Daha önce Amerikan History X ile karşımıza çıkan ve bize kendini sevdiren yönetmen Tony Kaye bu defa çok daha bulantılı bir film olan Detachment ile bizi kendine bağlıyor.
“Ve hayatımda aynı anda hiç böylesine kendimden kopmuş ve bir o kadar da kendimde hissetmemiştim.”
Albert Camus
Film Camus’un sözüyle başlayan filmimiz bir okulda öğretmenlerin ve öğrencilerin birbirleriyle kesişme ve kopma noktalarına anlatıyor. Buradaki öğretmenlerin ortak noktası hepsinin meslek hayatına başlamadan önce gerçekte bir farklılık yaratacağını düşünerek bu işe başlamasıdır. Bu okulda herkes bir kahraman arayışı içinde, özelliklede umudu besleyip, tahammülü artıracak türden bir arayış. Çünkü okul düzeni içinde sadece öğrenciler değil, öğretmenler de yaşam koşullarından ve öğrencilerden bezip boşluğa düşmüşlerdir. İşte bu noktada okula Henry Barthes adında geçici olarak göreve başlayan bir yedek öğretmen atanmıştır.
Henry Barthes, çocukluğunda babasının evini terk ettiği annesinin ise intihar ettiği bir geçmişe sahiptir. Geride ailesinden yalnızca dedesi kalmıştır. Fakat dedesi de ilerleyen yaşlarda karşımıza bir Alzheimer hastası olarak çıkar. Barthes, çoğunlukla geçmişini unutamayan, onunla sürekli hesaplaşan, yalnız, içe kapanık, melankolik bir kişiliğe sahiptir. Okulda ise mümkün olduğunca sorumluluk almamaya çalışan yedek bir İngilizce öğretmenidir.
Barthes’in okulda geçirdiği ilk gün derste öğrencisi tarafından çantası duvara fırlatılır. Öğrencisinin bu davranışına hiç karşı tepki vermez; aksine öğrencisine onunla kendini özdeşleştirecek bir şekilde cevap verir.
“O çanta, onun hisleri yok, içi bomboş. Benim de hislerim yok. Beni incitemezsin tamam mı?”
Barthes bu cevapla sınavı geçmiş ve öğrencisini kazanmıştır.
Meredith Barthes’in sınıftaki öğrencilerinden biridir. Filmdeki konu kendisini yakından ilgilendiren bir gidişata sahiptir. Meredith, Barthes’e en yakın öğrencilerden birisidir. Tıpkı Barthes gibi yalnız, içe kapanık ailesi tarafından beğenilmeyen daima güzelleşmesi için ve kilo vermesi için üzerinde baskı kurulan bir öğrencidir. Boş zamanlarında fotoğraf çeken sonunda bu fotoğrafları fırça darbesiyle yeniden yaratma yeteneğine sahip bir kişi.
Barthes ile sınıfta aralarında geçen bir diyalogda meredith ona bir soru sorar:
“- Sahiden çocukların sana söylediklerini umursamıyor musun?
– Galiba buna alıştım.
– Keşke ben de böyle güçlü olabilseydim.
– Bunun için güçlü olmaya gerek yok Meredith. Sadece çoğu insanın öz farkındalıktan yoksun olduğunu anlamalısın.”
Herkes birbirinin umudunu taşıyor. Herkes birbirinden bir beklenti içinde. Tek bir kişi dahi bu sorumluluğu almaktan uzaklaşsa belki ötekinin yaşam hakkı elinden alınmış olacak. Beklentilerimiz, umutlarımız bizim ötekilerden aldığımız yaşam parçacıklarıdır. Aldığımız her sorumluluk yarına çıkma teminatımızdır.
“Her gün 24 saat, hayatımız boyunca, bazı güçler, ölene dek bizi aptallaştırmak için sürekli çalışacak. Bu yüzden kendimizi savunmak ve bu saçmalığı beynimize sokma girişimleriyle mücadele etmek için hayal gücümüzü canlandıracak, vicdanımızı ve inanç sistemimizi geliştirecek tarzda okumayı öğrenmeliyiz. Zihnimizi savunmak ve korumak için okuma alışkanlığı kazanmalıyız.”
Kültürel ve eğitimsel bir hezeyan içindeyiz. Eğitim bir ticarete dönüştürülmüş. Öğrencilerin üniversite sınavlarında daha başarılı olmalarını sağlamak amacıyla yeni materyaller satışa sunuluyor. Bu aslında kapitalizmin ne denli çığırından çıktığının göstergesidir. Bir diğer husus okul içinde başka bir öğretmenin öğrencilere derste Hitler’in videosunu izlettirmesi. Ama görünen o ki öğrencilerin bu yaptırımları kabul etmekten başka çareleri yoktur. Bu da gösteriyor ki eğitim kurumları artık faşizmi üreten bir güç haline gelip ideolojik aygıtların en güçlü organına dönüşmüşlerdir.
