Davranışlarınızın sonucunda istediğiniz şeyi elde edip etmemenizin kontrolü sizin elinizde mi yoksa bu başka bir güç ya da kişiler tarafından mı kontrol ediliyor? Ya da şöyle soralım başınıza iyi bir şey geldiğinde bunun nedeni sizin iyi ya da doğru bir şey yapmanız mıdır yoksa nedeni şanslı olmanız ya da dini ve benzeri ritüelleri yerine getirmeniz midir? Peki ya başınıza kötü bir şey geldiğinde ne dersiniz? Kendinize mi yoksa kadere mi öfkelenirsiniz? Kısacası bulunmayı seçtiğiniz davranışlarınızla bu davranışların sonuçları arasında nasıl bir neden sonuç ilişkisi kurar, sorumluluğu kime/neye yüklersiniz?
Okula, işe, yeni bir eve, yeni bir şehre, yeni bir insana ya da herhangi bir duruma adapte olabilmemiz için yaşadıklarımıza, etrafımızda olup bitenlere bir anlam vermek zorundayız. Bu anlam sayesinde ancak nerede nasıl davranacağımızı belirleyebilir, kendimize-topluma-doğaya-evrene olan sorumluluklarımızı yerine getirebilir ya da nispeten sağlıklı iletişim ve ilişkiler kurabiliriz. Çevremizde olan bitene anlam verme işini de genellikle olaylar ve davranışların sonuçları hakkında nedensel çıkarımlar yaparak gerçekleştiririz. Evrendeki varlığımızı kendimiz ve diğer her şey olarak iki boyutta düşünürsek bu neden-sonuç ilişkilerini de en temelde bu ikisi çerçevesinde kurduğumuzu söyleyebiliriz.
Benlik algısı oluşturma
Nihayetinde hem tutarlı ve dengeli bir kendilik/benlik algısı oluşturmaya yönelik (kendimizi anlamak adına) kendi davranışlarımıza dair hem de yine tutarlı ve dengeli bir dünya görüşü/algısı oluşturmak için (bizim dışımızdakileri/ötekileri anlamak adına) diğer insanların davranışlarına ilişkin neden-sonuç ilişkileri oluşturarak anlamaya ihtiyaç duyuyoruz. Olaylar ve davranışlarımızla sonuçları arasında nedensellik ilişkileri kurarak gelecekte neler olacağına dair tahminlerde bulunuyor ve hayatımızı bir nevi kontrol altına alıyoruz (ya da kontrolümüz altındaymış gibi algılıyoruz).
Nedensel atıf teorilerinin kurucusu sayılan Fritz Heider 1958 yılında yayınlanan Kişilerarası İlişkilerin Psikolojisi (The Psychology of Interpersonal Relations) adlı kitabında naif (sağduyusal) bir psikoloji önerirken insanların inançlarının beklentilerini belirlediğini ve insanların beklentilerini anlamak adına ister fala ister kadere inansınlar inançlarını bilmemiz gerektiğini belirtiyor (akt. Arkonaç, 2002). Heider’in bireylerin kişisel olan (niyetli, kasten yapılan) ve kişisel olmayan (kazara gerçekleşen) nedensel atıflarda bulunduğu fikri zaman içerisinde davranışların nedenlerinin kişilik özelliklerine ya da ortama dayandırıldığı fikrine dönüştü. Aynı dönemde sosyal öğrenme teorisyenlerinden Julian Rotter, 1966 yılında kontrol odağı (locus of control) teorisi ile insanların başlarına gelen olayların nedenini kendisi (içsel) veya kendisi dışındakilere (dışsal) bağlama konusunda birbirinden farklılaştığı ve içsel ya da dışsal olabilen bu bakış açısının bireylerin kişilik özelliklerini yansıttığı fikrini ortaya attı.
