Uzun süre alan tasarım ve uygulama süreci sebebiyle şehir planlaması fazla heyecan verici gözükmese de; yaşadığımız şehirleri daha sürdürülebilir hale getirmek günümüzün en önemli meselelerinden biri haline geldi.
Şehirleşmenin başını alıp gittiği bu dönemde yaşam alanlarımızı daha yaşanabilir, etkili ve kendine yeten bir hale dönüştürmek önümüzdeki birkaç asır için elzem bir durum oluşturuyor. Belçikalı mimar Luc Schuiten da 30 yıldır sürdürdüğü öngörülü yaklaşımıyla şehirleri daha biyotaklitçi bir biçimde ele alıyor. Kendisinin “Bitkisel Şehirler” (Vegetal Cities) olarak adlandırdığı fantastik tasarımlarında, insan yapımı şehirler doğanın kendisi ile birleşerek yaşayan ve uyumlu bir hale dönüşüyor.
Schuiten, aşağıda bulunan TEDx konuşmasında, ağaçların doğasında var olan yapısını değiştirmeksizin sadece büyüme biçimlerini kontrol altına alarak onları nasıl bitkisel metropollerin mesken alanları haline getirebileceğimizi açıklıyor. Schuiten bu oluşturduğu yapılanma yaklaşımında mimari ve ağaçlandırmadaki temel prensipleri birbirine harmanlayarak biyomimikleme ortamı oluşturuyor.
Schuiten “Yaşanılabilir Ağaç Şehri“ (City of Habitabres) adını verdiği bu tasarımlarda, biyokumaşları ve biyoışıklandırmaları kullanarak ağaçlarla çevremize zarar vermeksizin nasıl kendi şehirlerimizi yaratabileceğimizi gösteriyor.
“Yaşanılabilir Ağaç Şehri“ tekrardan biçimlendirilmiş bir orman ortamı ile gelen yeni bir yaşam biçimini yansıtıyor. Bu şehrin sakinleri getirdiği yeni yaşam tarzının içerisinde bulunarak tüketici olmaktan çıkarak bu şehrin sürdürülebilirliğinde önemli bir rol oynuyor. Yaşanılabilir ağaçların dış kısımları ise yarı veya tamamen saydam proteinlerden oluşturuluyor. Bu esnek ve dayanıklı biyokumaşlar bulundukları böygeye göre değişken özellikler de gösterebiliyorlar.
Evlerin temelleri ve duvarları ağaç sistemlerinin kerpiçle harmanlanıp sağlamlaştırılıyor. Bu şekilde ısı muhafaza edilip tüm yapıya eşit bir biçimde dağıtılabiliyor. Yapılarda termit yuvalarından esinlenerek yapılan kanallar ise havalandırmaya yardımcı oluyor. Gece ışıklandırmalarına gelecek olursak, bunun için ateşböcekleri taklit edilerek kimyevi biyoışıklandırma kullanılıyor.
Bu gördüğünüz ise “Dalgalar Şehri” (City of Waves). Kıyı bouyunca aynı coğrafi şekil baz alınarak inşa edilebilen bu şehirde kullanılan ağaçların su sever cinsten olması şehrin kolaylıkla inşa edilebilmesine ardından ise enerji üretilebilmesine yarıyor.
Schuiten’ın tasarımlarında tropikal bölgelerde yetişen incir türleriyle de yapılabilen yapılar mevcut. Bu ağaçların etrafında biyotekstiller yardımıyla koza benzeri yapılar inşa edilmesini düşünmüş.
Schuiten ayrıca Şangay, Brüksel, Sao Paolo ve Strazburg gibi birçok günümüz şehrini de geliştirdiği bu teknikle yeniden tasarlamış. Bu sayede bu tarihi şehirler çok daha sürdürülebilir ve yararlı bir biçimde korunabilecek.
Schuiten’ın bakış açısında şehir içi ulaşım ve lojistik ise metal kuzenlerinin aksine çok daha sürdürülebilir bir biçimde tasarlanmış olan ve durmaksızın çalışan şehir tramvaylarıyla sağlanıyor. Şahsi ulaşım ise yine ahşaptan yapılmış araçlarla sağlanabiliyor.
İlk bakışta Schuiten’ın tasarımları aşırı ütopik gözükmesine karşın, unutulmamalıdır ki birkaç asır önce uzay yolculukları da zamanın insanlarına aynı derecede ütopik geliyordu. Zamanla bu “bitkisel” yaşamın hayalini kuran insanların sayısı arttıkça bu “ütopik” bakış açısı gerçek anlamda hayat bulabilecek.
Kaynak: Tree Hugger