Duvarların çocukları hapis etmek için yetişkinlerin desteğini aldığı bu tuhaf çağlarda, betonların yaşam alanlarını kuşatması akabinde çocuklarda var olmuş bir “şehirleşme” söz konusu. Keşfetmenin naif heyecanı ile kıpır kıpır süregelen en mis dönemlerinde çocuklar, toprakla aralarına giren asfaltların lanetinden sıyrılabilse bir!
Çayırın sabah ıslaklığında çıplak ayak koşturmuyorlarsa, nasıl bahsedebiliriz ufaklıkların mutluluğundan? Evreni kavrayabilecek o koca yürekler online oyunlara gömüldü müydü, utanmaz mıyız gelişmişliğimizden?
Büyükşehirlerin kıstırdığı küçük yaşlar, yaşadıkları gezegeni tanıma imkanı bulamadan makul miktarda bozuk bir o kadar da uyduruk eğitim sistemlerince teorik bilgiye doyuruluyor. Kitapların doğayı koru tavsiyelerinin yankılandığı tuğla koridorlar; reçine kokusu alamamış ufaklıkların pratiklerini yeşile yöneltebilecek donanıma asla sahip olamayacakken, yerkürenin göğsüne olan uzaklıklarının sorumlusu da bilakis yalancı moderniteden başkası değildir.
Fotoğrafçı Dennis DeHart, 2010 yılında başladığı At Play fotoğraf serisi ile her renkten oyun formunu tüm doğallığıyla kaydetmenin peşinde. Teması ise “tabiatın derinlerinden çocuk serüvenleri.” İlk önce kendi çocuğunu objektifin önüne koyarak çıkıyor yola. Waldorf eğitim felsefesinin rüzgarıyla, arazi ortasında macera yakalayan çocukların gelişimlerindeki olağanüstü değişimleri gözlemleme fırsatı bulurken, ”doğanın ve oyunun” öğrenme faaliyetlerinde ne denli önem arz ettiğine şahit oluyor.
Dünyanın bütün minik ayak parmakları toprağa sarılmak ister ve tabii ki tüm çocuk yürekler tabiat annelerinin güzelliklerini diler…
İnsanın yeryüzü ile el ele tutuştuğu göbek bağı, yetişkinliğinin griliğine erişmeden düşmez. Henüz o yetişkinliğin griliğine düşmemiş, ağaçları sökülmemiş çocuklar; oyun oynamanın kutsal keyfinde doğayı hayran ediyor!