Bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilen Türkiye’nin İnsan Hakları Gündemi Konferansı, Raoul Wallenberg Institute’nün desteğiyle İnsan Hakları Araştırmaları Ağı tarafından 11-12-13 Aralık tarihinde Ankara Barosu Eğitim Merkezi’nde düzenlendi.
Güvenlik ve insan hakları, cezasızlık sorunu, kadına ve LGBTİ’lere yönelik şiddet, cezaevleri ve hak ihlalleri, barış hakkı, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü, ifade özgürlüğü, muhalefet etme olanakları, yargı ve insan hakları, mülteciler ve sınırlarda yaşananlar, çevre ve kent hakkı, iş cinayetleri, nefret söylemi, insan hakları mücadelesi ve bireysel başvuru başlıklarında tebliğ önerilerinin değerlenlendirilmesi sonucunda davet edilen araştırmacı, avukat veya aktivistlerden oluşan konuşmacılar, üç gün boyunca moderatör eşliğindeki tematik oturumlarda dinleyicileri bu konularda düşünmeye ve tartışmaya sevk etti. Ayrıca, yapılan atölye çalışması ile hafıza çalışmaları yürüten platformlar bir araya gelerek insan hakları alanında hafıza çalışmalarını derinlemesine bir çerçevede ve yapılan tartışmaların da desteğiyle ele aldı.
Heteronormativite ve kesişen ötekilikler oturumuyla başlayan ilk günde, interseks çocuklara tıbbi müdahale, LGBTİ ve mülteci olmak ve LGBT’lerin cezaevlerindeki durumları ele alındı. Ardından moderatör Kaos GL’den Remzi Altunpolat, “LGBTİ olarak aslında kendi yurdumuzda mülteciyiz” diyerek çok çarpıcı bir noktaya değindi.
Diğer oturumda, yerel yönetimlerin insan hakları mücadelesine yaklaşımı Şişli ve Mersin örnekleri bağlamında değerlendirildi ve ardından Cezaevinden Müzeye: Geçmişi Karanlıkta Bırakmak başlığında, Ulucanlar Cezaevi deneyimi örneği üzerinde duruldu. Son oturumda ise medyada ayrımcılık, cinsiyetçilik ve ırkçılık, nefret söylemi, Suriyeli kadın mülteciler ile kadına yönelik şiddetin medyaya yansıması konuları ele alındı.
Günün sonunda ise katılımcılar İnsan Hakları Gündemi Fotoğraf Sergisi’ni kokteyl ve dinleti eşliğinde inceleme imkânı buldular.
Konferansın ikinci günü; Romanlara, engellilere, Protestan Hristiyanlara ve Alevilere yapılan ayrımcılıkların tartışılmasıyla başladı. Devamında çocukların insan hakları, çocukların barış sürecine katılmaları, çocuğa karşı şiddet ve Suriyeli mülteci çocukların hak öznesi olma durumları örneklerle konuşuldu.
Üçüncü oturumda Özgür(süz)lük Hikâyeleri başlığı altında Türkiye’de, etnik kimliklere yönelik yapılan ayrımcılıklar ve bu yönde verilen mücadeleler birçok bağlamda ele alındı. Ardından ise atölyede hafıza çalışmaları yürüten platformlar bir araya gelerek bu platformların işleyişini ve insan haklarına yaklaşımlarını tartışıp değerlendirdi.
Son gün ise hukuksuzluk, iktidarın bir aracı haline gelmiş olan yargı, toplumsal travmalar ve onlarla baş etme çalışmaları konuşuldu. Sokağa çıkma yasakları, Ankara, Diyarbakır, Suruç gibi yakın zamanda yaşadığımız katliamlar ve sonrasında gelişen olaylar/travmalar birçok yönden tartışıldı.
Konferansın katılımcıları ve konuşmacıları Türkiye’nin insan hakkı meselelerine odaklanırken bu meseleyi birçok yönden de eleştirdi. Türkiye’de geçmişten günümüze devam eden hegemondan farklı olan herkesin ötekileştirilmesi ile bu ötekinin bir anlamda “kirliliği” ve hakim düşüncenin düzenini bozuyor oluşu, toplumun güvenlik kaygıları, barış sürecinin yeniden inşasının gerekliliği, hak temelli bakış açısından yoksunluk ve ayrımcı söylemler, iktidarın yeniden ürettiği olumsuz söylemler, medyanın görmezden geldiği hatta adeta körleştiği haksızlıklar her alandan konuşmacının üzerinde durduğu temel konulardı.
Konferansın özeti ve son sözü olarak ise şu söylenebilir: “Aşka, sevgiye, sarılmaya ve mizaha bu karanlık çağlarda daha çok ihtiyacımız var!”