Daha insan olmaya dair temel donanımlardan yoksun olan bu öğrencilerin faturasını kime keseceğiz? Ailelere mi, öğretmenlere mi, yoksa bütün bir sisteme mi? Sorun şu ki, kimse suç ortaklılığını kabul etmiyor. Dolayısıyla Barthes’in yaptığı korunma uyarılarını uygulamak için ilk yer öğrencilerin haneleridir. Fakat bu hanelerin eğer kültürel araçlarla ilişkisi yoksa yapılan uyarıların büyük çoğunluğu boşa gidecek demektir.
“Hissiz olmak kolaydır. Bir şeyi önemsemekse cesaret ve ahlak ister.”
Bu yaşamda pek çok insan hiçliğin uçurumunda, ancak çoğu insan bu farkındalığa sahip olmadığı için kendi bedenlerinin ölümlerini idrak edemeyecek duruma gelmişlerdir. Öğrenciler aslında hem aile hem de düzen tarafından ölüme mahkum edilmiş kurbanlardır. Bu yüzden herkes çaresiz, herkesin sabrı tükenmiş, herkes kendine ve ötekine yabancılaşmış. Kısacası herkes hissiz.
Filmin sonunda Meredith intihar eder ve okul kapanır. Barthes ise son görev yaptığı okulla ilgili konuşma yapar. Bütün bu anlatılanlar onun duygu ve düşüncelerini ortaya koyduğu gibi, onun okulla ilgili anılarıdır.
“Ve hayatımda aynı anda hiç böylesine kendimden kopmuş ve bir o kadar da kendimde hissetmemiştim. “
Albert Camus
Sistem tarafından bize tahsis edilmiş duygu ve düşünceler vardır. Bize mümkün olduğunca ölçüyü takdim ederler, bizim daima gerilememizi ve olabildiğince öğretiler üzerinden onlara itaat etmemizi isterler. Oysa bazı bedenler bu kuşatılmışlığa meydan okur. Ve oluş tarafından olası bir akımı serbest bırakmak zorunda kalırlar. Bedenin kendi istenci dışında serbest bırakılan bu akım bedensel örgütlenmeyi bozuma uğratarak bir kaymaya yol açar. Zemini kayan beden sapmaya uğrar. Sapma üzerinden ortaya çıkan tepkisel kuvvet, kalıcı kuvvete dönüşmeye aynı zamanda üstü olan kalıcı kuvveti ortadan kaldırmayı amaçlar. (çünkü sürekli tepkisel kuvvet ile kalıcı kuvvet arasında bir ilintilenme vardır. İlinti, ilintisizliği ortaya koymak üzere hareket halindedir.) Birbirine bağlı bu olaylar dizisi sonucunda beden geçici bir kopma sürecine maruz kalır.
“Sağlık belki de inanılmaz bir barbarlık kalıntısı ve geri kalmışlık emaresidir.”
Nietzsche
Öz daima gizli bir forma sahiptir. Açığa çıkması ancak ani olayların yarattığı tepkisel kuvvetlere bağlıdır.
Kopma, toplum için büyük bir tehdittir. Çünkü kopuş insanda gizli bölgeleri açığa çıkartarak uyuma dair bir reddediş ortaya kor. Ve bu reddediş bulaşıcıdır. Toplumsal bağın otoritesini sorgulayarak bedene serbest bir akış ritmi kazandırmaya çalışır. Yani aslında kopma insanın görünür olma mücadelesidir. Silikleşmiş, yarı saydam bir görünürlüğe sahip olan beden, müdahale gücünü oluştaki kozmik çatlaktan alır. Bu sayede beden tek tip insan modelinden sıyrılıp dışarısı ile iletişimde olacağı bir beden yaratma ediminin temellerini atmaya doğru yol alır.
“Organizmanın ötesinde, ama yine de yaşanmış bedenin sınırı olarak, Artaud’un keşfedip adlandırdığı bir şey vardır: organsız beden.” Beden bedendir yalnız başına ve organa ihtiyacı yok. Beden asla bir organizma değil organizmalar bedenin düşmanları.” Organsız beden, organlardan çok, organizma adını verdiğimiz, organların organizasyonuna karşı çıkar. Bu yoğun, yoğunlaştırılmış bir bedendir.” (1)
Bu da gösteriyor ki bazı bedenler yaşam kuvvetini korumak için hiçbir disiplinin taşıyıcısı olmayı kabul etmezler. Aksine kendi oluşumlarını yaratmak üzere organizma ile bir mücadele sürecine girerler.
