Aşkın varlığına dair içimde bastırılması güç düşünceler var. Özellikle magazin programlarını izledikten sonra fikrim katılaşmaya başlıyor. Öylesine sertleşiyor ki fikrim adeta bir dogma, bir kanun, bir din haline geliyor.
İlk görüşte aşka inanır mısınız? Birçokları evet diyecektir. Aşka dair fikrim bu olgu üzerine gelişti. İlk görüşte aşkı anlamlandırmak üzerine yordum zihnimi. Bir insan bir insanı nasıl oluyordu da gördüğü ilk andan itibaren sevmeye başlayabiliyordu? İlk görüşte aşk ne kadar da güzel… Güçlü, yaratıcı, doğurucu, bilim insanı aşk. Peki, bu yeni bir aşka yelken açmak deyimi kendinde kullanılma yetkisini nereden buluyor? Nasıl oluyor da aşk ölünce tekrar doğabiliyor? Bu bir Anka kuşu da değil üstelik. Yapay bir şeyler var yüzyılımızda aşkta. O kadar yapay ki televizyonlarca manipüle edilebiliyor. Kolayca her şeyden etkileniyor. Adeta buluttan nem kapıyor 21. yüzyıl aşkları. Âşık olan aşkına kızabiliyor bu yüzyılda, bu yüzyılda aşk ölebiliyor. Geldiğimiz çağda sevgililer birbirlerini kolayca terk edebiliyor. Hâlbuki aşk yitirilebilecek bir olgu mu? Acaba onu düşürebilir misiniz? Ya da birisi kolayca söküp alabilir mi yüreğinizdekini? Sanırım yüzyılımızda aşk böyle. İyi de ben bu yüzyılda doğdum, bu yüzyılın insanıyım. Peki, o halde bu kalın yargılarım da neyin nesi? Hangi yetkiyle savuruyorum tümceleri. Sanırım bunun cevabı gerçek aşkı bulmuş olmamda yatıyor. Onu buldum, kaybettim, üzüldüm, ağladım, güldüm, yaşadım, yeni şeyler gördüm. Aşkla… Âşık olduğum insan yanımda değildi belki fakat içimde duran his kaybolmuyordu. O gitse bile onun hülyası kalbimden silinmiyordu. Acı veriyordu bu tatlı şey. Canımı yakıyordu bu oyun. Güldürüyordu gözyaşlarım. Ve bir daha hiçbir kadına ona baktığım gibi bakamıyordum. Aşk tekil bir olguydu. Yalnızca bir tane bahşedilmişti. Onunla birlikte olun ya da olmayın fark etmezdi. O yanınızda olmasa da yanınızdaydı sevgisi.
Fakat bu sevgide acıya çalan bir tat vardı. İnsan aşkı yitirince kapanmayan bir yara açılırdı göğsünde. Ne yaparsanız yapın yine de o yarayı iyileştiremezdiniz. Ne ünlü cerrahlar ne de koca karı ilaçları bu yaraya merhem olurdu. Aşkın varoluş sebebindendi bu, gittikten sonra geri gelmezdi. Bir daha ondan başka hiç kimseye tutulamazdınız bu denli. Hiç kimse öyle çarptıramazdı kalbinizi.
Ve aşkı aşk yapan şey onun ilk anda başlamasıydı. Yoksa üçüncü buluşmanın ardından göğüste uçuşan kelebekler aşka işaret değildi. Sevgiydi, hoşlanmaktı. İkinci haftadan sonra birini sevmeye başladığınızı söylemeyin inanmam. Aşka dair ne çok cümle kurdum. O kadar çok cümle sarf ettim ki neredeyse anlamında eksilmeye yol açtım. Ve fikirlerim o kadar dogmalarla dolu ki sanırsınız orta çağ engizisyon mahkemesindeyim. Bu düşünce aşkın hiçbir değişikliğe uğramıyor oluşundan mı kaynaklanıyor acaba? Acaba Âdem ve Havva birbirini nasıl seviyorduysa öyle mi seviyorum sevdiğimi? Acaba Mecnunun hisleri mi bu göğsümde yanan ateş? Aşk Tanrı mıdır? Tekilliği bundan mütevellit midir? Biricikliği, değişmezliği, dogması bu yüzden midir? Tıpkı Tanrıdaki gibi mi seviyorum seni? Ya da Tanrının insanı sevdiği gibi midir bu aşk? Heyhat kimlerin eline kaldı aşk! Sevgilisinden ayrıldığı haftanın şafağında yeni bir sevgiliye edilen ilanı aşklara, magazin programlarında dönen daldan dala konan aşklara, paranın koynunda uyuyan vadesi kısa aşklara kaldı sanırım yeni yüzyılımız. Keşke içimde patlayan şu fırtına bir anlam ifade etse. İlk görüşte aşk… Seni seviyorum…