Toplumsal mücadelenin her öğesini bir bir notalara dökmeye çalışan, sanatı başlı başına başkaldırı ve devrimci bir hareket gören İNHA, 2016’nın ilk gününde “Direnişin Ortasındayım” klibini sosyal medyada yayınlayarak yeni yılı kutladı. Onlarla İNHA, müzik ve toplumsal mücadele hakkında sohbet ettik.
İNHA nedir, nasıl kuruldu?
İNHA aslında İnadına Haber’in kısaltması. Gezi’de devrimin televizyonlardan yayınlanmayacağını anladıktan sonra sokağın haberini sosyal medya üzerinden insanlara ulaştırmaya başladık. Sosyal medyanın bazı sınırlılıklarını ve yetersizliklerini gördüğümüz noktada inadinahaber.org’u kurduk. Aramızda gitar çalan bir arkadaş vardı. Bas çalan, davul çalan, söyleyen de varmış. Haberle anlatmaya çalıştıklarımızı müzikle de anlatabilir miyiz deyip düştük yola. İnadına Haber mücadeleyi başka kitlelere yaymayı hedef almıştı, İNHA da bunu müzikle yapmaya çalışıyor. Ayrıca zaten direniş ve sanatı da ayrı düşünmek haksızlık olurdu. Sanatı başlı başına bir başkaldırı ve devrimci bir hareket olarak algılamak gerek. Sanatın özünden gelen bu gücü de değerlendirmek, topluma anlatmak aktarmak istediklerimizi daha kalıcı ve etkili hale getirebilmek için elimizdeki tüm olanakları kullanmak istedik aslında.
İlk iki şarkınızı dinledik. İkisinde de anlatmak istediğiniz bir şeyler var, İNHA tarzı hep böyle mi devam edecek?
Kafamız ona gidiyor, sürekli bir hikaye anlatmak, ters giden “bağzı şeylere” dikkat çekebilmek istiyoruz. İnsanlara da bir şeyler verebilmek, harekete geçirebilmek istiyoruz. Kişisel sohbetlerimizde bile siyaset konuşuyoruz, ne yapılabilir, nerede müdahil olunabilir diye kafa yoruyoruz. Muhabbetimiz çekilir gibi değil yani. Hepimizin aklına “bağzı şarkılar” geliyor, kendimiz yapıyoruz, bir yerden duyuyoruz ve bazen diyoruz ki: “Evet bu şarkı tam İNHA’ya göre.” Bu yoldan yürüyeceğiz gibi görünüyor, ama geleceği kesin bilen kimse var mı?
Başka şarkılarınız da var mı? Onlar da aynı konulara mı temas ediyor?
Mutfakta birkaç şarkı daha pişiyor. Hepsi farklı noktalardan direnişe temas ediyor. Hayatımız direnmek ve yaşanan haksızlıklara başkaldırmak üzerine zaten, temas etmemesi a’normal olurdu değil mi?
Aslında bir gündem, bir tarihi olay, bir konu canımızı sıkıyor biz de onu şarkı yapıp duyuruyoruz. Ya da tam tersi bir şey bizi umutlandırıyor, mutlu ediyor onu da notalara dönüştürüyoruz. Bu yüzden farklı konulara değinmemiz mümkün değil gibi.
Rock müzik ve direniş teması nasıl kuruluyor? Dünyada bunun örnekleri ya da örnek aldığınız birileri var mı?
Direniş üzerinden bakıldığında 1960’lardan başlayan bir protest müzik geleneği var. Aslında tam da o yıllarda daha yeni yeni olgunlaşmaya başlayan Rock sound’u ve temaları ile birlikte harmanlanmış diyebiliriz protest müzik için. “Rock” derken eğlencelik “Rock’n Roll”u kastetmiyoruz tabii ki. Özellikle 1960 ile 70’lere İngiltere’de ağır sanayide çalışan emekçi kesimin yaşam koşullarını aktarma isteğiyle şekillenen ve köklerini de Afrika’dan dünyaya köle olarak yayılan insanların, seslerini duyurmak için kullandıkları Blues’dan Heavy Metal’e bir skala var burada. Ezilenlerin evrensel sesi bazen bir Blues ezgisiyle derdini insanların ruhlarına dokundururken pek çok zaman da başkaldırı ve isyanın demirden yumruğu oluveriyor Hard Rock ile Heavy Metal. Bu amaçla sesi ve enstrümanlarını bu yola adayan Bob Dylan’dan Joan Baez’e, John Lennon’dan Tom Waits’e, Black Sabbath’dan U2’ya, Rage Against The Machine’e o kadar çok örnek var ki gerçekten de saymaya kalksak ayrı bir yazı dizisi olur.
Müzikal anlamda etkilendiğiniz müzisyenler kimler?
