Konuk Yazar: Ayşenur Özdemir
1901 yılında yapılmış Mihrap; yüz yıldır gizemini koruyor. Osman Hamdi Bey’in tartışmasız en cüretkâr tablosu, yapılışından itibaren birçok eleştirinin ve saldırının hedefi oldu. Bu nedenle hiçbir zaman sergilenemedi, bugün de nerede olduğu bilinmiyor.
Osman Hamdi Bey. Birçoğumuzun da bildiği üzere İstanbul Pera müzesinde sergilenen Kaplumbağa Terbiyecisi tablosunun sahibi. Ressamın ismiyle bütünleşen bu tabloya da kısaca değineceğim elbette. Fakat bu yazıda asıl bahsedeceğim ressamın bir diğer sansasyonel tablosu Mihrap. Ama hepsinden önce eserleri daha iyi çözümleyebilmek için ressamın hayatından kısaca söz etmek istiyorum.
1842 yılında İstanbul’da doğmuş olan Osman Hamdi Bey, sadrazam Ethem Paşa’nın oğludur. Osmanlı Devleti’nin 1839 yılında yayınladığı Tanzimat Fermanı sonucu eğitim alanında da reformlar yapılmıştı. Osman Hamdi Bey bu reformlar sayesinde 1860 yılında hukuk okumak için Paris’e gider. Hukuk öğrenirken dönemin ressamlarından Jean-Leon Gerome’nin atölyelerinde çıraklık yaparak resim eğitimi alır. Osmanlı Devleti tam da bu dönemde Şeker Ahmet Paşa ve Süleyman Seyyid’i Paris’e resim eğitimi almaları için gönderir. Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid ve Osman Hamdi Bey bu sayede Türk resim sanatının ilk kuşağını oluştururlar.
Osman Hamdi Bey 1871’de İstanbul’a döner. Fransızcası iyi olduğu için dış işleri bakanlığına atanır. Sonrasında sarayda ve Müze-i Hümayun de çalışır. İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni kuran Osman Hamdi Bey Türkiye’deki ilk arkeolog olarak kabul edilir. Hatta Kadıköy’ün bilinen ilk belediye başkanı da odur. Osmanlı Devleti’ndeki ressamların eğitim alabileceği herhangi bir kurumun olmadığını görünce 3 Mart 1883 yılında Sanayi-i Nefise mektebini kurar. Yani bugünkü adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi.
Batı tarzında aldığı eğitim ona bambaşka bir perspektif katmıştır. Osmanlı Devleti’nin çağdaşlaşması ve batı tarzında eğitim sistemini benimsemesi için mücadele vermiş, devrimci, yenilikçi bir aydındır. Osman Hamdi Bey tablolarında da genellikle alt metin olarak değişimin gerekliliğini ifade eder. Kaplumbağa Terbiyecisi tablosu da bu minvalde çok önemlidir. Bu tablo da Osmanlı toplumunun çağdaşlaşmaya ve yeniliklere kapalı olduğu metaforlarla anlatılmıştır. Tablodaki derviş Osman Hamdi Bey’in kendisidir. Etrafta dolaşan yavaşlığı ile bilinen kaplumbağalar ise değişmeye, ilerlemeye kapalı olan halktır. Fakat dervişin yüzündeki sabır ifadesi ve elinde tuttuğu ney değişimi sağlayacak şeyin sabır ve sanat olacağını anlatmaktadır.
Hepimiz biliyoruz ki görmeyi ve okumayı bilenler için sanat sadece dekorasyon ürünü değildir. Bir dışavurum, bir iletişim biçimidir. Osman Hamdi Bey de doğrudan söylemediği şeyleri resimleri aracılığıyla dile getirmiştir. Bunun en etkileyici örneklerinden biri de günümüzde nerde olduğu bilinmeyen tablosu Mihrap’tır.
En cüretkar tablo
1901 yılında yapılmış Mihrap; Osman Hamdi Bey’in tartışmasız en cüretkâr tablosudur. Yapılışından itibaren birçok eleştirinin ve saldırının hedefi olmuştur. Bu nedenle hiçbir zaman sergilenmemiştir. İstanbul Çinili Köşk’te bulunmuş, 1907 yılında Konya Karaman İbrahim Bey İmaretinden müzeye getirilmiştir. Rahmi Koç’un eski eşi ve merhum Mustafa Koç’un annesi Çiğdem Simavi bir dönem bu tabloya sahibelik yapmıştır. İlluminati’nin en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilen bu tabloyu gelin birlikte çözümleyelim.
Sarı kıyafeti ve kendinden emin duruşu ile büyük bir rahleye (bilmeyenler için rahle, kutsal kitabın okunurken konduğu tahta gereç) oturan kadın figürü gözümüze çarpıyor ilk olarak. Kadın için aynısını söyleyemesek de rahle olması gereken yerdedir, mihrapta. Mihrap caminin içinde Kâbe yönünü belirtmek için yapının o yönünde bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk yerdir. Kadının saçlarının açık olması, dekoltesi dikkate alındığında İslamiyet’in kadından beklediği giyinme usulünden uzak olduğunu görüyoruz. Bu kadın kimilerine göre ressamın eşi Naile Hanım’ın gençliğidir. Kimilerine göre ise ressamın modeli evde çalışan Ermeni bir kızdır.
