Yollar peşi sıra uzayıp gidiyor. “Zaman” bir mesafe nosyonu olarak çalışıyor. Bütün ihtimalleri de sırtlamış vaziyette, bir bakıma kaderi de yanına götürüyor diyebiliriz. Yunan Mitolojisindeki Dünya’nın Boğa’nın Boynuzlarının üzerinde olması olarak anlatıldığı sembolizm gibi. Pamuk eller duygulara, yola çıkıyoruz!
İtalya. Taştan bir şehir. İçinde üçleme var. Sanki Hollanda gibi kokuyor. Hollanda nasıl kokuyor acaba? Cannabis mi? THC’sine kurban bir lif kaynağı kendisi. Tıbbi amaçların da kafa açtığı günümüz dünyasında, biyolojik bedene iyi bakmak için verilen bu hazcı mücadeleyi birazcık olsa da varlığımız için verelim derim. Çünkü ne alkole ne de başka bir şeye ihtiyacımız var. Biz hali hazırda tam bir şekilde üzerinde çalışılmayı bekliyoruz.
Fiziksel anlamda yola çıkıp, tekrar geri geldiğinizde sizi karşılayan seslere dikkat edin. Sizi rahat ettiren duygular ve sesler sizi “uykuda” tutan şeyler. Onlara teslim olduğunuzda kumanda onlardadır. Tam da yakalarından tutup, ahah! O sen miydin! Diyeceğiniz türden beliklerdir. Size kahve içirtirler, şöyle gel biraz uzan derler, yoruldun zaten derler. İyi de yorulan kim? Sen bir beden değilsin ki, şu anda bir beden taşıyorsun sadece. Varlığının silsilesi bu bedenle sınırlı bir şey değil ki. Yukarısı diye tabir edilen bir sistemin parçasısın.
Hz. Ali’ye Yukarıya (Tanrı (?)) inanıp inanmadığını sorduklarında “Görmeseydim inanmazdım” demiş. Bu dünyada işler böyle değil mi? İlla bir yerlerimiz görecek, ne işe yarayacaksa. İki şeye geri dönelim, birincisi varlığımızın ihtiyaçlarına, ki bununla ilgili hiç bir fikrimiz yok, çünkü şu anda göremiyoruz, diğeri de taştan bir şehir olan İtalya’ya.
İtalya’nın içindeki üçleme, İsa’nın havarilerinin açtığı yoldan gelen üçleme. Koskoca şehri ihtişamla doldurmuşlar, içinde İsa’nın ağzından düşmeyen “iman” ile dolduracaklarına. Dişi yok, dişi enerji gömülmüş derinlere. Üzerine şehirler kurulmuş, dişi kılıçtan geçirilmiş. Peki, İsa için yapılan bu taşların içinde ne var? Nasıl bir tezahür ki bu, taş gibi sert bir şeyi o kadar şekillendirmeye çalışmak ve o derece de canlı, estetik bir hale getirmek?
Zor bir kader/plan. Orada doğmayı seçmenin ağırlığı da başkadır herhalde. Pagan tapınaklarının üzerine kilise yap, dişinin üzerinde eril. Ne güzel. Neyse, bu sınav onların gibi gözükse de bütün insanlık ailesinin sınavı. Umarım kısa sürede alacaklarını alırlar da, sıkışmış olan iyice açılır rahat bir nefes alırız.
Varlığımızın ihtiyaçlarının peşinde olalım, bir şeyi kaldırıp çöpe atalım ya da rafa koyalım demiyorum. Normal akışın içerisinde, birazcık gidip gelelim, herhangi bir anda herhangi bir şekilde. Yahu bu adam ne diyor? Ne bu ihtiyaç? Kendi üzerinde çalışma fikri de ne? Daha iyi ve daha kötüden başka ne olabilir acaba? Anadolu’ya bırakılan tohum çatlasın dostlar. Şu anda en mükemmel formda ama, böyle kalırsa kendisini ve potansiyelini var edemez. Tohum patladıktan sonra, biz de başka Anadolulara tohumlar serpeceğiz.
Taşın estetik kaderi, dişisi erili, kutsal üçlemesi, Ali’si Velisi, her şeyiyle kendinden kendine bir fikir vermek için. Bir başkasıyla daha “iyi” ve sevgi dolu ilişkiler kurmak için var olmuş. Nefret ve öfkenin olmadığı bir başkası için var olduğumuz haller için. En kısası “komşumuzu kendimiz gibi sevmek” için var olacağımız haller için.
İtalya’nın taşları ve yolculukları devam edecek gibi duruyor. Bakalım akış neleri gösterecek…