Günümüze yakın zamanlar. Einstein’ı yeni yeni anlıyoruz. Newton’u çoğumuz unuttu. Amerika’da bir grup zerotech* hala sistemin gerisinde olsa da hepimizin içinde olduğu gümüş ağ şu anda bizi etkilemeye devam ediyor. Birçok kavram zamansızlaşırken, yeni gelene uyumlanmakla geçiyordu günlerimiz.
Akıllı telefonlar geride kalırken, uzay keşifleri hepimizin dikkatini yukarıya çevirmeye başlamıştı bile. Spiritüellerin, hermetiklerin ve maguşların daha öncesinde sık sık yukarısı/aşağısı dedikleri şeyden biraz daha farklıydı bu seferki yukarısı kavramı. Yukarıdaki ağı keşfetmiştik sonunda. İlk okulda öğretilen enlem ve boylamların gerçek olduğunu düşünen çocuk aklımız artık kendini tekrar göstermişti. Dünyayı dışsal olarak daha iyi anlamaya çalışan insanlık ailesi, dünyayı hayali olarak çizgilerle bölmüştü. Bulunduğumuz somut bir konumu belirlemek için soyut çizgilere ihtiyacımız vardı insanlık olarak. Enlem ve boylam için ‘hayali rehberler’ ifadesi kullanıyorduk, Tükiye’nin enlem ve boylamlarını, derecelerini de öğrenmiştik. Öğrendiğimiz şey olmayan bir şeydi, birinin imajı/fikriydi bu. Görünmeyeni öğrenirken bunu sorgulamadık, kadim ezoterik öğretilerde görünmeyenden bahsederken gösterilen dirençler, kabullenmeyişler bize yine elle tutulur yogayı tercih etmemize neden olmuştu. Aynı enlem ve boylam gibi. Ancak şimdi işler değişti ve gerçek kozmik ağ keşfedilmişti.
İsviçre-Fransa sınırındaki LHC’nin de bir bakıma işlevi kalmamıştı. Daha iyi şartlardaki duyguları ve fikirleri çarpıştırmak için ya eski yunan forumlarına kuracaktık bunu ya da eski uzay istayonu yerine. Dönerek elde edilen momento mori, biz yer çekimde sağlıyordu. İçimizdeki sıvı metalin dönmesine ve yere çekilmesine alışkın olan bizler için oldukça önemli bir şeydi.
Ağın ilk kefşedilediği anlardaki heyecanları ve çığırtkanları görmeliydiniz. Bir grup musevi inançlısı yetzirah’ ışığının ifşası bu diyerek sevinirken, diriliş klisesi günler süren ilahi seremonilerine başlamıştı. Müslümanların bir çoğu kabede toplanıyordu. Afrika kıtası nerede boşalmış gibiydi. Avrupadaki Druidler kendilerini belli etmiş, toplumun gerekli olan bilgi ihtiyacı için bir araya gelmeye başlamışlardı. 2012’deki kıyamet için hazırlanmış sığınaklar tekrar gündeme gelirken eski madenler tekrar dolmaya başlamıştı.
Dünyanın kozmik ağlarının keşfini biz nasıl karşıladık derseniz, “Bütün Dünya İnsanları Kolektifi”nin geliştirdiği bağlantı cihazları sayesinde diyebilirim. Cihazı ilk başlarda büyük bir sevinçle kullanmaya başlamıştık. Herkes aynı anda her şeyi biliyor, görüyor ve ilişki kurabiliyordu. Akıllı telefonlara alışkın olanların çok iyi bildiği sağ kaydır sola kaydır ya da yukarı kaydır gibi geleneksel yöntemler artık geride kalmıştı. Ağ üzerindeki titreşimlerimizden biliyorduk artık her şeyi. Kozmik ağ örücülerin “Bütün Dünya İnsanları Kolektifi” BDİK ile geliştirdiği adil kullanım hakları da baya konuşulmuştu.
