Bu yıl ilk defa “İfade ve Basın Özgürlüğü” konulu Eflatun Nuri Ulusal Karikatür Yarışması, Konak Belediyesi ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti işbirliğiyle düzenlendi. 151 çizerin, 406 eserle başvurduğu ve 10 eserin ödül aldığı yarışmanın ödül töreninin 11 Aralık’ta yapılacağı açıklandı. Yarışmaya katılan eserlerden açılan sergi aralık ayında izleyicisiyle buluşacaktır ama bu yazının konusu bu sergi ya da yarışma ödülleri değil. Bu yazının konusu Eflatun Nuri’nin kendisidir.
Eflatun Nuri
1927’de doğan Eflatun Nuri, 2008 yılında hayattan ayrılır. Geride elli yılı aşkın sanat hayatını bırakır. Gıcık, Marko Paşa, Tef, Yeni Harman, Leman, Öküz ve benzeri dergilerde çalışır. Bu topraklarda karikatürün filizlendiği yıllarda yaşar.
Mizah bu coğrafyada gür bir ırmak gibi çağlar. Bu ırmağın güçlü kollardan biri karikatürdür ve çoğun mizah dergileriyle gelişir. Kaynağı, Nasrettin Hoca, Bektaşi gibi uzak geçmişte olsa da yatağını en iyi şekilde görmek için bab-ali’den yola çıkılabilir. Bu anlamda Eflatun Nuri’nin kitaplaşan anıları okuru bugünlerden başlayan bir gezintinin içine çeker.
Benim Adım Eflatun
Eflatun’un anılarını yelkenimize rüzgar yaptığımızda bu rüzgarın sesi, matbaanın “langur lungur” çalıştığı yılların sesidir. Günümüzde basım teknolojilerindeki gelişme aynı zamanda internetin sunduğu anındalık, çoğaltma, paylaşım olanaklarının olmadığı, bin dokuz yüz kırklar, elliler, altmışlardır söz konusu olan. Anılarda geçen kişilerin çoğu çizgileriyle, yazdıklarıyla tanınan kişilerdir. Eflatun Nuri, Benim Adım Eflatun kitabında muzip bir öykü anlatır gibi sunar anlatıklarını.
Adil Nuri Erkoç olan adının Eflatun Nuri’ye dönüşmesinden başlarsak, yıl 1946’dır ve Eflatun Nuri, Güzel Sanatlar Akademisinde öğrencidir.
“-Anlatayım efendim… dedim. Bir gün ortaokulda jimnastik dersindeydik, öğretmenimiz, “Herkes soyunsun,” dedi. Ben “Hastayım Hocam, ateşim var” dedim. Elini alnıma koydu. “Hayır, bir şeyin yok” dedi. “Ama… hocam” filan dediysem de inanmadı. “Döverim, soyun,” deyince pantolonumu indirdim. Bütün arkadaşlar “Eflatuuun! Eflatuuun!” diye hep bir ağızdan bağırdılar. Çünkü affedersiniz, haminnemin eflatun renkli paça donunu giymiştim. O günden sonra herkes bana Eflatun dedi.”*
Harflerle Mizah
“Konya Lezzet Lokantası’nın kapısında karşılaştık. Ellerinde birer kürdan dişlerini karıştırıyorlardı. Ben elimdeki, yarım simidi arkama sakladım.”* Bu sahneyle bize diğer öğrencilerle arasındaki maddi uçurumu kısaca aktarır Eflatun Nuri. Bu üç cümle aslında tek kare karikatürün yazıya dökülmüş halidir. Bu sefer karikatürünü çizgilere değil harflerle yapmaktadır.
Yazısı İçinde
Gazetelerde çıkan karikatürlerin önce yazısız sonra yazısı içinde diye sözsüz olarak verilmesi için bile çaba harcandığı, mücadele edildiği yıllardır.
“-Adın yok, yazı da yok, dedi.
-“Yazısız,” karikatür efendim; işte şurada, suyun içinde imzam, dedim.
Eğildi, uzun uzun baktı. Karikatür altındaki “yazısız sözcüğünün yanında bir yazı daha vardı, onu işaret etti:
-Bak ne yazıyor, “Fransız karikatürü” yazıyor, değil mi?! Bir de ben yaptım diyorsun!…
-Efendim, bakın imza burada “Eflatun Nuri” yazıyor. Yanlışlıkla Fransız karikatürü yazılmış, diye cevapladım.”*
Yıl 1948’dir ve bu karikatürden parasını almayı başaramaz. Yine bir başka anısında gazetede çıkan karikatüründen dolayı emniyete götürüldüğünü anlatır Eflatun Nuri;
“Bu ne? Bir dükkân, değil mi? Dükkânın kapısında Başbakan’ımız tamam mı? Dükkân levhasında ne yazıyor? “Baskıcı Adnan Menderes” öyle mi? Gelelim karikatürün altına; ne yazıyor? “Yazısı içinde” ne demek ulan bu? Yani sen bu karikatürün içine, gizli bir yazı yazacaksın da ben onu fark etmeyeceğim! Öyle mi?