Resimdeki kadının pozu, Jean-Léon Gérôme’un Tanagra isimli heykeli ile aynıdır, bu nedenle Osman Hamdi’nin Mihrab’ı yaparken Tanagra’dan esinlendiği düşünülür.
Tablonun alt kısımlarına geldiğimizde kendinden emin, güçlü kadın figürünün ayakları altına dağınık şekilde duran kitaplar fark ediliyor. Kitaplardan üçünün İslamiyet’in kutsal kitabı Kur-an’ı Kerim, Zerdüştlüğün kutsal kitabı Zend-Avesta ve Budizm’in kitabı Sakiya -Muni olduğunu görüyoruz. Yani genel çerçevede Osman Hamdi Bey doğunun kutsal dinlerini kadının ayakları altında resmetmiştir. Bu temsil şu an bile kimsenin yapabileceği, yapmaya cesaret edebileceği bir temsil biçimi değildir. Ressamın 1901 yılında Osmanlı Devleti’nde böyle bir resmi yapılmış olması son derece aykırı bir durumdur.
Esasında Mihrap olarak bildiğimiz bu tabloya Osman Hamdi Bey’in ne ad taktığı tespit edilememiştir. Osman Hamdi’nin eserleri hakkında araştırma yapan sanat tarihçisi Mustafa Cezar tabloya Mihrap ismini vermiştir. Tablonun orijinal adının Tekvin yani Yaratılış olduğunu savunanlar da var. Neden mi? Resimdeki kadını dikkatli bir şekilde incelediğimizde hamile olduğunu görüyoruz. Yani Osman Hamdi Bey yine dönemine aykırı bir biçimde kadını yücelterek onu konumlandırdığı yer itibariyle “gerçek yaratıcının kadın olduğu” mesajını vermek istemiştir. Birçok sanat tarihçisi ise bu tabloyu ‘’dinin kadının özgürlüğünü engellediği ve tablonun buna başkaldırdığı’’ şeklinde yorumlamıştır. Zira Osman Hamdi Bey’in diğer kadın figürü kullandığı resimlerini de göz önünde bulundurursak, Osmanlı kadınlarının sosyal ve dini baskılarla yaşamasını eleştiren bir ressam olduğunu görmemiz mümkün.
Peki tabloya ne oldu?
En son Demirbank’ın arşivlerinde kayıtlı görünen tablo kayıptır. Ne yazık ki bankanın TMSF’ye devri sırasında her nasılsa ortadan kaybolmuştur. Tablonun nerede olduğu konusunda kesin bir bilgi yoktur. Fakat bu konuda iki teori sunabiliriz.
Bu varsayımlardan ilki; resim keşfedildikten sonra, yok edilmesini önlemek için bazı kişiler tarafından koruma amaçlı saklandığıdır. Ressam Mehmet Güleryüz’ün tablo hakkında konuşurken ”Bu resim, hiç kuşkusuz Osman Hamdi’nin, Osmanlı tabularını sorguladığının kanıtıdır ve bu yüzden, yaklaşık yüzyıl boyunca hiçbir yerde sergilenmesi mümkün olmamıştır. Adı bende saklı bir koleksiyoncunun evinde görmüştüm ilk kez; burada bile, tablonun alt bölümünü kapatan bir perdeyle sergileniyordu.” şeklinde söylediği sözler böyle bir varsayımı ortaya atıyor.
Mehmet Güleryüz koleksiyoncunun ismini kendine saklamış olsa da bahsettiği kişinin Mustafa Koç’un kardeşi, Çiğdem Simavi’ nin oğlu Ömer Koç olduğu düşünülüyor. Çünkü Ömer Koç’un adı dünyanın en önemli sanat koleksiyoncuları arasında geçiyor. Tam anlamıyla bir müze gibi olan Londra’daki evinin olağanüstü güvenlik çemberleriyle korunduğu biliniyor.
Bir diğer varsayım ise; tablonun bazı otoriteler tarafından çoktan yok edilmiş olduğudur. Zira bazı muhafazakâr kesimler Osman Hamdi Bey’in İslam karşıtı olduğunu düşünmektedir. Ve tehdit olarak algıladıkları bu tabloyu yok etmiş olmaları son derece mümkündür. Tanınan bir Müslüman din adamının ‘’eğer bu tablo Koç ailesindeyse Mustafa Koç için kıldırılan cenaze namazı geçersiz olur’’ şeklinde yaptığı açıklamadan tablonun ne denli ciddi bir tehdit olarak algılandığını görebiliriz.
Dünya düzenini anlamlandırmak için ortaya atılmış kuvvetli teorilerden biri mason locası ve illuminati örgütüdür. Siz ne düşünürsünüz bilemem fakat ben böyle bir dünya düzenine tam olarak inanmadığım için tablo hakkında İslam karşıtı örgütlere hizmet eden bir tasvir olduğunu düşünmüyorum.
Ressamın eserleri bütünüyle göz önünde bulundurulduğunda biraz oryantalist bakış açısıyla toplumsal ahlak ve din açısından dokunulmaz alanlara temas ettiği kabul edilebilir bir gerçek. Benim görüşüm Osman Hamdi Bey’in eleştirdiği İslamiyet değil İslamiyet’te kadınlar için uygulanan usullerin gerçeği yansıtmamasıdır. Bu tabloda kadının statüsünün önemini vurgulamayı amaçlamıştır. Yere atılan dini içerikli kitaplar kadının özgürlüğünü engelleyen dinsel baskıları simgelemektedir.