Buna değinmeden geçemeyeceğim sanırım. BDİK ve Kozmik Örücüler, gezegen başına belli bir ağ etkileşim birimi vermişlerdi.Örneğin Satürn ağlarına 22 TBA ise bu titreşim limiti, dünya için 386 TBA civarındaydı. Ağ üzerindeki hareketlilik sizi her anlamda görünür kılarken gizlenmek denilen kavramda her yerde aranır olmuştu. Ağın ortak erişime açık kodları içinde gizlenmeyle ilgili bir şey ekleyemiyorduk dünya insanları olarak. Aylık çok sınırlı görüşlerde (BDİK ile Kozmik Örücüler arasındaki görüşmeleri kastediyorum) bu konu hep konuşulurdu ve cevap aynıydı. “Bu kodu şu anda siz kullanamazsınız.” Ancak bu nasıl gizleneceğiz sorusunun cevabını bize vermiyordu.
Gizlenme üzerine odaklanmış insanlar bir araya gelip ufak bir grup kurdular, “giz” diye. Eskiler bilir, bir dönem eski dünyada “V” vardı maske ile gizliyor ve aynılaşıyordu dışsal olarak. Bu grup da onlara benzetilebilir belki. Ancak “giz”in maskesi yoktu. Ağ’ı da kullanılıyorlardı. İlk başlarda bu değişiklik çok da hissedilmemişti, sonrasında yaptıkları işleri yakın çevrelerden başlayarak fark edildi. Giz, çok kısaca kadim uygarlıklarında bizim ağ dediğimiz bir sisteme bağlı olduklarını keşfetmişlerdi. Ekstra bir cihaz taşımadan, kalp cihazıyla ve onun manyetizmasıyla ağ’ üzerinde hareket edebiliyorlardı. Gizlenmek için de yaptıkları şey kadim bilgileri çalışmaktı.
Giz, araştırmalarını tamamladıktan sonra bunu sınırlı bir kitleye duyurdu. Sloglanları da şöyleydi, “Giz’ içinde yürüyün. “ Sınırlı kitleden büyük bir ilgi gelmişti. Giz’de yürüyüş öncesi dört modül, dört aşama vardı. İlk aşamada fakirlik deneyimleniyordu, hızlandırılmış yaşam protatipi olan iNK üzerinde yaşayacağınız 1 aylık deneyim 700-800 hayatlık bir fakirlik deneyimini astralinize aktarıyordu. İkinci modül olan rahip modülü iki ay sürüyor ve bu maddelerin İNK üzerinden yine astralinize gelmesini sağlıyordunuz. Bir çeşit uyku tüpü gibi, ancak modülün içinde oldukça aktiftiniz. Aynı şekilde üçünü modül olan yogi modülü de üç ay sürüyordu. Altıncı ayın sonunda Giz, modüllerden başarı ile geçenlere Eseni kardeşlerin siyah kadifesini veriyordu yürüyüş için. Bu kadife ile kendi ayıplarınızı kapıyordunuz, çünkü ağ sizin ayıplarınızı, arzularınızı birbirimize görünür kılıyordu. Bir arzusuzluk hali ya da kendi arzularınız değilde, başkası için bir arzunuz varsa sistemin içindeyken (bir başkasının iyi olmasını istemek, iyileşmesini istemek gibi) görünmez oluyordunuz. Sisteme uyum her geçen gün artıyordu.
Çabuklaşan dünyada altı aylık eğitimler bir çoğu için sıkıntılı ve amaçsızdı. Herkesin görünür olmak için canla başla ağa bağlandığı bir yerde görünmemek fikri de neydi? Bir başkasında gördüğümüz dolayısıyla sistemde/ağda gördüğümüz şey kendi eksikliğimizdi. Ağ, bağlananlarca onların gözünden gördükleri eksiklikleri gösteriyordu ve biz de buna çok da felsefi olmayan bir şekilde görünürlük diyorduk. Ego’yu anlayamadığımız da açıkça ortadaydı. İnsanlığın gelişimi hem sınırlanmış hem de daraltılmıştı. Ağ görünürlük için değil sistemin diğer parçalarıyla bağ kurmak için mevcutken biz yine kendi görünürlüğümüz için kullanmayı tercih ediyorduk… Son versiyona kadar tabii ki …