“Efendim, bu karikatür “yazısız” bir karikatürdür. “Yazısız” deyimiyle “Yazısı içinde” aynı anlamı taşıyor, yani zaten karikatüre bakar bakmaz her şey anlaşılıyor.” dedim.”*
Emniyetli Bir Hayat
Eflatun Nuri’nin anılarında sansür, kovuşturma, takip çokça yer alır. Bu takipler şimdinin takipçilerine benzemez. O yıllar da bu yıllar gibi ifade ve basın özgürlüğünün savunulmasının zorunlu olduğu yıllardır.
Eflatun Nuri’nin Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrencilik yıllarıdır. Akademi Müdürü kendisine sorar:
“Sen kimsin? Sen talebe değil misin?
Titrek bir sesle:
-Talebeyim efendim… dedim.
-Hayır değilsin, senin ne kaydın, ne kuydun var? Sonra akademinin bütün duvarlarına da afişler yapıştırmışsın, Akademi içinde de öğrencilere “Gıcık” diye bir siyasi gazete dağıtmışsın. Dün akşam buraya kimler geldi, biliyor musun? Emniyetten üç polis seni arıyor. Senin adın ne?”*
Takma adıyla kurtulduğu bu olaydan sonra anılarında yer alan benzer olaylar çokça geçer.
Eflatun Ayrıntılar
Eflatun Nuri, Gıcık gazetesini çıkarmaya Bülent Ecevit ve arkadaşlarıyla başlamıştır. Anılarında yer alan bir anlatı, Eflatun Nuri’nin Bülent Ecevit’le gün ışıyana kadar İstanbul sokaklarını “Gıcık”ın afişleriyle donatmalarını aktarır.
İçinde Cemal Nadir’den, Orhan Kemal’e, Metin Eloğlu’ndan, Aziz Nesin’e, Ruhi Su’dan, Oğuz Aral’a bir çok aydın, bir kısmı İstanbul’un mekanlarında geçen hatıralarıdır Eflatun Nuri’nin anlattıkları. Hakko olacak markayı nasıl Vakko yaptığından tutun da, Tuna’dan kopup gelip, boğazı basan buzlara, Fatih Sultan Mehmet’in bozulmadan korunan cesedine kadar pek çok ayrıntıyı barındırır. Bu anılara fotoğraflar eşlik eder.
Peyami Safa Nazım Hikmet’in Kafasını Attırınca
Sözlü karikatürleri diyebileceğimiz bu anlatılardan payını en olumsuz şekilde alan isim belki de Peyami Safa’dır. Eflatun Nuri’nin Peyami Safa’dan hiç haz etmediği hemen anlaşılır. Diğer bir yandan tek haz etmeyen Eflatun Nuri de değildir. Anıların bir yerinde Kemal Tahir, Eflatun Nuri’ye
“Bu Peyami Safa kadar b.ktan bir adam tanımadım; bulaşmadığı adam yok. Bir zamanlar Nazım Hikmet’e takmıştı. Önüne gelen dergide adamın hakkında ileri geri yazılar yazdı. Onu çok zor duruma soktu. Ama Nazım’ın kafası attı, Ayda Bir dergisinde uzun bir şiir yazdı. Öyle bir şiir ki adamı yerle bir etti; ah kafa şiiri hatırlamıyorum yahu..” dedi.
Gözlerini tavama dikti, şiiri hatırlamaya çalışıyordu. O arada şiir aklıma geldi:
-“Bir düşün oğlum,
bir düşün ey yetimi Safa,
bir düşün ki, son defa anlayabilesin:
sen bu kavgada
bir nokta bile değil,
bir küçük, eğri virgül,
bir zavallı vesilesin!…
Ey ihtisas mahkemeleri kaçağı
ve Despinis Koko’nun afrosu;
Ey marka malı kör provokatör,”
Bu kadarı aklımda kalmış başını ortasını hatırlayamadım. Kemal Tahir:
“Tamam, işte bu şiirdi yaşa Eflatun! Biraz kafayı zorlasam gerisini getirebilirim.
Asıl “Cingöz Recai’yi yabancı bir romandan nasıl arakladığını belirten bir bölüm vardı. Hah! Hatırıma geldi. Söyle başlıyordu galiba.
-Bir düşün oğlum,
bir düşün inkar etme ki;
gizli gece yolculuklarından kalmadır senin alın terin.
Sen her gece
el ayak çekilince
“Nurel Literer”in
bir arşınlık duvarından aşarak
ve parmaklarının ucuna basıp dolaşarak
yapraklarında onun,
apartırsın satırlarını birer, birer
Cingöz’le beraber.
fakat her duvar
bir karış değildir.
her duvardan atlamayı kesmez senin gözün
ve her fikrin açılmaz kapıları
maymuncuğuyla
Cingöz’ün!…”*
Benim Adım Eflatun kitabının sunusunda İlhan Selçuk’un belirttiği gibi;
“Kitapta gündeme giren kişiler sayfalar boyu izleyen anlatılanların gerçekliğini ya da gerçek dışılığını bir karikatüre bakar gibi duyumsamayı yeğlemek durumundadır.”*
Benim Adım Eflatun’da okur, şakalarla, maddi imkansızlıkların yarattığı koşturmacayla, güzel Marmara şarabıyla, rakıyla, şiirlerle, muhabbetle, mücadeleyle, mizahla geçen bir ömrün samimi dillendirmesini bulur.
*Bu kitaptaki alıntılar Eflatun Nuri’nin Benim Adım Eflatun kitabından yapılmıştır. Cadde Yayınları, Birinci Basım, 2005, İstanbul.