Her zaman beklediğimiz olmayabilir
Kim olduğunuz her gün kökten değişmez. Belirli temel özelliklerimiz sabittir ve bu aynı zamanda davranışlarımızın önceden tahmin edilebilir olduğunu gösterir. Rotter’a göre çocukluktan itibaren belirli bir davranışımızın ardından gelen istendik sonuçlar ödül, istenmedik sonuçlar ise ceza etkisi yaratarak bir sonraki süreçte benzer durumlarda benzer sonuçları alacağımıza ilişkin bir beklentiye girmemize neden olur. Ancak hayatın olağan akışındaki çeşitlilik her zaman beklentilerimize uyan sonuçlar almamızı engelleyebilir. Diğer bir deyişle bazen önceleri belirli sonuçları almak için yaptığımız davranışlar bizi artık istediğimiz sonuçlara götürmezken aksine başka davranışlar ya da hiçbir şey yapmamak istendik sonuçları almamızda etkili olmaya başlayabilir. Dolayısıyla beklenen sonuçlar bazen bir davranışımıza bağlı iken bazen de bunların belirli bir davranışımıza bağlı olmadığını görürüz. Böylelikle hayatımızın o anına kadarki deneyimlerimizi toplar ve neleri kontrol edip neleri edemeyeceğimiz konusunda genellenmiş bir beklenti oluştururuz. Bu da artık gelecekteki davranışlarımızı belirleyecek olan davranışlarımızın sonuçlarının içsel mi yoksa dışsal nedenlerden mi kaynaklandığına dair bir yorum geliştirmemize neden olur.
Rotter, bireylerin başlarına gelen şeylerin sorumluluğunu neye yüklediklerine göre birbirinden farklılaştığını ve buna göre bazı insanların hayatlarında olup bitenlerin kader, şans gibi dışsal faktörler tarafından kontrol edildiğine inanırken bazılarının ise yaşadıklarının kişinin kendisine bağlı olan içsel faktörler tarafından kontrol edildiğine inandıklarını belirtiyor. Ayrıca bireylerin iç veya dış kontrole olan inancının kim olunduğunun belirlenmesinde tutarlı ve önemli bir etken olduğunu savunuyor. Buna göre davranışlarının sonuçlarını: 1) kader, şans veya güçlü diğer şeyler tarafından kontrol edildiğine inananların dış kontrol odağına, 2) kendi seçimleri, becerileri ve çabaları tarafından belirlendiğine inananların ise iç kontrol odağına sahip olduğunu iddia ediyor.
İçsel ve dışsal yönelimler
Rotter teorisini araştırmak için İçsel-Dışsal Kontrol Odağı Ölçeğini (Internal-External Locus of Control Schedule) geliştirdi (Bu ölçek İhsan Dağ tarafından 2002 yılında Türkçeye Kontrol Odağı Ölçeği adıyla uyarlandı). Araştırmalar içsel kontrol odağına sahip kişilerin dışsallara göre; yaşadıklarından ders almaya, hayattaki konumlarını değiştirmek ve geliştirmek için inisiyatif almaya ve yeteneklerini geliştirip gayelerine ulaşmayı daha fazla önemsemeye meyilliyken diğerleri tarafından manipüle edilmeye de daha dirençli olduklarını gösteriyor. Rotter bireylerin içsel ve dışsal yönelimlerinin maruz kalınan sosyo-ekonomik, kültürel ve ebeveynlik tarzlarındaki farklılıklarca belirlendiğini de ekliyor.
Rotter’ın bulgularını takip eden araştırmalardan belki de binlercesinin arasından Sims ve Baumann’ın 1972 yılında Rotter’ın ölçeğini kullanarak yürüttükleri araştırmanın sonuçları bence en etkileyicisi… Kuzey Amerika fırtına ve hortum felaketlerinin sıklıkla yaşandığı bir kıta ancak bu araştırmacılar ülkenin güneyinde bulunan Alabama eyaletindeki hortumlardan kaynaklanan ölüm oranının orta kısımlardaki Illinois eyaletindekinden 5 kat fazla olduğunu fark ettiler. Bunun sebebini açıklamak için önce fırtına şiddeti ve yoğunluğu, kaç gün sürdüğü, işyeri ve evlerin yapı türleri, uyarı sistemlerinin niteliği gibi çevresel tüm olası açıklamaları eledikten sonra bu farklılığın psikolojik nedenlerden kaynaklanabileceğini düşünüp Rotter’ın I-E Ölçeği’nin duruma uyarlanmış bir versiyonunu kullandılar. Sonuçta Alabama’daki katılımcıların Illinois’tekilere göre anlamlı ölçüde daha fazla dış kontrol odağına sahip olduklarını tespit ettiler. Buna göre içsel kontrol odağı yönelimi olanların (Illinois) hortum gibi doğal felaketlerde kendi davranışlarının olayın sonucunu değiştirmede etkili olacağına dair inançları, onların ön tedbirler alma, uyarılara kulak asma, hayat kurtarma gibi hayatta kalmayı sağlayan eylemlerde bulunmalarına yol açtı. Böylece felaketleri daha az zararla atlatabildiler.
