2013 yılında fotoğrafa olan tutkum beni uzun bir yolculuğa sürekledi. Güney Kurtalan Ekspresi’yle Diyarbakır’a gittim. Kıştı ve sırt çantamın içinde bilgisayarımı bile taşıyordum. Önce Ankara’da arkadaşlarımla Babel’de buluştum sonra reklama girecek birkaç görüşme yaptım. Dostlarda kaldığım gecenin sabahında trene son dakika yetiştim. İlk öğrendiğim trende yemekli vagon olmadığı oldu. Küçük istasyonların satıcıları ve demli bir çaya duyulan özlemle kitap okuyor, izliyor ve bazı kısa notlar alarak yolculuğumun tadını çıkarıyordum.
İzlenimler
Kararlıydım, Diyarbakır’a saf gözlerle bakacaktım. İzlenimlerimden ilki tel örgüler oldu. Gittiğim hiçbir kentte gözüme bu kadar tel örgü çarpmamıştı. Diyarbakır’da trenimiz durduğunda gideceğim yere nasıl gideceğime dair hiçbir fikrim olmayarak trenden indim. Yeni atama sanılmış olmalıyım ki ilgili birisi beni kalacağım yere bıraktı. Daha sonra kendi kendime şöyle düşündüğüm oldu. “Bu cesareti nereden bulmuştum?”
Çantamı bırakıp, fotoğraf çekmeye çıktım. Eski kentin surları, kurşun geçirmez camlarla hissettiğim korku, halkın sahiplenici tutumu, “şuralarda dolaşma, makinene dikkat et,” lafları, hanlar, On Gözlü Köprü, Ofis sokakları, merkez, yüzler, sesler, renkler, yediğim içtiğim bana kalsın; insana ilham veren bir kentmiş Diyarbakır.
Rotam uzundu, lakin bir yerden sonra devam etmek için içimde bir arzu duymadığımdan dönmeye karar verdim. Bana bu kararı verdiren Diyarbakır’dan sonra gittiğim Mardin oldu.
Kozmopolit Matruşka bebeği Diyarbakır’ın hemen yanı başında
Masal kenti gibi büyülü Mardin’i görmek, isteyen herkese nasip olur niyetindeyim. Umarım ben de şu salgın günleri bitince ara sıra giderim. Bazı şeyleri maalesef erteliyoruz. Ben de Mardin’den sonra gitmek istediğim Urfa ve Maraş’ı henüz göremedim. Oysa çoktan görmüş olabilirdim. Elimizde olmayan nedenler bizi kendi turizmimizden bile uzaklaştırıyor. O tren yolculuğuna çıkmasaydım, Diyarbakır ve Mardin hâlâ görmek istediğim ama henüz göremediğim yerler arasında yer alıyor olacaktı. Ne olduğunu tam olarak tanımlayamasam da içimde bir şeylerin eksik kalmış olacağını hissediyorum. Bunun nedenini bilemiyorum. Belki de o yolculuğa çıkmak benim için bir eşiğin geçilmesiydi.
İnsan bir masal kentinde hem geçmiş hem de şimdinin büyüsüyle sarılınca doğal olarak kentte dair pek çok şey düşünüyor. Mezopotamya Ovası bir deniz misali Mardin’in kıyısında duruyor. Bense denizi özlediğimi hissediyorum. Sabah ışığının bana sunduğu lüksle objektifimin arkasından bakarken dönüş biletimi almaya karar veriyorum. Tek seferde iki kent görmek şimdilik bana yeter fikrinde olmalıyım. İlhamımı evime gittiğimde kağıda dökmek isteğimden geri dönme kararını almış da olabilirim. Aslında dönüş nedenim o kadar önemli değil çünkü ne olursa olsun iki kentin sundukları bir yolculuk için fazlasıyla besleyici türden.
Hafızanın Notları Arasında
Uzun upuzun bir yolculuğun ardından eve dönüyorum. Günler sonra bir arkadaşımla buluştuğumda arkadaşımın bana
“Aynı dönem fotoğraf için yolculuğa çıkmış iki kadından birisi döndü.” diyor. Bu söylediğine doğal olarak şaşırıyorum.
Şaşkın bakışlarıma cevap olarak;
“Neyse ki sağ dönen sensin,” diyerek gönlümü almaya çalışıyor. Sağ dönen olmak mutluluk verici olsa da haberlerde geçtiği şekliyle
“Türkiye’yi gezmek üzere İstanbul’a gelen fotoğrafçılık meraklısı iki çocuk annesi Sarai Sierra”yı kaybediyoruz. Pippa Bacca’dan sonra bir yabancı kadın daha kurban olmuş oluyor. Pek infial yaratmadan geçiştirilen kadın cinayetlerinden biri daha istatistiklerde yerini alırken, bu haberden günümüze yaşamdan koparılan kadınlar yüreğimizde birer rakamdan çok öte bir anlam ifade ediyor. Etmeli de zaten. İşte tüm bu bildiklerimiz bir kere daha gösteriyor ki; kentlerin, sokakların, dağların, kırların, denizlerin, yaşamın içinde olmamız gerekiyor. Çünkü hürlüğün şarkısı karanlığın vahşetinden daha görünür olduğunda elbette içimiz de daha rahat ediyor / edecek.
Bir şairimizin de dediği gibi;
“Ama sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız.”
Cemiyet mikrobu da bozmasın dengemizi ki, insanları ve insanlığı özlediğimiz bu günlerden çıkıp, “herkesin gönül rahatlığıyla yaşadığı günlere evrilebilelim.”
Sağlıcakla ve selametle kalmanız dileklerimle.