yapılmakta olan santralin plütonyumla çalışacağını ve plütonyumun Türkiye’de bulunmadığını, onu da yurtdışından ve hatta tam da Rusya’dan temin edeceğimizi biliyor musunuz?
Bence Güllüce de biliyor, ama çaktırmıyor. Ancak gerçek bir nokta var: Güllüce bizi oyalıyor, kandırıyor ve bunu yaparken gerek yaşından gerek de makamından hiç ama hiç utanmıyor. Keşke siyasi bir kişi olsam da Çevre ve Şehircilik Bakanı makamına gelmek gibi bir şansım olsa… Ancak ne yazık ki, pek yazık ki, bu vatan topraklarında ekoloji hakkında bilgili insan toplulukları bir bakan koltuğunda veya bir karar mercinde değil; evlerinde, bir cezaevinde veya sürgündeler…
Güllüce, Türkiye’nin endüstrileşirken hiçbir yeri kirletmediği ve hatta dünyayı Avrupa ülkelerinin kirlettiği, 2014 yılının Türkiye için çevre yılı olduğu gibi açıklamaları ile de gündemi meşgul etmişti. Sağ olasıca Güllüce, keşke Çevre Bakanı değil de mizah bakanı olsaymış…