“Gerçek bir kopuş zaman içinde yayılabilir, artığı ile imleyen bir kesimden çok başka şeydir, gerçek bir kopuş, o daima ve sadece ona benzeyenlerden değil, ama kendi kendisine karşı, onu devamlı gözetleyen yeniden yerini yurdunu bulmadan korunmadır.” (2)
Buna rağmen süreç içerisinde bir organsız bedene ulaşmak oldukça zordur. Çünkü gösteren her yerdedir. Ayırt edilmez bir geçişgenliği söz konusudur. Süreci sekteye uğratmak için kliniği lokalize eder. Bu yüzden kopma halinde doğrudan bir organsız bedene geçişler yoktur. Öncesinde başka oluşların etkisi altında olmalar vardır.
“Ben bir başkasıdır.”
Rimbaud
Öz-yıkım olayı anlamlı ve yararlı bir süreçtir. Çünkü bedene maskeden kurtulma imkânı verir. Ötekine olan ihanet kurtarıcı bir hamle özelliğindedir. Öteki bizi daima kendi istemine göre şekillendirici bir kaynak kuvvettir. Beden daima çoklukları içinde barındırır, bir ikinciyi, bir üçüncü kişiyi yaratmak için kendi düzenine başkaldırır. Çünkü bir beden için asla kendi olmak oluşu yoktur. Daima sonsuz bir öteki oluş içerisinde gezinen bir beden vardır.
“Gitmek, kaçıp kurtulmak, bir çizgi çizmektir. Lawrence’a göre, edebiyatın en üstün nesnesi:”gitmek, gitmek, kaçıp kurtulmak… ufuğu geçmek, başka bir hayata girmek…” işte melville pasifiğin ortasında kendini böyle bulur. O gerçekten ufuğun çizgisini geçti. Kaçış çizgisi yersizyurtsuzlaşmaktır. Fransızlar bunun tam olarak ne olduğunu bilmezler. Tabii ki onlar da herkes gibi kaçarlar giderler, ama yalnızca kaçıp gitmeyi düşünürler, bu gizemcidir veya sanattır veyahut bu aşağılık bir şeydir, çünkü bu sorumluluklardan, girişimlerden kurtulmaktır, dünyadan çıkmaktır. Kaçmak, eylemlerini terk etmek değildir, kaçmaktan daha eylem dolu bir şey olamaz. Hayaliliğin tam tersidir. Bu hem birbirlerini kaçırmak, hem de bir şeyi kaçırmaktır. George Jackson hapishane hücresinden şöyle yazdı:” buradan kaçma olanağım olabilir, ama bütün kaçışım boyunca kendime bir silah arıyorum”. Ve dahası, Lawrence:” eski silahların çürüdüğünü söylüyorum, yenilerini yapın ve doğru ateş edin”. Kaçmak çizgi çizmektir, çizgiler ve bütün bir haritacılık yapmaktır. Yalnızca kırık uzun bir çizgiyle dünyalar bulunabilir… Kaçmak ne kımıldamaktır, ne de manasıyla seyahat etmektir. Dahası, hiç kımıldamadan yapılan seyahatlerde olduğu yerde kaçışlar yaratmak mümkündür”. (3)
Bu noktada karşımıza Henry Barthes’in aylaklığı ve melankolisi çıkıyor. Aylaklık bir sıçrama noktasıdır. Kaçış çizgisini kullanarak organsız bedene ulaşma aracıdır. Barthes kendisine bir dış sınır yaratır, oraya da ancak aylaklığı kullanarak ulaşır. Barthes’in herhangi bir sorumluluk almaması sürekli bir değişim halinde olduğunun göstergesidir. Bunu korumak içinde sorumluluk almaktan kaçınır. Çünkü sorumluluklar kişiyi dayatmalara ve biçimlendirilmelere açık hale getirir. Dolayısıyla beden maruz kaldığı dönüşümden kendini koruyamaz. Bunun Barthes’in hayatında yedek öğretmen oluşuyla ilgisi vardır. Asla bir yere ait değildir. Asla bir yerin fikrini sahiplenecek kadar kendiyle bütünleştirmez. Daima bir yersizlik yurtsuzluk içindedir. Bu yüzden yedek öğretmen oluş onun için gerekliliktir. Çünkü yaşamda ki bütün bu kuvvetlere karşı, özelliklede yaşamı sakatlayan kuvvetler karşısında bir beden ancak aylak bir oluş halinde kendini koruyabilir. Dolayısıyla Barthes bütün bunlara rağmen yalnızlığından kaçmaz, aksine onu silah olarak kullanan bir organsız bedendir.
