İstediğimiz, düşlediğimiz öyle çok şaşalı ihtilaller, devrimler değil esasında. Bir günde alaşağı edilen sistemler, yerine bir günde kurulan yapılar da değil. Belki birbirinden farklı farklı tüm siyasi ve de bireysel hülyalarımızın dışında; esasında çok daha basit, çok daha hayatın içinde ama esasında basitliği kadar, çok daha derinlikli ve incelikli şeyler temelde istediğimiz. Çok mu şey istiyoruz, hayır esasında çok fazla bir şey de değil. Belki siz de bu yazıyı okuduktan sonra böyle düşünürsünüz?
Çok basit esasında.
Mesela; yaya çizgisinden karşıdan karşıya geçerken sokakta, bazı ülkelerde olduğu gibi, arabaların, otobüslerin beklemesini, birazcık sabretmesini istiyoruz. Kornasına hemen yüklenmemesini… Arabanın kornasının acil veya gerekli durumlarda kullanması için varolduğunu bilmesini.
Metroya binerken içeridekiler ininceye kadar sağ ve solda beklemesini dışardakilerin. Sonra binerken oturmak için adeta birbirini ezmemesini. 15 dakikalık bir mesafede bile oturmak için kol, bacak her türlü uzuvla her akşam yanındakilerle derbeder bir mücadeleye girmemesini. Üstelik bunu yaparken başkalarına, bir yandan da “hiç saygı kalmamış ya” diyip çevresindekilere kızma, bağırma gibi bir ikiyüzlülüğün içine girmemesini.
Pantolonumuzun, çorabımızın rengi, gözlüğümüzün tarzı, eteğimizin boyu yüzünden delici ve arsız bakışlara maruz kalmamayı istiyoruz. Kitabımızı, dergimizi açıp okurken yanımızda oturanın önce kitabın kapağına, dergideki yazının başlığına bakıp sonra bizi yukarıdan aşağı süzmemesini, kitabın derginin adı, içeriği hoşuna gitmediyse bile başını çevirmesini, yüzümüze dik dik bakmamasını istiyoruz.
Köşebaşından aldığımız simitten bir ısırık alıp, sonra çevrede oruçlu olabilecek insanları hatırladığımızda “hadi işyerine varınca yiyeyim bari, ayıp olmasın” diye simiti çantamıza atarken, köşebaşındaki cafede müzik dinleyen insanlara “Ramazan ramazan ne yapıyorsunuz siz günahkârlar” diye saldırılmasın istiyoruz. Oruç tutma hakkına saygı gösterirken tutmama hakkına da saygı gösterilmesini bekliyoruz. Bizim gösterdiğimiz hassasiyet de birazcık karşılığını bulsun istiyoruz.
Üstünde hiçbir tümseğin yer almadığı caddede, hızlandıkça hızlandırdığı arabasını sürerken, o sürücünün bu ülkede sokaklarda hayvanların, kedilerin, köpeklerin olduğunu, gittikçe azalan bahçelerden sayıları gittikçe azalan kirpilerin yollara çıkabileceğini, kuşların yaşam alanları binalara, AVM’lere dönüşürken, son çare yerlere inip, sokaklarda yemek arayabileceğini düşünmesini bekliyoruz. Hızla geçip giderken o canlıları ezebileceğini de aklına getirmesini istiyoruz, en azından birazcık yavaşlamasını.
Bulunduğu ortamda saygı duruşu yapılırken en azından 1 dakika tüm nefret ve öfkesini içine atmayı denemesini istiyoruz. Ölen insanlar onunla farklı din, dil, uyruk, görüşten olsa bile en azından bir dakikalığına kendini tutmasını bekliyoruz, 60 saniye kadar. Veya karşıt fikirdeki eylem yaparken, elden bildiri dağıtırken bir dakika durup dinlemesini ya da görmezden gelip geçmesini, durup küfür etmemesini istiyoruz.
Çok basit, hayatın içinden, alıştığımız kötülükler değişsin istiyoruz
En azından bir özür dileme kültürünün temelleri atılsın istiyoruz. Ne kimse hatasız, ne kimse kusursuz, hepimiz insan cinsinin özünde taşıdığı bencilliğe, kötücüllüğe sahibiz. Ama en azından bu hataların ölümüne savunulmamasını, hatasını kapatmak için başkasına fütursuzca saldırılmamasını istiyoruz. Tutarlılıklardan öte en azından yalan ve inkar bu derece her şeye egemen olmasın istiyoruz. Haydi hepsini geçtik, sokakta omzuna çarpıp geçen insanın dönüp en azından küçük bir pardon demesini istiyoruz.
Konuşmak istiyoruz, aman çevredekiler ne düşünür acaba linç edilir miyim diye düşünmeden şakalaşmak, gülmek istiyoruz. Kahkahamızın dozuna dikkat ederken yanımızdakiler bize “i.ne, o…puya bak” diyip aşağılar mı diye dert etmeden, okumak istiyoruz en sakıncalı görülebileceği bile rahatça başka insanların gözüne sokmadıkça onu, güzel şarkılar dinlemek istiyoruz. Öpüşmek istiyoruz, kitaplardan, filmlerden, albümlerden konuşmak istiyoruz. Hülyalara dalmak bazen. Fikirlerimizi korkusuzca söylemek, yazmak, tartışmak. Bunların sınırlarını bizden başka başka düşünen, konuşabilen, inanan veya inanmayanların insanların özgürlüğüne dokunmayacak şekilde çizmeye çalışırken bizler, zor bela çizdiğimiz bu sınırların içine tecavüz edilmesin istiyoruz. Hiçbir hassasiyet tek taraflı yaşanmasın istiyoruz.
Bu hayatın içinden örnekler çoğaltılabilir, bunlar sadece benim metroda, metrodan işyerine kadar giderken düşündüğüm, karşılaştığım şeylerden aklıma düşenler, sizler eminim belki yüzlerce farklı örnek ekleyebilirsiniz bunlara.
Çok basit, hayatın içinden şeyler. Küçük detaylar, küçük ama her gün, her an elimizden alınan, belki hiçbir zaman tam olarak da elimizde olmayan detaylar. Hayır hoşgörü de değil; ki hoşgörü üstten bakmadır biraz da, ben hoş görüyorum o yüzden sen şu anda yapabildiğini yapabiliyorsun, ama her an hor da görebilirim demektir. Bir saydam, sanal toplumsal sözleşmeyle, vicdanlar ve ruhlardaki bir sözleşmeyle birbirine özgürlük alanları bırakan insanlar olalım istiyoruz.
Çok mu şey istiyoruz sahi? Esasında ne kadar basit şeyler ama diğer yandan da ne kadar da zor şeyler mi istediklerimiz? Çok mu şey istiyoruz?
Hayır, çok şey istemiyoruz. Ama belki olabilecek en zor şeyleri istiyoruz. Belki bunlar olabilse, hayattaki bu küçük değişikliklerden çok daha büyük toplumsal dönüşümlere ulaşabileceğini düşünüyoruz.
Basit hayatlarımız her geçen gün daha büyük bir hapishaneye dönüşmesin istiyoruz.