Ekim’in sonu, Kasım’ın başı… Bir büyük film festivalini daha acısıyla tatlısıyla sonlandırdık. 56’ncısı bu yıl düzenlenen Antalya Film Festivali, daha doğrusu geleneksel ve yeni adıyla “Antalya Altın Portakal Film Festivali” Antalyalı sinemaseverlerle buluştu. Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin parti ve el değiştirmesiyle birlikte festivalin “Altın Portakal” adı da festivale iade edilirken; 2 yıl önce kaldırılan “Ulusal Uzun Film Yarışması” ve birer yıl önce aralıklarla kaldırılan Belgesel ve Kısa Film yarışmaları da festivale döndü. Bu dönüşlerle birlikte “Öze Dönüş” temasıyla 56. yılına giren festivale, 29 Ekim günü yani 4. gününde dahil oldum.
Antalya’ya ilk olarak 52. yılında gelmiştim ve ilk şehir dışı festivalimdi, o yüzden benim için yeri her zaman ayrıdır. Son olarak da, 2 yıl önce kaldırılan “Ulusal Yarışma”nın olmadığı ilk festival olan 54. Antalya Film Festivali’ne gelmiştim. O yıl ‘ulusal yarışma’nın yokluğunun festivale büyük bir zarar verdiğini ve daha önceki yıllarda var olan o ışıltılı havayı, sönük bir hale getirmiş olduğunu gözlemlemiştim. 56. yılında festivalin daha hareketli bir hal aldığını görmek sevindiriciydi. Daha çok ‘nitelikli’ yerli oyuncu görmek, filmleri takip ettiklerine şahit olmak ve en önemlisi Antalya halkının o salonları hınca hınç doldurduğunu görmek mutlu edici bir gelişme… Çünkü festivalin yer aldığı şehir tarafından takip ediliyor ve fark ediliyor olması önemli.
Festival gönüllüleri ve çalışanları da oldukça hoşgörülü ve yardımcıydılar. Salon girişlerinde koltuklara geçiş için koşturmaları ve salonlardan konakladığımız yerlere gidişimiz için hızlı olmaları çok önemliydi. Ayrıca Otelimizde bize yardımcı olan ve neye ihtiyacımız sevgili Zehra Dilek Yıldız’a da çok teşekkür ediyorum, çünkü neye ihtiyacımız olsa koşturdu. Ayrıca festivalin bu yıl basın koordinatörlüğünü üstlenen sevgili arkadaşım Uğur Yüksel’e de destekleri için kucak dolusu sevgiler.
Ayrıca yakında yayına başlayacak kanalımız tvON da yayına başlayan “On Matinesi” programımda Soluk, Aşk Büyü Vs, Kronoloji ve Bilmemek filmlerinin ekipleriyle bir araya geldim ve şahane sohbetler ettik festival ve filmlere dair. You Tube üzerinden takip etmenizi şiddetle tavsiye ederim!
“Ulusal Uzun Film Yarışması” nasıldı? Hangi filmleri izledim ve ödülleri nasıl değerlendiriyorum?
Festivalin bu yıl merakla beklenen “Ulusal Uzun Film Yarışması” nda ise bir yandan çok merakla beklediğimiz filmleri izleme şansı bulmuşken, diğer tarafta ise daha iyisi olabilir diyebileceğimiz filmler de izledik. Yarışmada yer alan “Kronoloji” ve “Küçük Şeyler” i Adana Altın Koza’da takip etsek de geriye kalan 8 film, prömiyerlerini Antalya Altın Portakal’da gerçekleştirdi. Benim en favori filmlerim, Adana’da izlemiş olduğum ve Antalya’da da yarışan Kronoloji ve Küçük Şeyler filmleriydi. Kronoloji, bir kayıp durumundan akıllıca bir şekilde cinayet hikayesine dönüşmesiyle izleyenlere şaşırtıcı ve oldukça düşündürtücü bir izleti sunduğu için en favori yarışma filmimdi. Tabi Tansu Biçer, Cemre Ebüzziya ve Birkan Sokullu’nun başarılı oyunculuklarının yanında, Ali Aydın’ın yenilikçi bir gözle iyi bir yönetim gerçekleştirmesi de cabası. Küçük Şeyler, absürtlük ve mizahi bir harman içerisinde başlayıp ilerlerken; izleyenleri kimi zaman güldüren, kimi zaman kızdıran halleri güçlü ve komik bir anlatım diliyle sunuyor. Alican Yücesoy ve Başak Özcan’ın karşılıklı şahane performanslara imza atmaları da cabası…
Festival yarışma sonucu ise bir çoğumuzda şok etkisi yarattı. Zeki Demirkubuz başkanlığındaki ana jüri, vermeleri beklenen 14 ödülden 10 tanesini, ilk filmini çeken Ali Özel’in yönetmenliğini üstlendiği “Bozkır” filmine verdi. Ayrıca 1 ödülü de “Film-Yön” jürisi Bozkır’ın yönetmeni Ali Özel’e verdi. Bozkır, bana göre izlediğim ulusal yarışma filmleri arasında en zayıf olanıydı. Bir köyde yaşayan baba ve uzun zamandır görüşmedikleri oğlu ile olan yıllar sonra hesaplaşmasına odaklanıyor. Film bu hesaplaşmayı odağına alırken, köydeki baraj çalışmasından dolayı oluşan toprak kayması ve su altında kalma tehlikesiyle karı karşıya kalan köy evi bahçesinde bulunan annenin mezarının taşınması durumunu da izleyicine anlatmaya çalışmakta.
