Moğolistan. Uçsuz bucaksız steplerin hüküm sürdüğü, sonsuz bozkırda doğayla insanın uyumu yakaladığı o mistik ülke. Cengiz Han’dan beridir süre gelen kültürel geçmişiyle bir yüzünü bin yıl öncesine dönen insanların ülkesi. Çadırları sırtlarında konar göçer yaşayan, stepin her türlü zorluğunu yüzlerinden, ellerinden okuduğunuz insanlar. Moğol Halkı.
Önce Jiang Rong, kitabıyla bizi alıp götürdü 1960’ların Moğolistan’ına. Her zaman Cengiz Han’ını okumaya alıştığımız Moğolları, günümüze yakın halleriyle ve hiç değişmemiş olduklarını görerek okuduk. Ardındansa Jean-Jacques Annaud beyaz perdeye aktardı bu hikâyeyi. Hikâye bozkırın efendilerinin Çin boyunduruğu altına girdiği yıllarda geçiyor ve iki Çinli öğrencinin köylü halkı eğitmek için bir Moğol obasına yerleşmesi ile başlıyor. Hikâyemizin baş kahramanı Chen, Çin’in en ufak köylerine kadar yolladığı öğrencilerden birisi. Bejing’teki şehir hayatından gelip bu step insanlarıyla yeni bir yaşam kuruyor kahramanımız. İnsanlara okumayı öğretmeye çalışırken doğayı ve yaşamı öğreniyor bozkırın efendilerinden. Chen’in baba diye hitap ettiği obanın reisi, vakur bir Moğol tablosu çiziyor Cengiz Han misali.
Moğolların doğaya ve canlılara saygısını, doğal dengeyi nasıl koruduklarını izliyoruz film boyunca. Hayattan yeteri kadarını alarak yaşayan mağrur insanlarla tanışıyoruz. Politikaların ve aç gözlülüğün dengeyi nasıl bozduğuna şahit oluyoruz. Chen’in geldiği kültürü adım adım terk edişinden ve Reisten öğrendiği hayat derslerinden kendimize paylar çıkartıyoruz. Moğol gelenek ve inanışlarında ki tabiat sevgisini görüp hayran olurken, politikanın bencilliği ile işlenen vahşetlere tanıklık ediyoruz.
Ve kurtlar. Soylu moğol kurtları ile Moğollar’ın bir birlerine olan karşılıklı saygılarını şaşkınlıkla izliyoruz. Yüzyıllardır dengeyle yürütülen bu ilişkiyi Chen ve Reisin diyaloglarından takip ediyoruz film süresince. Kurtların insanlara öğrettikleri, insanlarınsa kurtlara muhtaçlığı ve bu dengenin binlerce yıl öncesine dayanması hayrete düşürüyor bizleri. Bir insanın ve kurdun yaşamlarının içinden geçiyor, asilliği ve sevgiyi hissediyoruz.
Tabiatın dengesine muhtaç olup nasıl bu dengeyi bilinçsizce bozduğumuzu gösteren, eski ile yeniyi çarpıştıran, kültürün sistemler üstü insancıllığını ve doğanın bizlere değil bizim doğaya muhtaç olduğumuzu anlatan çarpıcı bir eser Kurt Totemi. Bozkırdan aldığını ona geri veren bu asil insanlarla tanışmanız dileğiyle. İyi seyirler.