Genel anlamda İNHA içerisinde her birimiz ayrı bir müzikal geçmişe sahibiz. Bu nedenle çocukluktan veya gençlikten beri bir arada bulunan gruplardaki gibi ortak bir etkilenim söz konusu değil bir anlamda. Ortaklaştırmaya çalıştığımız müzikal kavramlar ise, hissettiğimiz rahatsızlıkların, duyguların ve isyanın insanlara en güçlü şekilde nasıl ulaştırabileceğimiz üzerine. Bunun için de özel bir takım isimlere gerek yok aslında. Bir başkaldırıyı Ahmet Kaya’nın yolundan veya Cem Karaca’nın vurgusundan etkilenerek ifade edebiliriz, altyapısında ise Pink Floyd ile Deep Purple sound’unu harmanlayabiliriz. Öyle yerli yabancı takıntılarımız da yok, “müzik evrenseldir” klişelerimiz de. Müziğin kendisi bir evrendir, bizim amacımız da bu evrenin her türlü tınısını ve enerjisini insanlara aktarabilmek.
İlk videoyu sosyal ağlardan yayınladınız, başka klipler de gelecek mi? Süreç nasıl ilerliyor? Videoda ilginç çekimler var bunlardan da bahsetmek ister misiniz?
Başka klipler de gelecek diye umuyoruz, işten güçten fırsat bulabilirsek… Bu iş-güç konusu önemli, sürecin epey yavaş işlemesine yol açıyor. Sonuçta hepimiz başka alanlardan ekmek yiyoruz.
Klipte bilinçli olarak yüzümüzü kapattık. Öncelikle İNHA sadece an itibariyle grupta bulunan kişilerin toplam ismi değil, bir kolektif sanat üretim sürecinin adı, yani bugün biz varız, yarın başkaları olur ve müzikle direniş devam eder. Ayrıca yüzün kapatılması iç güvenlik yasasıyla eylemlerde yüzünü gizlemenin direkt vurulma nedeni haline getirilmesine bir tepki.
İlk klipteki videolar sokakta kendi çektiklerimiz. “Kendi” derken sokağın haberini yapan, başkalarına taşıyan tüm kişilerden oluşan bir “biz”i kastediyoruz. Müzik de görüntüler de sokaktan, hayattan, hatta hayatın tam ortasından denebilir. Eminiz ki o sokaklarda nefes almış, ses çıkartmış herkes de kendinden birçok şey bulacaktır.
Rock bir performans müziği, sizi nerelerde dinleyebiliriz?
Bizim şarkılar pek barda çalınıp göbek atılacak cinsten değil. İNHA olarak konserlerde, müziğe de yer veren eylemlerde çalacağız gibi görünüyor ki bu işin doğası gereği insanların erişemeyeceği sahnelerden çok insanların içerisinde olmamızı gerektiriyor. Bu yönde birtakım çalışmalarımız ve girişimlerimiz de sürüyor bu aralar. Öyle bir durumda sosyal medyadan, haber kanallarımızdan, bir şekilde ilgilenen kitlenin haberi olur.
Belki biraz da esinlenme ve şarkıya dönüştürme sürecinden bahsetmek istersiniz. Bir şarkı nasıl oluşuyor ve nasıl kayıt alınıyor?
Birisi Erkan Oğur’u “Besteleriniz ne kadar güzel” diye övmüş, Erkan Oğur da “Çalınmıştır kulağımıza bir yerlerden” demiş diye rivayet edilir. Şarkı, bazen bir fikir olarak, bazen söz, bazen müzik olarak yaşadığımız hayattan kulağımıza çalınıyor. Önce kişilerde, sonra grupta pişiyor, olgunlaşıyor, yapılanıyor… Bir noktada “Tamam, oldu bu, daha fazla kurcalarsak b.ku çıkar” diyoruz. Şarkı olmuş oluyor. Gerisi teknik detaylar ve rötuşlar.
Dediğimiz gibi canımızı sıkan şeylerden bahsediyoruz. Yazdığımız veya okuduğumuz bir haber, gördüğümüz bir fotoğraf, katıldığımız bir eylem, yaşadığımız bir olay bizi etkiliyor. Bazen hisler yoğunlaşıyor, yazılama oluyor, bazense enstrüman eşliğinde birimizin evinde şarkıya dönüşüyor. Sonra biraz önce söylediğimiz gibi herkesin katkısıyla son halini alıyor.
Kayıtları evde, kolektif çabamızla yapmayı tercih ediyoruz. Derdimiz çoğunlukla sistemin dayattıklarıyla ve sistemin ta kendisiyle olduğundan mümkün olduğunca sistemin dışında kalmaya çalışıyor, teknik olarak kendi kendimize yetmeye çabalıyor ve sınırlarımızı zorluyoruz. Öyle ahım şahım profesyonel ekipmanlarımız yok, sahip olduklarımızı sırtlanıyor, bulamadıklarımızı da oradan buradan ödünç alıp bir eve kapanıyoruz. Ortada bir sürü kablo, cihaz ve bolca kaos falan. Yapabildiklerimizi analog, olamayanlarını da dijital olarak tek tek kanal kayıt yapıyoruz. Eli bilgisayar tutan arkadaşlar mix mastering işlerini hallediyor.
Not: Fotoğraflar Seyr-i Sokak arşivinden kurgulanan “Direnişin Ortasındayım” klibinden alınmıştır.