Filmin görüntü yönetimine lafım yok, oldukça güçlü ve ilk filme göre teknik bir başarı görebiliyoruz. Ayrıca “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödülünü rol arkadaşıyla paylaşan Ozan Dağara’nın da performansını oldukça beğendim. Fakat filmin senaryosu ve anlatmaya çalıştığı hikaye ile büyük bir sıkıntı var. Evet yola çıkılan hikâye bir film yapmaya değer olabilir, çünkü doğal afetlerden en çok köyler etkileniyor ve bir vicdan hesaplaşmasının, doğal afet ile bir araya gelmesi de enteresan bir fikir. Ancak bunu anlatma şekli oldukça türevlerine benzer ve bir fark görülemiyor. Sürekli diyoruz ya ‘taşra hikayesi izlemekten bıktık’ diye, aslında farklı bir şeyler katmayı başarıp başka bir göz geliştirip üstüne fazla düşündürtebilse o taşra hikayesi o kadar da sıkmaz. Fakat Bozkır, iyi bir yönetim gösteremediği gibi filme boş gözlerle bakmamıza neden oluyor. Filmdeki ağaç kesme sahneleri de oldukça beni rahatsız edici derecede fazla gerdi. Filme büyük bir gerginlik havası veren bu ağaç kesim sahneleri, güçlü ses ve çekim teknolojisinde gerçekleşmiş gibi görünse de, izleyenleri bir noktaya da bağlamakta oldukça zorlandırıyor. Belki de Antalya tarihinde en yüksek bütçeli ödül kazanan film olarak yerini alsa da Bozkır ekibi, umarım daha nitelikli bir senaryo, daha iyi oyunculuklar ve tekrara düşmeyen hikâyeleri izleyenlere aktarır.
Ümit Ünal’ın çekimlerini Büyükada’da gerçekleştirdiği “Aşk, Büyü, Vs.” filmi, festivalin merakla beklenen filmlerindendi. Ünal’ın filmlerinde her zaman umudu, zerre bir şeyin bile nasıl kıymetli bir şey olduğunu ama fark edilmediğini ve ya kim ne derse desin hayallerinin ve istediğin şeyin peşinden giden karakterler görmüşüzdür. “Aşk, Büyü Vs.” filmi de bu filmlerin arasına başarıyla girmekte. Filmin teknik anlamda büyük bir başarıda olmayacağını filme görmeden önce de tahmin ediyorduk. Çünkü Ümit Ünal bu kez, büyük yapımcılara gitmeden kendi küçük ekibi ile bu filmi gerçekleştirdi. Evet zayıf teknikte bir film izledik, kameraların birçoğunda sallantı rahatsız edici gibi durmakta. Buna rağmen filmin çok cesur bir senaryoya sahip olduğunu düşünüyorum. Çünkü eşcinsellik konusunu kullanacak kadar cesur senarist ve yönetmenlerimiz yok denecek kadar az. Ama ben daha güçlü bir senaryo bekledim filmden. Ayrıca bana Eren karakterinin 20 yıl aradan geçmiş olmasına rağmen bu kadar tutkuyla Reyhan’a gelmesini çok inandırıcı bulamadım. Ufak tefek senaryo sıkıntılarım olsa da filmle, genel itibariyle cesur konusu olan, iyi bir hikayeye sahip ve güçlü oyunculuklarla ön plana çıkan bir film olmuş.
