Türkiye’de sanılanın aksine dünya tarihçileri, Yeniçağ’ın başlangıcı olarak Kolomb’un Palos Limanı’ndan demir aldığı 1492 yılını seçmişlerdir. Kolomb’un baharat ve altın diyarına kestirme bir yol bulma sevdası, o hiçbir zaman bilmese de, onu ve insanlığı “yeni”nin peşine düşme dünyasına yani modern dünyaya ulaştırmıştı.
Bu yeni-modern dünya, 200 bin yıllık Homo sapiens’in geçirdiği evrelerle kıyaslanmayacak kadar kısa bir sürede, bizi şimdi içinde bulunduğumuz teknolojik-bilişim dünyasına taşıdı. Bu yeni dünya tabii ki getirdiği teknoloji harikalarıyla hepimizi heyecanlandırdı-heyecanlandırıyor. Günlük hayatımızın işleyişi değişti. Uçmak gibi yüzlerce yıllık bir hayal, sıradan yolculuklar için bile mümkün oldu. İnsanlığın bu dev adımları alıp onu, gıptayla bakılan, romantizm kaynağı değişimleriyle duygu dünyamızı etkileyen Ay’a kadar götürdü.
Gerçekten 1969 yılındaki bu dev adımla insanlık, sevinçli bir heyecana kapıldı. Sınırları konusunda, kendini Kant’ı şaşırtabilecek hayallere kaptırdı.
Uzay seyahatleri sayesinde dünyanın fotoğrafları ile tanıştık. Bu fotoğraflarla, ulaşılması bir ömür alan, masallarla bezenen, uzak diyar diye tabir edilen; okyanusların, kıtaların ilk defa gözümüzde sınırları çizildi.
Hemen arkasından bu sınırlı mavi kürenin ne kadar hızla kirlendiğini hissetmeye başladık. Deniz alır götürür deyişleri, götürecek bir yer olmadığını fark etmemizle unutuldu, dilimizden çıktı, gitti. Çok kısa bir süre sonra ise, gezegendeki bazı kirlilik vakalarının geri döndürülemez boyutlara ulaştığını öğrendik. Küresel iklim değişikliği, ozon tabakasının delinmesi, Amazon ormanlarının yok oluşu, nesli tükenen türler, genetiği değiştirilen organizmalar ve dahası.
Toplumun büyük kesimi, günlük hayatın koşuşturması içinde, bu küresel meselelere duyarsız kalırken, önemli bir kesimi ise “bir şey yapmalı” diyerek, harekete geçti.
Bu kesim arasında özellikle öğretmenler dikkat çekiyor. Dünyanın her tarafında çevre aktivistleri arasında öğretmenler, organizasyon yetenekleri, hitabet güçleri ve kişilerin-toplumların psikolojik durumlarını çabuk kavrama yetenekleri ile azımsanmayacak bir oranda temsil ediliyorlar. Başta bu öğretmenlerin çabası ile küresel ekolojik felaketlerin okullara ve zamanla müfredata girmesi, yeni nesillerin yeni kavramlarla ve sorunlarla tanışmasıyla sonuçlandı.
Ekofobi kavramıyla da böylece tanışmış olduk. Önce Britanya’da adı anıldı, zamanla dünyaya yayıldı.
Yakın çevresinde küçük çocuğu olan şehirliler, bu çocukların doğayla aralarında herhangi bir bağ olmadığını, dikkatle bakarlarsa hemen fark ederler. Bu kopuş zaman zaman rasyonalitesini kaybeder; kara sinekten korkan çocuklar gibi. Dalından bir meyve koparıp yemeyi reddeden, marketten satın almayı tercih eden çocuklar gibi. Doğadan bu kopuşun çok farklı nedenleri var. Şehirde artık hiç Yer’e basmayan ve hijyen takıntılı anneler bunun önemli nedenlerinden ikisi.
Peki, bu çocuklar derste Amazon ormanlarının yok oluşuyla karşılaştıklarında ne oluyor? Amazon ormanları Türkiye’ye çok uzak. İlkokula giden bir çocuğun gidip görme şansı milyonda bir. Çocuk gözünde bu ormanlar belki de vahşi hayvanların hatta canavarların yaşadığı, karanlık–korkunç dehlizler. Üstelik çok uzak.
Çalışmalar gösteriyor ki bu altyapıdaki şehirli çocuklara Amazon ormanları –ya da benzer küresel ekolojik sorunlar- anlatıldığında, çocuklar duyarsızlaşıyor! Bu küçük bireyler kendi imkanlarını aşan bir sorunla karşılaştıklarında, bu sorunu reddediyor ve görmezden geliyor. İşte buna “ekofobi” diyorlar.
Çocukta böyle bir fobi oluşmaması için ona gidebileceği, görebileceği ve taraf olabileceği bir çevre meselesini göstermek gerekiyor. Çocuk içine girdiği projenin sonuçlarını iyi ya da kötü gözleyebilmeli. Kendi kendine nedenler ve sonuçlar arasında gözlem yapabilmeli. Yapacağı küçük katkılarla, atacağı küçük adımlarla o çevresel sorunun gidişatını değiştirebilmeli. Yaşadığı yerdeki halkın desteğini ve ilgisini çekebilmeli.
Susuzluk tehlikesine karşı, çatılardan yağmur suyu toplamak, o bölgede nesli tehlike altında bulunan bir balığı yememek için afiş tasarlamak, egzos gazlarının oluşturduğu risklere karşı, pazar günlerini arabasız günler ilan etmek, bisiklete binmeyi özendirmek, kent bahçeleri yapmak ve yaratıcılığına güvenmek.
Ekoloji çocuk için bir fobi değil; bir tat alma, hatta oyun oynama alanı olmalı. Oyun oynayarak öğrenebilmeli ve oyun oynayarak öğretebilmeli. Hem de yaşam boyu…
Hazırlayan: Aytaç Tolga Timur
Başlık Görseli: © Phoebe Wahl