Meredith’in intiharı okulun en yıkıcı manzaralarından biridir. Meredith de en az Barthes kadar yersiz yurtsuzluk içindedir. Kendisine yakın bulduğu kişi öğretmeni Barthes’dir. Onunla iletişim kurup ondan yardım almayı dener. Fakat Barthes’in yapacakları sınırlıdır. Kendisi de en az Meredith kadar sıkıntı içerisindedir. Bu yüzden içinde bulunduğu durumda mücadeleye dair öz değerlerini korumak adına kendiyle ötekiler arasına bir mesafe kor. İletişimsizlik onun kaçma yöntemlerinden biridir. Okuldan kaçış, hastaneden kaçış, dışarıdan kaçış, devamlı bir hareket halinde oluş. Erica’yı evine aldığında yerli yurtlulaşır, gidecek bir sığınağı kalmaz, ağır gelir. Sonunda dayanamaz onu kliniğe emanet eder ve yeniden kaldığı yerden yersiz yurtsuz hayatına geri döner.
Barthes, Meredith’in dikkatini daha okulda ilk günlerde çekmiştir. Fotoğraflarında sürekli Barthes’i çeker ama resim çalışmalarında Barthes’in yüzünün biçimleri yoktur, yalnızca kafatası vardır. Bu aslında Barthes’in tanınmazlık, biçimsizlik, gizlilik ve melankolik oluşun kendisine bürünerek saklanma şeklidir. Çünkü Barthes ancak yüzünü kaybederek hayatta kalabilecek birisidir. Saklanmaktan daha öte bir şey varsa bu da yüz kaybetmedir onun için.
Yeniden Meredith’e dönecek olursam. Sonunda Meredith dayanamaz intihar eder. İntiharı öncesinde yersiz yurtsuzluğa maruz kalırken onu taşıyamaz. Ama intiharı da onu yerli yurtlulaştırmıyor, sadece iki zıtlığın arasında bir yerde olmaya yani hiçliğe bürünmeye yol açıyor.
“Izdırap çekmek bile bir öz-yararlanımdır.”
Marx
Son kertede; kopma, oluşun insan bedeni üzerinde özerklik talebidir. Oluşla bütünleşip organizmanın ötesine geçmek isteyen beden, baskı ve disiplinler tarafından geri püskürtülür. Ancak oluş kararlıdır, organizmanın reddine karşı, istencin reddi. Oluşun istenci, özgürleşme üzerine bir istenç değil, sadece kendi içinde türlere karşılık kimliksizleştirme istencidir. Kendini tekrar eden bu döngü oluşun dışında bir güç tarafından işletilmez. Yalnızca kendisine özgü dağılımlar bu tekrara sahiptir. Bu tekrar görünürde bir kaybolmuşluğa sahiptir. Yalnızca akış üzerinde varlık göstererek sapmaya uğrarlar. Sapmanın ana işlevi beden üzerinden oluşun açığa çıkarılmasıdır. Oluştaki akışsal sapma insana kopma olarak yansır. Bu yüzden her kopma insana zarar verdiği gibi bedenini tanımak ve bedeniyle bütünleştirmek için bir fırsatta vermiştir.
Artık biçimlendirilmekten uzaklaşacak, bizi koruyacak yeni bir direniş kanalı yok. Direnirken dahi dönüşüme uğruyoruz. İç huzurumuzu kaybettiğimizde kendimizi nihilizmin boşluğuna bırakıyoruz. Nihilizmin doğası bile kirletildi. Yaşadığımız bunalımın, kaçışın kendimize ait bir oluş olduğunu düşünürken ötekiler tarafından oluşlarında dönüştürüldüğünü, bize ait bir tasarım boşluğu olmadığını fark ederiz. Her an daha fazla bilgi biçim istilasına uğrarız. Kaçmaya çalıştıkça bizi sıkıştırırlar. Sonunda ise, içkin gücün ruhu yardımımıza koşar, bizi geçici bir kopma haline sıçratır.
Bugün yalnızca kendi tekil yalnızlıklarımız üzerinden kendi özümüzü koruyabiliriz. Çünkü artık yalnızca organik ıstıraplar bizi daha iyi bir çizgiye ulaştırabilir.
Kim bilebilirdi ki insanın kendi ıstırabına ruhunu korumak için muhtaç olacağını? Direniş sadece doğal bir yalnızlıktan geçiyor. Ama artık kimin buna dayanmaya cesareti var? Kurtuluş, yalnızca kendi doğal yazgımızı aramakla bize gelecektir.
—
(1) Gilles Deleuze, Francis Bacon, Duyumsamanın Mantığı, Can Batukan, Ece Erbay, Norgunk, İstanbul, 2009, s48.
(2) Gilles Deleuze, Claıre Parnet, Diyaloglar, Ali Akay, Bağlam, İstanbul, 1990, s62.
(3) Gilles Deleuze, Claıre Parnet, Diyaloglar, Ali Akay, Bağlam, İstanbul, 1990, s59.