Törende En İyi Kadın Oyuncu ödülünün açıklandığı anda, büyük bir mutluluk yaşadık. Filmdeki rolüyle ödülü kazanan Selen Uçer, bu ödülü sonuna kadar hak etti. Hatta bence Ece Dizdar ile birlikte de hak ettiler, ben ikisinin birlikte almasını daha anlamlı bulurdum. Ancak Uçer, Reyhan karakterinin yaşanmışlıklarını , ekonomik sorunlarını ve ‘hayatının o günde asılı kaldığı’ o günü ve Eren’le yeniden karşılaşma yaşayınca yeniden hayat dolu olmasını muhteşem ve ruha işlenen bir performansla izleyenlerine sunuyor. Ece Dizdar de Eren karakterinin yıllar sonra gelen tutkusunu ve vazgeçmeyişini filmde lezzetle aktarıyor. Filme falcı karakteriyle dahil olan başarılı oyuncu Ayşenil Şamlıoğlu’nun da nefes aldıran ve kimi zaman gülmekten yerlere yatıran bir performansla izleyenlere selam verdiğini unutmamak gerek. Bir yandan Emrah Kolukısa’nın yer aldığı anlarda absürt anlara şahit olarak güldüğümüzü fark ediyoruz, biraz uzun bir sahne olsa da… Ayrıca Emrah Özçelik’in Gökhan karakteri ile aslında Reyhan ve Eren karakterlerine doğrudan çizdiği yol ve bir handa hallendiği psikoloji de çok önemli, çok iyi yazılmış ve başarılı bir performansla izleyenlere sunulmuş durumda.
Onur Ünlü her zaman değişik kafadaki filmlerle izleyicisini şaşırtmayı ve bin tane farklı düşünceyi izleyenlerin kafasında gezdirmeyi seviyor. Çünkü Onur Ünlü bir tarza bağlanmıyor, kendine has üslubunu yaratıyor her filminde. “Topal Şükran’ın Maceraları” yine bu şekilde ilerleyen bir yapım olarak karşımızda. Diyalogsuz bir film izliyoruz ve bundan rahatsızlık duymadan filmi ilerletebiliyoruz. Aşkın Gören Gözlere İhtiyacı Yok’tan sonra bir Onur Ünlü filmini daha sevdiğimiz söyleyebilirim. Filmde güçlü bir ‘Şükran’ karakteri yaratılmış. Tabi ki Demet Evgar’ın üstün performansı da karakterin psikolojisini anlamamızda büyük bir etken olarak karşımıza çıkıyor. Serhat Kılıç ve Halil Babür’ün de zevkli performanslara imza attığına şahit olurken, Ayşe Melike Çerçi’nin de sinemamız ve ekranımız için gözden kaçmaması gereken kaliteli bir oyuncu olduğunu yeniden fark etmemizi sağlıyor film.
Leyla Yılmaz’ın ilk uzun metrajlı filmi olan “Bilmemek” de başarılı yarışma filmleri arasındaydı. Ergen bir gencin içinde yaşadığı travmaları, küçük yaşta bu kadar fazla sorumluluğu sırtına alması ve bunların üstesinden gelmeye çalışma gayesi çok önemli. Film, izleyenlere şu soruları film boyunca sorgulatıyor: ‘Merak ve bilgi aynı şey midir? Her şeyi bilmek zorunda olduğumuzu nereden biliyoruz? Kime ve neye göre kendi kişisel alanımızı korumalıyız?’ Genç oyuncu Emir Özden’in sinemaya umut vaad eden bir oyuncu olduğunu, güçlü performansından anlayabiliyoruz. Karakterin psikojisini, ailesel iletişim problemini ve maruz kaldığı baskılara güçlü bir direnç gösteren karakter olarak son derce başarılı. Yurdaer Okur’un da baba figürü olarak filmde karakterine hakim bir performansla izliyoruz.
Uğur Polat ve Aslı İnandık’ın başrollerini paylaştığı Soluk filmi, ölümü bekleyen 3 bambaşka insanın bir aradaki iletişimlerine odaklanıyor. Filmin hikayesinin Ankara’da geçmesi bile ilgilimi filme yönelten şeylerden bir tanesi oldu. Fakat filmde Ankara’yı çok geri fonda hissedebiliyoruz, yani Ankara’da yaşayanlar ancak belki de Ankara’da geçtiğini ufak da olsa anlayabilir durumda hikayede. Hasta olan bir adamın aksi, huysuz ve sevimsiz hallerini başarılı oyuncu Uğur Polat’ın enfes performansında izliyoruz. Uğur Polat’ın yeniden ne kadar ulu bir oyuncu olduğunu ve her role bir anda nasıl girebildiğine bir kez daha şaşırıp kalıyoruz. Filmdeki rolüyle ödül alan Aslı İnandık’ın da hayata tutunmaya çalışan ve hasta bir adama yarenlik eden genç bir kız rolünde ilk başta afallıyoruz. Çünkü Aslı İnandık’a daha çok komedi rollerinden aşina olmamız bunda bir etken. Ama daha sonra karakterine inanmış ve iyi bir performans çıkarmış kaliteli bir oyuncu görüyoruz…