1998 yılında Viyana’da kurulan The Vegetable Orchestra enstrüman olarak bildiğimiz kemanı, davulu, trompeti değil; mevsimin taze sebzelerini kullanıyor.
Bir adet albüme sahip ve yılda yaklaşık 30 konser veren grup, konser sabahında 70 kiloluk sebze alışverişi yapıyor. Konserden altı saat önce sebzeleri oyarak, soyarak enstrümanları oluşturuyor; son üç saatte de ses kontrollerini yapıyor.
Sebzeyi enstrümana çevirirken çok eğlendiklerini söyleyen ekip: “Geleneksel müzik aletlerinin çıkardıkları sesleri zaten biliyoruz, hepimiz o seslere aşinayız. Aynı aletin, aynı sesiyle farklı parçalar duyuyoruz. Ancak sebzelerle oluşturulan enstrümanların nasıl bir ses çıkaracağını bilmiyoruz, deneyerek buluyoruz. Bu durum da o enstrümanı farklı ve eşsiz kılıyor. Bir gitarın çıkarabileceği tüm sesleri bugüne kadar bütün müzisyenler bir şekilde denemişlerdir ancak kimse bir balkabağıyla müzik yapmamıştır. Bu yüzden enstrüman yapma aşaması çok eğlenceli ve yaratıcı oluyor” diyor.
Sebzeleri biçimlendirerek yaptıkları bu müziği, “Dünyada milyonlarca kişi açken siz besin maddelerini ziyan ediyorsunuz” diyerek eleştirenlere de bir cevapları var: “Alışık olduğunuz çalgıların yapımında kullanılan doğal malzemeyi ve harcanan enerjiyi lütfen unutmayın. Hem bizimkiler çözünür niteliği olan doğal malzeme.”
Alkışları hıyarfon ve flüten topluyor!
Sebze enstrümanlar normal orkestraların kolay kolay çıkaramayacağı sesleri çıkarıyor. Örneğin; havuç flüt, gerçek flüt sesi çıkarabildiği gibi çığlık atan bir martı, rüzgar sesi ve yaprakların hışırtısı gibi sesleri de dinletebiliyor. Dinleyiciler en çok hıyarfon ve havuç flütü alkışlıyor olsa da grubun sanatçılarından Ulrich Troyer’in favorisi bal kabağı: “Taze olanıyla derin ve devamlı bassdrum sesi çıkarabilirsiniz. Kurutulmuş olanlar ise mükemmel bir perküsyon çeşidi. Bir de patlıcanı seviyorum çünkü çok yönlü bir enstrüman. Olduğu gibi kullanarak ya da çeşitli açılardan keserek onlarca ritmik ses çıkarmak mümkün.”
Konserlerinden sonra işi bitmiş çalgılardan ve onların artıklarından lezzetli vejetaryen çorbalar hazırlayıp dinleyicilerine ikram ediyorlar. Bazılarını hatıra olarak verip, kalanları da doğal gübre oluşturmak için ayırıyorlar.
Matthias Meinharter’ın da sizlere söyleyecekleri var: “Sebzelerin sunduğu bu müziği, bu eşsiz ses evrenini yaşamak istiyorsanız, pazar yerine gidin. Bayatlamış sebzelerin satıldığı marketlere, alışveriş merkezlerine değil. Tarladan yeni gelmiş taptaze ürünlerin sergilendiği pazar yerine. Kendinizi vererek dinleyin. İnce, içten, doğal bir müzik işiteceksiniz karşılaştığınız, elleyip yokladığınız sebzelerden. Daha da ötesi yaşamın seslerinin kurduğu sayısız orkestrayla karşılaşacaksınız.’’
Kaynak: Chicago Tribune