Diğer yandan “kontrol odağı” kavramından bahsedip de bu algıyı yaşamamıza ortam sağlayan seçim yapabilme potansiyelimizi (ya da sanrımızı) konu dışında bırakmamalı. Öyle ki seçim yapmak olaylar üzerinde kontrol sahibi olduğumuz algısına ortam hazırlıyor. Seçmek aynı zamanda yeterli olduğumuzu hissetmemizi sağlarken bizi zorluklarla yüzleşmeye motive ediyor. Aksi takdirde seçim yapamamak bizi hayatımız üzerinde kontrolümüzün olmadığı hissine bu da yetersizlik hissiyle birlikte öfke, depresyon ve hatta daha da ileri boyutlarda genlerimizde hâlihazırda var olan patolojilerimizin tetiklenmesine kadar gidebiliyor.
Hayat bu!
Yine de hayat bu! Davranışlarımızın sonuçları her zaman beklentilerimize uygun olmayabiliyor. Kaldı ki bazen bir olayın gerçekleşmesi ya da istenen bir sonuca varabilmek için bizim çabamızın haricinde daha birçok etkenin bir arada olması gerekebiliyor. Yahut neden-sonuç ilişkilerini yanlış, eksik ya da benliğimizi kayıracak şekilde yanlı (tarafgir*) kurmuş olabiliyoruz. Örneğin; sınavdan düşük not aldığınızda bunu çalışmamanıza (içsel) bağlamak yerine hocanın notu kıt biri olduğuna (dışsal) bağlamanız sizi olduğunuz yerden daha iyi bir yere götürmeyeceği gibi yaşadığınız bir can kaybının ardından (dışsal) geride kalan sevdiklerinizi kaybetmemek adına çok korumacı davranmanızın da (içsel) size ve sevdiklerinize yararı tartışılır olacaktır. O yüzden kendi davranışlarınız ya da başkalarının davranışlarıyla ilgili çıkarımlarda bulunurken nispeten olan neyse ona yakın nedensel bağlantılar kurmaya çalışmak, kuramıyorsak da orada yanlış bir şeyler yaptığımızın farkında olmak önemli. Başlangıç olarak Teolog Reinhold Niebuhr’un sükûnet duası işinize yarayabilir:
“Tanrım, bize değiştirilemeyecek şeyleri sükûnetle kabul etmemiz için erdem, değiştirebileceğimiz şeyleri değiştirmek için cesaret ve bu ikisi arasındaki farkı ayırt edebilmek için bilgelik ver.”
“God, give us grace to accept with serenity the things that cannot be changed,
courage to change the things which should be changed,
and the wisdom to distinguish the one from the other.” Reinhold Niebuhr
*Nedensel atıf hataları/sosyal ve bilişsel tarafgirliklerden (cognitive biases) bir sonraki yazımda bahsedeceğim.
Kaynak:
1. Arkonaç, S. A. (2001). Sosyal Psikoloji. 2. Baskı. İstanbul: Alfa BasımYayım Dağıtım.
2. Dağ, İ. (2002). Kontrol Odağı Ölçeği (KOÖ): Ölçek Geliştirme, Güvenirlik ve Geçerlik Çalışması. Türk Psikoloji Dergisi, 17 (49), 77-90.
3. Rotter, J. B. (1966). Generalized expectancies for internal versus external control of reinforcement. Psychological Monographs, 80, 1-28.
4. Sims, J., & Baumann, D. (1972). The tornado threat: Coping styles in the North and South. Science, 176, 1386–1392.