-Bu devirde zor yaşatırlar adamı. Kimler yaşıyor bu anlattığın evlerde söylesene? Sen mi, Şivan abi mi? Toplumda sınıflar var. Çalışan emekçi sınıflar, bir de çalıştıran hâkim sınıflar var, burjuvalar, sermayedarlar. Bu adamlar nasıl yapıyorlar sermayelerini? Seni, onu, emekçi sınıflarını çalıştırıp sömürerek. Sen hangi sınıftasın şimdi Şivan abi söylesene?
+Biz? Adaletliyiz, Adalet Partisini tutarız.
-Niye?
+Valla bilmem ki. Bize kimse sahip çıkmaz. Hiçbir partiden de hayır gelmez.
Yılmaz Güney’in hapisteyken senaryosunu yazdığı 1978’de Zeki Ökten tarafından çekilen filmdir Sürü. Güney’in sinema üslubunu oluşturan toplumsal gerçekçi yapı bu filmde de oldukça fazla gözlenmektedir. Güney filmlerinde, olaylara yorum katıp değiştirmektense, olay örgüsünü tüm gerçekliğiyle gösterip, izleyicinin bu gerçeklik karşısında kaldığı kayıtsızlığı fark etmesini amaçlar. Öyle ki sürünün Ankara’dan geçirildiği sahnede, halkın film çekildiğinden haberi yoktur. Kamera çok uzaktan çekim yapmaktadır ve Şivan (Tarık Akan), Berivan’ı (Melike Demirağ) sırtında taşıdığından net görülmemektedir. Halk, günlük rutinlerine devam ederek, yol ortasından geçen sürü ve sırtında hasta birini taşıyan kişi karşısında hiçbir tepki vermez.
Yazının başındaki diyalog ise Şivan karakteri ile yakın arkadaşının oğlu arasında geçmektedir. Güney’in siyasi düşüncelerini çok açık bir şekilde gösteren bu diyalog, toplumsal gerçekçi yapıdan uzak kalan bir şekilde sunulsa da bunun; Güney tarafından, filmdeki dramatik yapıyı bozmak için bir yabancılaştırma etkisi olarak verildiği düşünülebilir.
Sürü 1978 yapımı olmasına rağmen, hâlâ güncelliğini koruyan Türkiye topraklarında yaşanan sorunları, büyük bir yalınlıkla gözler önüne sererken, bu sorunlar karşısında izleyicinin sorgu alanının genişlemesini sağlar. Birçok etkileyici sahneyi içinde barındıran film, ağalık düzenini, erkek egemen toplumu, devlet içindeki yozlaşmışlığı ve bu yozlaşmışlık karşısında halkın çaresizliğini, cehaletin yapacaklarının sınırının olmayışını, yüzümüze çarpar. Bunu yaparken de sizi umutsuz bir duruma düşürmez. Olaylar karşısında tahlil ve analiz yeteneğinizin artmasını sağlar. Olaylar sizi hüzünlendirme üzerine kurgulanmamıştır.
Filmdeki acıyı, hüznü birebir hissetmenize rağmen, filmi bitirdiğinizde kendinizi toplumda yaşanan sorunlar karşısında düşünce üretmek için çaba harcarken bulabilirsiniz. Ayrıca, filmde Türkiye halklarının sadece belli bir bölümü olaylara konu olan acılardan sorumlu tutulmaz, doğudan başlayıp batıya doğru gelişen olayların örgüsünde, kademe kademe iyiye gitme göremeyiz. Sürekli olarak belli bir kesimi yaşanan sorunlardan sorumlu tutulan Türkiye’de, bu etkinin bu filmde kırılması Güney’in hayat görüşünün bir yansıması olarak da değerlendirilebilir.
Bu güzel filmin, eşsiz müziği de Zülfü Livaneli’ye aittir. Livaneli, filmin müziğini yapma sürecini de şu sözlerle anlatır:
“Türkiye’ye yeni dönmüştüm, Yılmaz’ı tanımıyordum. Bir gün Ali Özgentürk ve Mahmut Tali Öngören bana, Zülfü Livaneli 91 ‘Yılmaz İzmit hapishanesinde, seni görmek istiyor’ dediler. Kalkıp gittik, bizi müdürün odasına aldılar, sonra Yılmaz’ı da oraya getirdiler. ‘Yeni bir film yapıyoruz’ dedi Yılmaz. Çok da ilginç bir şey tabii, hapisteki bir adam ‘yeni bir film yapıyoruz’ diyor.
‘Senden de bir isteğim var” dedi, ben de müziklerini yapmamı isteyecek sanıp ‘Tabii Yılmaz, elbette, görevimizdir’ dedim. Çünkü Sürü filmi imeceyle yapılıyordu; ne kimse para alıyor, ne kimse bir şey istiyor. Yılmaz ‘sen ne anladın?’ dedi, ‘müziği istiyorsun’ dedim. ‘Yok, onu istemiyorum, oynamanı istiyorum’ dedi. ‘Yılmaz ben nasıl oynarım, ben oyuncu değilim, hayatta yapamayacağım şey benim bu’ dedim. ‘Yok’ dedi, ‘ben zaten sana çok zor bir rol yazmadım, senin gibi bir rol yazdım.’ Sonradan ortaya çıktı, ‘senin gibi bir rol’ dediği, trende jandarmaların arasında tutuklu bir saz âşığıymış! Ayrıldık, İstanbul’a geldim. Aldı beni bir düşünce… Ben şimdi Yılmaz’a ne diyeceğim, hapisteki bir insan bir şey istiyor senden, sen de ona hayır diyorsun… Fakat bir yandan da ben hayatta oyunculuk yapamam. Uzun uzun düşündüm, sonra buldum çaresini. Ertesi hafta gittim yine İzmit Cezaevi’ne, ‘Tamam, senin dediğini yapacağım ama benim senden bir ricam var, teyp getirdim, yeni albüm yapıyorum, bir türkü söyle’ dedim. ‘Ben türkücü değilim yahu’ diye itiraz etti, ‘ben de oyuncu değilim” dedim, öylece kurtardık, sadece müziğini yaptım filmin.’
Bugün sadece kendiniz için değil, yaşadığınız toplum için de bir iyilik yapın ve birçok emekçinin dayanışma ruhuyla, zor şartlar altında ürettiği bu filmi izleyin.