Tarih, pek çok şaşırtıcı yaşanmışlığa sahne. Olgular, bazen gerçekliğin abartılmış haliyle sayfalara taşındı. Bazen de her şey gayet şeffaftı. Fakat tarih, her hâlükârda yanlı bir tutum içindeydi. Kadınları, çocukları, yoksulları ve daha pek çok grubu dışlamaktan vazgeçmedi. Öte yandan erkeğin kahramanlıklarını normalmiş gibi sunarken kadınınkileri olağanüstüleştirdi. Tabii bu gerçekleri gizlemeye yetmedi.
Jeanne, 1412 yılında Domremy adlı kasabada dünyaya geldi. Bazı kaynakların 6 Ocak günü doğduğunu belirttiği Jeanne, çiftçilik yapan bir Fransız aileye mensuptu. Okul okuyamadı. Günlerini ailesine ev işlerinde yardım ederek geçirirdi. Dönemin zihniyeti itibariyle annesi tarafından Katolik inancına uygun bir şekilde yetiştirildi. Aslında kısa hayatında ona yardım eden de, onu ölüme götüren de inancı, daha doğrusu neye inandığı olmuştur. Sadece Tanrıya inanması ve tek otorite olarak onu kabul etmesinde belki dini açıdan bir sakınca yoktu, fakat Ortaçağ’da yaşayan biri olarak öncelikle Tanrıya inancıyla arasına Kiliseyi koymak zorundaydı.
Fakat Jeanne, inancını yaşamak için bu yolu seçmedi. Tanrıyla arasına doğrudan bir bağ koydu ve görünmeyenlerin korumasında inancını sadece bu yolla yaşamayı seçti. Görünmeyenlerin gücünün her zaman yardımcısı olduğuna inandı. Bu, tüm hayatını, bütün hareketlerini ve hayata bakışını etkiledi.
Jeanne D’arc, iyiliği ve yardımseverliği sayesinde çok sevilirdi. Fakat onun herkesinkinden farklı saf bir inancı vardı. Aracı kabul etmeden sadece tanrıya inanıyor oluşu, hakkında pek çok yargının ortaya atılmasına sebep oldu. Küçük kadının zamanla dönemin verdiği psikoloji ve yoğun yaşadığı inancı ile sesler duymaya başlaması, medyumluğu, onu insanların gözünde farklı bir noktaya taşıdı. Savaşın ve dini duyguların yoğun olduğu bu çağda ihtiyaç duyulan bir karakterdi Jeanne D’arc ve namı kısa sürede yayılmıştı.
Savaşın sancılarına yakından tanıklık eden Jeanne, tanrı tarafından gönderildiğine inandığı seslerde de bu konuda öğütler alıyordu. Bunun üzerine savaşa katılmaya karar verdi. Zafere inanıyordu, bu yüzden kralı mutlaka ikna etmeliydi. Seslerin emrettiği gibi savaşa katılmak ve krala tacını giydirmek için ikna edici gücüyle ona ulaşmayı başardı. Kral Charles, büyük ihtimalle, gözleri üzerinde olan halkına ne kadar inançlı olduğunu göstermek için ikna olmuştu. O yüzden dini bir figür olarak görülen Jeanne D’arc’ı dinlemiş, savaşa lider olarak katılmasına ve kendisine taç giydirmesine izin vermişti. Bir kadın için ‘erkek kıyafeti’ giymenin suç olduğu Ortaçağ’da, buna dair iznin çıkmasıyla da yola düştü.
Jeanne D’arc komutasındaki askerler, İngiltere’ye karşı başarı elde etmeye başladı. Bu savaşın seyrini değiştirmekle birlikte genç kadının da kaderini değiştirdi. Jeanne’ın Burgonya Dükünün vassalı tarafından yakalanması, ardından da İngiltere’ye teslim edilmesi, ölüme giden yolu hızlandırdı.
Engizisyon tarafından yargılanırken hücrede tutulan Jeanne, aylarca süren ağır bir sorgulamaya maruz bırakıldı. 19 yaşında bir genç kadının askeri başarısı imkânsız görülüyor, Jeanne D’arc’ın cadı olduğu düşünülüyordu. Üstelik erkek kıyafeti giyerek tanrıya hakaret etmişti. Bu düşünceler kendini ne kadar savunsa da Jeanne’ı kurtarmadı. İlginç bir şekilde kral da onu umursamadı, kurtarması esir değişimiyle mümkün olsa da. Küçük kadın adeta ölüme terk edildi. Engizisyonun ağır yargılamasına daha fazla direnemedi. Aylar süren baskının ardından yenik düşen küçük kadın, boyun eğmek zorunda kaldı.
Bekâret kontrolüne zorlanan, kadın olduğu savaşta zafer elde edemeyeceği düşünülen ve cadı ilan edilen Jeanne D’arc; sapkın, bölücü ve büyücü olarak görülüyordu. 29 Mayıs günü Couchon ve davada görev alan papazların neredeyse hepsi Jeanne’ın yargısı için toplandılar. Karar verilmişti, 30 Mayıs 1431’de Jean D’arc yakıldı. Ölümünden 490 yıl sonra ise azize ilan edildi. Artık adı “koruyucu azize ve Orleans Bakiresi” olarak geçmekte.
Kaynak: Tuğçe Gözde Yılmaz, TARİHSEL – TİYATRAL KİŞİLİK İLİŞKİSİNİN JEANNE D’ARC KONULU OYUNLARA YANSIMASI, Yükseklisans Tezi, İzmir, 2010.