Şimdi nereden başlasam nasıl anlatsam bilemiyorum. Hâlâ bir kabullenemeyiş ve fakat hali hazırda yaptığım her işte karşıma çıkan engellerim varken yazdığım şeyin bir günlük sayfası olmasından korkuyorum.
Gün geldi ve birkaç ay önce nöropati denen bir halt uyuşturdu bedenimin bir kısmını. Dolaşılan hastaneler, teşhis koyamamalar, kötü muamele ve sonuç olarak yaşadığın şey “psikolojik” denerek baştan savma… Durun ya, psikoloji okudum ben, yok öyle psikolojik deyip baştan atma! Birkaç iyi dost ve annemle birlikte kucakladık süreci. Sonunda -ki artık ben yürüyemezken- teşhis koyuldu, hastaneye yatıldı. (Haydarpaşa Numune’nin Beltur’unda bir kahvemi içmediyseniz vallahi kırdınız beni.)
Nöroloji servisinde ölümü, yoğun bakım önü ağlamaları, bir süre sonra o ağlamaları umursamayıp “Sussa da rahat uyusak” kıvamına gelmeleri hep gördü bu bünye. Nereye düştüm ben böyle?! Orada üç haftam geçti ama ben yıllar yıllar geçirdim. (Tabii yatan hasta olma durumu bu üç haftayla bitmedi.) Hapishanenin bir başka versiyonuydu bu. Hepimiz oraya “kapatılmıştık.” Sevdiğim tutuklu siyasilere mektup yazmak istedim vazgeçtim, dost bildiklerime nefret kusmak geldi sonra aklıma.
En son annemin yardımıyla tuvalete otururken buldum kendimi. Küçük bir romantiktim. Bir şeyler yapmalıydım. Yürüyemiyordum, çatal bıçak kullanamıyordum. Tüm özelliklerim, kimliğim, düşüncelerim… Beni ben yapan her şey artık gitmişti. Ben artık “nöropatisi olan genç hasta”ydım.
Hepimiz mahvolmuş haldeydik. Herkes kendi derdiyle kavruluyor, arada yanındakinin derdine de üzülüyor sonra kendi karanlığına geri dönüyordu. Peki bu bilinmiyor muydu? Gerçekten soruyorum, fiziksel bir rahatsızlanmanın psikoloji üzerindeki etkisini kimse mi bilmiyor?
Neredeyse hepimiz yaşayan ölülerdik. “Hasta olunca moral de bozulur tabii” sığlığının çok ötesinde bir durum bu. İyileştik ya da iyileşemedik meselesi de değil bu. İyileşsek bile bu günlerin etkisi sihirli değnekle geçmeyecek ve üzgünüm ama devlet hastanesindeyseniz öyle travmatize oluyorsunuz ki 10 yıla sığacak acı hayat deneyimini bir haftada veriyorlar size. Afiyet olsun, nur topu gibi bir depresyonunuz, stres bozukluğunuz oldu. Kimin umrunda yahu bu hasta psikolojisi? Her vizitede, herkesin içinde sizi yıkıp geçen olayı anlata anlata kahrolmanız kimin umrunda?
Demem o ki, bize psikolog lazım anacım. Benliğimizi hastalıkla tanımlamamak, ağlama krizlerine girmemek, bununla mücadele edecek gücü bulmak için bize psikolog lazım. Saatim dolsun da defolup gideyim burdan demeyecek, karşısındakinin kırılmış, kırılgan bir döneminde olduğunu unutmadan orada bulunacak psikologlar lazım.
Kendi deneyimim üzerinden konuşayım; evde, sokakta, mekanda her an her yerde bir şekilde bedensel kısıtlılığımla yüzleşiyor, yetmiyor bir de meraklı insanlarımıza açıklama yapmak durumunda kalıyorum. Benim gücüm yetmiyor. Bu kadar nezaketten uzak, kısıtlılığımı göre göre kornasına abanan, desteksiz yürümeye yeni yeni başladığım bu günlerde sokakta üstelik bir de kadın olarak varolacak gücü şu an kendimde bulamıyorum.
Rampası olmayan yollar, bizi beklemeyen insanlar… Hepiniz düşmancasınız. Sokaklar “normal” insanlar için(!). Anlaşıldığı üzere, yaşadığım onca travmatik olayın, hastalığın, varolmanın yükünü tek taşıyamıyorum.
“E yok mu kimin kimsen, konuş dertleş onlarla.” Ah sevgili dostum, nolur ben kovmayayım sen istifa et insan psikolojisinden. Teselli edilmek değil, öz gücüme kavuşmak benim derdim. Hastahane sürecimizde ve sonrasında ücret ödemeden psikolojik destek isteme şımarıklığımı maruz görün. Amaaan! Sen, ben, bizim çocuk önemser bunu ancak. Hasta bezi bulamıyoruz ayol, psikolojik destek de ne?